Harvard’lı bir dekanın endişesi…
Sevgili Okurlarım, geçen hafta bayram vesilesi ile dostlarla bayramlaşmak için ziyaretleşirken farklı insanlarla sohbet etme imkânımız oldu. Aslında bu sohbetlerde bu köşede konu olabilecek mevzular çoktur. Ancak okuma kültürü ile ilgili gözlem ve ulusal bir araştırma sonucunu sizlerle paylaşacağım.
Bayramda bir öğretmenle sohbetimizde "Ben okumam" dedi… Üzülmedim mi?
Üzüldüm? Sayıları az da olsa bu tür öğretmenlerimizin öğrencileri de bürokrat, siyasetçi, hekim vs oluyor ama onlar da okumuyorlar! Çünkü öğretmen/ebeveyn model olarak okumuyor... Bir de kamu/toplum sistemi liyakate önem vermeyince!
Araştırma sonuçları
Kadir Has Üniversitesi tarafında Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması her yıl düzenli olarak yayımlanmaktadır. Bu güzel çalışmaya emeği geçenleri tebrik ederim. Raporda Sosyo-Kültürel Göstergeler başlığı altında kitap ve gazete okuma durumu incelenmiş.
“Ne kadar sıklıkla kitap okursunuz” sorusuna katılanların (2018’de) % 60.9’u “kitap okumuyorum” cevabını vermiş. Raporda her gün okuyorum diyenlerin oranı ise %2.6 olarak bildirilmiş.
“Ne kadar sıklıkla gazete okursunuz?” sorusuna katılımcıların (2018’de) % 57.5’i gazete okumuyorum diye cevaplamış. Her gün gazete okuyorum diyenlerin oranı ise (2018’de) % 10.5 olarak belirlenmiş. Gazete okuyorum diyenlerin %56,9 internet okumaktaymış.
Okumak nedir?
Okuma önemli mi? Elbette! Okumayan, kanadı kırık kuş gibidir!
Okumak, günlük hayatta sıklıkla öğrenim görmek anlamında kullanılmaktadır. Okumak bir konuyu öğrenmek için -okulda, bir öğretmenin yanında veya yazılı şeyler üzerinde- çalışmak anlamına da gelmektedir. Belki de okumaktan yaygın anlamda anladığımız budur. Yani bir konuyu öğrenmek için emek vermek.
Okumanın bir anlamı da “Bir şeyin anlamını çözmektir.” Örneğin şifre okumak diye deyimde şifrenin çözülmesi anlatılmaktadır. Hayatı şifresini çözmek için de okumak gerekir. O halde sadece okumayı öğrenip başka bir şey okumayan, mesleklerin, siyasetin, ekonominin velhasıl hayatın anlamını kavrayamaz.
Sadece okur olmak…
Harvard Üniversitesi’nde dekanlık yapan Herry Rovosky’nin “Bir Dekanın Anıları” kitabını okuyordum. Kitabın bir yerine geldiğimde “Harvard bitiren birini okur-yazar yapmalıyız” cümlesine rastladım.
Kitabı kapatıp derin düşüncelere daldım. Kendi kendime Harvard’ı bitiren bile okur-yazar olmada sıkıntısı varsa bizim halimiz nice diye sayıklamaya başladım. Benim gariban insanlarımın durumunu düşündüm: Birleştirilmiş sınıflarda öğretimi, alanı olmayan öğretmenlerin girdiği dersleri, lüks binalarda eskimiş bilgileri anlatıldığı üniversiteler aklıma geldi.
Kitabı okumaya devam ettiğimde yazar şunları söylüyordu: “Harvard Üniversite’si mezunu derin düşünebilmeli, nicel analizler yapabilmeli…” Yazarın okumadan kastı buydu.
Ülkemizin sorunu tam da bu noktada başlıyor. Eğitimin her kademesinden mezun olduktan sonra yeterlilik düzeyi sorgulanması gereken bir konudur. Hepsinden de önemlisi analiz yapabilen bireyler olmak.
Yazının başında özel bir gözlemimi aktardım. Sonra da toplumumuzun geneli için araştırma sonuçlarını paylaştım. Başta yeni nesiller için bu tablo değiş(tiril)melidir. Öğrencilere biraz daha yakından baktığımızda konu daha iyi anlaşılacaktır.
Ya Öğrenciler!
Türkiye’nin nüfusu 82 milyon civarındadır. Nüfusumuzun 24-25 milyonu ilkokuldan başlayarak üniversiteye kadar eğitime devam ediyor. Üniversitelerde 7.5 milyon kadar öğrenci var. Nüfusun yaklaşık olarak %25-30’u öğrenci.
En yüksek tiraja sahip gazete bile ancak günde 200-250 bin satıyor… Toplamları da çok yüksek değil.
Ülkemiz nüfusu 82 milyon ve öğrenci sayımızın ise 25 milyona civarında olduğu dikkate alındığında bu okuma oranlarına bakınca insan hayrete düşüyor… Okunan gazete sayısı öğrencilerin bile ancak %10’ine denk gelmekte…
Okumama medeni bir toplum olmamamızın önemli sebebidir.
Son söz: Okumayı bilen ama bir şey okumayan okur cahil olur.