Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
08 Aralık 2021

Hasan Hanefi ve Oksidentalizm

Batı medeniyeti yüzyıllar boyunca doğu ve İslam dünyasını, Oryantalizm adı altında antropolojinin, sosyolojinin ve ilahiyatın kimi imkanlarını kullanarak keyfi şekilde tanımaya değil, tanımlamaya çalışmış, kendisi şark kültürünü ve İslam’ı nasıl görmek istiyorsa o şekilde görmüş, nasıl tanımlamak istiyorsa o şekilde tanımlamıştır. Bunu yaparken sadece İslam medeniyetini değil, Pers, Hint, Uzakdoğu gibi medeniyetleri de kendi perspektifinden tanımlamış, sömürgeci bir bakış açısı ve yukarıdancı bir yöntemle doğu toplumlarına yaklaşmıştır. Amaç tanımak değil de tanımlamak olunca bilhassa sömürü ve misyonerlik faaliyetleri sayesinde Batı hem maddi hem manevi pek çok değeri kendisine transfer etmeyi başarabilmiştir. Batının tüm bu faaliyetlerinin arka planında kendisini tüm dünyanın merkezi unsuru olarak görme, kültürel ve felsefi planda kendisini dünyanın yegâne otoritesi ve kaynağı olarak konumlandırma ve ürettiği değerleri evrenselleştirerek tüm dünyanın kendisine tabi olmasını istemek yatmaktadır. Özellikle Kıta Avrupası, Avrupa merkezcilik yani eurocentrism olarak öne çıkan, dayatmacı, ötekileştirici, yok sayıcı-bencil düşünce yaklaşımıyla birlikte, kendisini dünyadaki tüm kadim medeniyetlerin ve ona ait değerlerin yegâne kaynağı olarak kabul etmektedir.

Merhum Mısırlı entelektüel Hasan Hanefi buradan yola çıkarak Batının bu tavrına karşı çıkmakta, Batıyı kendi coğrafi alanına tekrar hapsetmek gerektiği yaklaşımını benimsemekte, Batının bu yok sayıcı, kendisini tek merkez ve tek meşru kaynak medeniyet olarak görme eğilimini eleştirmektedir. Hanefi’ye göre Batı dünyasıyla olan ilişkilerde ne tam bir reddiyecilik, ne tam bir teslimiyet ne de körü körüne taklitçilik söz konusu olmalıdır. Burada tercih edilecek en sağlıklı tavır Batıyı anlamaya çalışmak, anlarken adil davranmak, Batının yaptığı gibi sömürgeci ve emperyalist amaçlar gütmemektir. Zaten İslam ve Arap toplumlarının da şu an böyle bir potansiyeli bulunmamaktadır. Ancak Hasan Hanefi Batıya kendisinin adını İlm-i İstiğrap olarak koyduğu daha sonra oksidentalizm olarak şekillenen düşünce yaklaşımını kullanarak bakmak gerektiğini ifade etmiştir. Buna göre oryantalizme karşılık oksidentalizm olarak tarif edebileceğimiz batıbilimi yaklaşımı veya kavramsallaştırması ortaya çıkmış, Hanefi’nin hacimli eserinde çerçevesini çizmeye çalıştığı kavram olarak temayüz etmiştir.

Peki oksidentalizm oryantalizm karşısında bir karşı hareket olarak gelişebilir mi? Gelişebilirse kendisine yayılma sahası bulabilir mi? Ya da bir başka deyişle Müslüman toplumlar oryantalist eğilimler karşısında oksidentalist bir tavırla batıyı anlama ve tanıma faaliyeti yürütebilirler mi?

Elbette bu soruların cevabının verilmesi oldukça güçtür. 250 yıllık süreç içerisinde şark dünyasını alabildiğine sömüren, değerlerini alt üst eden, yerli elitler eliyle yerel inanç ve kültürleri tahrip ederek anlamsızlaştıran ve kültürel emperyalizmin bütün araçlarını sonuna kadar kullanarak sömürünün her türlüsüne kapı açan bir batı dünyası karşısında doğunun tekrara ayağa kalkması, kendisine güven duyar hale gelmesi, tekrar kendi değerleriyle buluşması ve özellikle batıyı sahih şekilde tanıma sürecine girmesi elbette zaman alacak bir meseledir.

Sanırız bu noktada Hasan Hanefi’nin oksidentalizm olarak tanımladığı ilm-i istiğrap, özellikle Müslüman düşünürlere batıyla sahih ilişkiler geliştirme ve batıyı anlama/tanımlama noktasında kıymetli anahtarlar üretebilecektir. Bu çaba aynı zamanda İslam medeniyetine mensup düşünürlerin ve alimlerin kendilerine olan güven duygularını pekiştirecektir. Bu vesileyle Hanefi’nin ne dediğini daha detaylı tahkik edebilmek için Oksidentalizm isimli eserinin Türkçeye çevrilmesinde yarar bulunmaktadır. Kim bilir bu çaba sonucunda belki de Türkiye’de birkaç araştırma enstitüsü ya da üniversitede batıbilimi disiplini kurulur.