Harp, Tahrip, Harabe
Kendi dünyasının bir gün mutlaka yaşanmaz olacağı öngörüsüyle başka gezegenlerde yaşam arayan astronotlar atmosfere yaklaşırken bütün mutsuzluklarını, mahrumiyetlerini, rehin bıraktıkları her türden yoksunluklarını bir tarafa atıp biraz sonra o muhteşem maviliğe dokunacak tenlerinin hafifliğiyle tebessüm eder ve şöyle derler: Ne güzel bir dünyamız var ve biz onun siyah beyaz bir kopyasını bile bulamıyoruz.
Üzerinde hayatın olduğu tek gezegeni, üzerinde
tek bir canlı kalmayana kadar yıkmaya kararlıyız. Mars’ta küçük bir su damlası
ararken dünyada okyanusları kurutuyoruz ve buna şaşırmıyoruz. Mars’ta
kımıldayan tek bir yosuna mucize diyecekken ormanları yakıyoruz, tabiatı yok
ediyoruz ve bunu seyrediyoruz. Mars’ta insan görsek sevinçten yüreğimiz
yarılacakken dünyada insan öldürmenin sayısız bilimsel keşfini yapıyoruz ve
bunun adı bilim. Cildi cennet görünümlü gezegenimizin tenini incitmeye,
tırmalamaya, acıtmaya, çizmeye, o ciltten cerahat akıtmaya kararlıyız ve bu
strateji. Kararlıyız, bu dünyanın tek bir günü bile savaşsız geçmeyecek ve
bunun adı güç gösterisi. Kararlıyız iyilik kötülüğün hiçbir zaman önüne
geçmeyecek ve buna medeniyet diyoruz. Kararlıyız bütün güzelliklerimizi
çirkinliğe çevirmeye, dünyanın sonunu getirmeye ve bunun adı sanat: İnsanı ve
insanlığı yok etmenin sanatı.
Savaş kötüdür. Harp,
tahrip ve harabe kelimelerinin aynı kökten gelmesi tesadüf değildir. Harbin
olduğu her yerde ölümün simgeleri dolaşır. Çünkü harp muharebeyi, muharebe
muharibi, muharip tahribi, tahrip de harabeyi beraberinde getirir ve hava
birden değişir, yel kasırgaya döner, ortalık toz duman olur, taş taş üstünde
kalmaz. Savaş, cehennemden dünyaya yöneltilmiş azgın alev topundan başka nedir?
Her savaş cehennemin dünyadaki alanını genişletirken cennetten ödünç alınmış
mekanları yakar, yıkar, onu yaşamın olmadığı gezegenlerdeki gibi soğuk bir
katılığa irca eder.
Aklımızla bin
yaşayalım. Biz hayatı kendimize zehir etmenin de dünyayı Mars’a ve Pluton’a
benzetmenin de bir yolunu buluruz. Deliyiz aslında. Aklı başında olsak bir taraftan
Mars’a yapay atmosfer, Pluton’a yapay güneş götürmenin bin türlü yolunu ararken
öteki taraftan dünyayı güneşsiz ve göksüz bırakmanın stratejilerini üretir
miyiz? Deliyiz biz deli, damarlarımızdaki kanı kurutup kurak ırmak havzalarında
su arıyoruz. Bir taraftan kardeşlik nutukları atarken öteki taraftan aklımızı
kardeşlerimizin canını almanın yeni yollarını keşfetmeye adıyoruz.
Tırnaklarımızı
kendi tenimize batırmak için uzatıyoruz. Oluk oluk akarken kendi kanımızı
seyrediyoruz. Kollarımızı kendi boynumuza doluyoruz, boğulan bedenimize
hayretler içinde bakıyoruz. Aklımızı kendi varoluşumuza kement kılıyor, ipi
atıyor, kendimizi kıskıvrak bağlayıp sonra da özgürlüğü dışarıda arıyoruz.
Hayır, güçlenmek yok etmenin gerekçesine dönüşmemeli. Güçlü olmak dünyayı
hayvan yasalarına terk etmenin eşiği olmamalı. Zihinsel güç dünyayı daha iyi
kavramanın, bedensel güç daha çok yeri keşfetmenin, ruhsal güç daha büyük hayaller
kurmanın vesilesi olmalı; kavrayışı afallatmanın, keşfi tökezletmenin ve ruhu
sefaletle buluşturmanın değil.
Doğal afet
gibidir savaş ama Tanrı merhametinden yoksun olması ve insani hırsla bütünleşmesi
onu çok daha yıkıcı kılıyor. Adı üzerinde, doğal afet, kendiliğinden gelen ve
her hangi bir öç alma duygusu taşımayan taşmadır, sahip olduğu fazlalıkları
atma, simetriyi ters tarafından yeniden kurmadır. İşini yapar, kenara çekilir,
onarmaya fırsat verir. Savaş ise böyle değildir. Kötülüğün bilkuvvede
çalışılarak bilfiil hale getirilmesidir ve gerisinde kötülük teorisi de
barındırdığı için geri dönüşsüz yaralar açar. Bir savaş, müzmin bir hastalık,
geriye dönüşsüz bir ölüm yolculuğudur.
Rusya Ukrayna’ya
savaş ilan etti ve dünya için yeni bir yoksunluk dönemi başladı. Birkaç yıl
önce Kiev’de bir konferansa gitmiştim. Şehirden inanılmaz keyif almış, geniş
caddelerine, bakımlı mimarisine, yemyeşil ormanlarına hayran kalarak anıya
dönüşsün diye yüzlerce resim çektirmiştim. O resimler hala durur ve arada bir
nostalji kabilinden bakarım. Hele şehri ikiye ayıran Dinyeper Irmağı’nın bir
kıyısı var ki oradan otele dönmek istemezdim. Şimdi, kaygılı gözlerle, gecenin
bir vaktinde şehrin üzerinde yıldızları susturan bombalar göğü yararak
ilerliyor, kim bilir hangi güzelliğin böğrüne ışık hızıyla inip tarumar ediyor.
Bir şehir inşa etmek belki yüzlerce seneyi alıyor ama bir şehri yerle bir etmek
için üç beş gün yetiyor. Bir şehir inşa etmek için insanlığın bütün yaratıcı
birikimini kullanmak gerekiyor ama onu yok etmek için bir savaş pilotunun
parmak ucuyla mekanizmaya dokunması yetiyor. Bir şehir inşa etmek için hayatın
her alanına yönelik uzmanlar, akademisyenler, mimarlar, yetişmiş insanlar
gerekiyor ama onu yok etmek için hiçbir vasfı olmamak yetiyor. Savaşlar bize
bir daha gösterir yapmanın ne kadar zor, yıkmanın ne kadar kolay olduğunu.