Dolar (USD)
35.24
Euro (EUR)
36.79
Gram Altın
2962.93
BIST 100
9626.56
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Hasar kayıtlı İslami yorumlar

Genelde din özelde İslam’ın tarihsel ve aktüel deneyimlerinden mülhem birçok söylem ve yorumu ihtiva etmesi, benim açımdan bir problem teşkil etmediği gibi çeşitlilik ve çoğulculuk adına sevindirici bir durumdur. Esasen teoloji matematiksel bir kesinlik taşımadığından, aynı zamanda bir inancın konusu olduğundan çoğulculuk da doğrusu bu işin doğası olarak görülmek durumundadır. Fakat tabii ki bütün düşünce ve yorumlar eleştirilemez değillerdir.

Bu bağlamda burada iki dini yoruma bir problem alanı olarak değineceğim. Birincisi, Sünneti farklı gerekçelerle dışarıda bırakan yorumlardır. Bunlar, sünnetin (ve/veya hadislerin) dışarıda bırakılmasının gerekçesini uydurma rivayetler olarak belirtiyorlar. Fakat bir şeyin uydurmaları var diye gerçeklerine sırtını dönmek ne derece mantıklı? Burada birkaç noktayı hatırlatmalıyız. Birincisi, Sünnet İslam’ın ete kemiğe bürünmüş formudur ki, içindeki tarihsellikleri aşarak “bugün”ü inşa etmek için sosyal formüller taşırlar. Tabii ki bunun gerçekleşmesi insanın çabalarıyla mümkündür. İkincisi, Sünnet yeryüzünde yaşayan dinler içerisinde sadece İslam’ın bir imtiyazıdır. Hiçbir dinde Peygamber ya da din kurucusunun sözü bu kadar kayıt altına alınmamıştır. Kanaatimizce diğer kutsal kitapların bu kadar kolay tahrif edilmesinin sebebi, Sünnet gibi teoriyi (Kur’an’ı) toplumsallığa (pratiğe) irtibatlayan bir imkanlarının olmamasından kaynaklanmaktadır. Üçüncüsü de, teorinin her türlü ideoloji, düşünce ve görüşlere meşruiyet sunacak düzeyde savrulmalara maruz bırakılmasının da önüne geçer. Kimi yorumcuların sanki 1400 yıldan sonra İslam’da yeni şeyler keşfediyorcasına konuşmaları, ironi ile seyrettiğim bir durumdur. Bunlar şimdilerde İslam’da bir “yoklar listesi” hazırlamakla vakitlerini geçiriyorlar.

Diğer yandan neo-selefi hareketler de ister yerel isterse bölgesel ve dünya ölçeğinde ortaya koyduğu tecrübelerle bir başka sorunlu islami yoruma tekabül etmektedir. Hiçbir ilmi müktesebatı ve alt yapısı olmayan, dünyayı okumayı bilmeyen bu yorumların daha “nasıl bir insan yetiştirmemiz gerekir?” sorusuna cevap vermeden “hukuk” ve “devlet” fikrine sabitlenerek müslüman toplumları bir başka açıdan kilitledikleri aşikar olarak ortadadır. Daha çok müslüman toplumların kendi içindeki her bakımdan “zayıf”lıkları ve “amaç”sızlıkları arasından söylem yükselten bu yorumların literal ve öfkeli nitelikleri onların aynı zamanda zafiyetlerini oluşturmaktadır. Modernlikle hesaplaşmak üzere ürettikleri söylem, bir türlü içinden geçerek bugüne gelemedikleri “geçmiş”in içine doğru çökmektedir.

Birbirinden farklı bu islami yorumların ortak noktası, gelenekle aralarında oluşan mesafedir. Her şeyden önce ilk yaklaşımın sünnete olan mesafesi ilk olarak bunu ele vermektedir. Tam da bu noktada Batı’da Sünnetin “tradition” yani gelenek olarak adlandırıldığını hatırlayalım. Diğer yandan bu anlayış, Kur’an’ın modern zamanlarla buluşturulması gibi bir çabaya imza atma bakımından takdir edilse de, geleneksel müktesebata olan mesafesi “bugün”ü inşa etmede sorunsala dönüşmektedir. Ayrıca her seferinde müslümanların önüne çıkarılan geleneğin hesabını da vermek zorunda da kalmamaktadırlar. Fakat geleneği parantez içine almaları, hadis literatürü ile konuşacak olursak, muallak hadis gibi kendi rivayetlerini otantisitesini de sorunlu kılmaktadır.

Diğer yandan neo-selefiler ilmi müktesebata hiç iltifat etmemenin yanı sıra gelenekle ilgili tavırları da paradoksal bir duruma işaret etmektedir. Bir yandan giyim kuşamlarıyla tarihin içinde çıkıp gelmiş görüntü arz ederken, diğer yandan geleneği de “yetersiz” ve “sinik” olarak görmektedirler. Bunları yazarken geleneğin bugünü karşılama bakımından yetersizliğinin tabii ki farkındayım; fakat “bugün”ü sağlam yerlere yaslanmadan ve geleneğin içinde “yer edindirme”den inşa edileceğini düşünenler, bıraktıkları o boşluğun içine çökmek gibi bir sorunla malül görünmektedirler.