Hasan Hanefi ve Oksidentalizm
Batı medeniyeti yüzyıllar boyunca doğu ve İslam dünyasını, Oryantalizm adı altında antropolojinin, sosyolojinin ve ilahiyatın kimi imkanlarını kullanarak keyfi şekilde tanımaya değil, tanımlamaya çalışmış, kendisi şark kültürünü ve İslam’ı nasıl görmek istiyorsa o şekilde görmüş, nasıl tanımlamak istiyorsa o şekilde tanımlamıştır. Bunu yaparken sadece İslam medeniyetini değil, Pers, Hint, Uzakdoğu gibi medeniyetleri de kendi perspektifinden tanımlamış, sömürgeci bir bakış açısı ve yukarıdancı bir yöntemle doğu toplumlarına yaklaşmıştır. Amaç tanımak değil de tanımlamak olunca bilhassa sömürü ve misyonerlik faaliyetleri sayesinde Batı hem maddi hem manevi pek çok değeri kendisine transfer etmeyi başarabilmiştir. Batının tüm bu faaliyetlerinin arka planında kendisini tüm dünyanın merkezi unsuru olarak görme, kültürel ve felsefi planda kendisini dünyanın yegâne otoritesi ve kaynağı olarak konumlandırma ve ürettiği değerleri evrenselleştirerek tüm dünyanın kendisine tabi olmasını istemek yatmaktadır. Özellikle Kıta Avrupası, Avrupa merkezcilik yani eurocentrism olarak öne çıkan, dayatmacı, ötekileştirici, yok sayıcı-bencil düşünce yaklaşımıyla birlikte, kendisini dünyadaki tüm kadim medeniyetlerin ve ona ait değerlerin yegâne kaynağı olarak kabul etmektedir.
Merhum
Mısırlı entelektüel Hasan Hanefi buradan yola çıkarak Batının bu tavrına karşı
çıkmakta, Batıyı kendi coğrafi alanına tekrar hapsetmek gerektiği yaklaşımını
benimsemekte, Batının bu yok sayıcı, kendisini tek merkez ve tek meşru kaynak
medeniyet olarak görme eğilimini eleştirmektedir. Hanefi’ye göre Batı
dünyasıyla olan ilişkilerde ne tam bir reddiyecilik, ne tam bir teslimiyet ne
de körü körüne taklitçilik söz konusu olmalıdır. Burada tercih edilecek en
sağlıklı tavır Batıyı anlamaya çalışmak, anlarken adil davranmak, Batının
yaptığı gibi sömürgeci ve emperyalist amaçlar gütmemektir. Zaten İslam ve Arap
toplumlarının da şu an böyle bir potansiyeli bulunmamaktadır. Ancak Hasan
Hanefi Batıya kendisinin adını İlm-i İstiğrap olarak koyduğu daha sonra oksidentalizm
olarak şekillenen düşünce yaklaşımını kullanarak bakmak gerektiğini ifade
etmiştir. Buna göre oryantalizme karşılık oksidentalizm olarak
tarif edebileceğimiz batıbilimi yaklaşımı veya kavramsallaştırması
ortaya çıkmış, Hanefi’nin hacimli eserinde çerçevesini çizmeye çalıştığı kavram
olarak temayüz etmiştir.
Peki
oksidentalizm oryantalizm karşısında bir karşı hareket olarak gelişebilir mi?
Gelişebilirse kendisine yayılma sahası bulabilir mi? Ya da bir başka deyişle
Müslüman toplumlar oryantalist eğilimler karşısında oksidentalist bir tavırla
batıyı anlama ve tanıma faaliyeti yürütebilirler mi?
Elbette bu
soruların cevabının verilmesi oldukça güçtür. 250 yıllık süreç içerisinde şark
dünyasını alabildiğine sömüren, değerlerini alt üst eden, yerli elitler eliyle
yerel inanç ve kültürleri tahrip ederek anlamsızlaştıran ve kültürel
emperyalizmin bütün araçlarını sonuna kadar kullanarak sömürünün her türlüsüne
kapı açan bir batı dünyası karşısında doğunun tekrara ayağa kalkması, kendisine
güven duyar hale gelmesi, tekrar kendi değerleriyle buluşması ve özellikle
batıyı sahih şekilde tanıma sürecine girmesi elbette zaman alacak bir
meseledir.
Sanırız bu
noktada Hasan Hanefi’nin oksidentalizm olarak tanımladığı ilm-i istiğrap,
özellikle Müslüman düşünürlere batıyla sahih ilişkiler geliştirme ve batıyı
anlama/tanımlama noktasında kıymetli anahtarlar üretebilecektir. Bu çaba aynı
zamanda İslam medeniyetine mensup düşünürlerin ve alimlerin kendilerine olan
güven duygularını pekiştirecektir. Bu vesileyle Hanefi’nin ne dediğini daha
detaylı tahkik edebilmek için Oksidentalizm isimli eserinin Türkçeye
çevrilmesinde yarar bulunmaktadır. Kim bilir bu çaba sonucunda belki de
Türkiye’de birkaç araştırma enstitüsü ya da üniversitede batıbilimi
disiplini kurulur.