Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2969.22
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Harp, Tahrip, Harabe

Kendi dünyasının bir gün mutlaka yaşanmaz olacağı öngörüsüyle başka gezegenlerde yaşam arayan astronotlar atmosfere yaklaşırken bütün mutsuzluklarını, mahrumiyetlerini, rehin bıraktıkları her türden yoksunluklarını bir tarafa atıp biraz sonra o muhteşem maviliğe dokunacak tenlerinin hafifliğiyle tebessüm eder ve şöyle derler: Ne güzel bir dünyamız var ve biz onun siyah beyaz bir kopyasını bile bulamıyoruz.

Üzerinde hayatın olduğu tek gezegeni, üzerinde tek bir canlı kalmayana kadar yıkmaya kararlıyız. Mars’ta küçük bir su damlası ararken dünyada okyanusları kurutuyoruz ve buna şaşırmıyoruz. Mars’ta kımıldayan tek bir yosuna mucize diyecekken ormanları yakıyoruz, tabiatı yok ediyoruz ve bunu seyrediyoruz. Mars’ta insan görsek sevinçten yüreğimiz yarılacakken dünyada insan öldürmenin sayısız bilimsel keşfini yapıyoruz ve bunun adı bilim. Cildi cennet görünümlü gezegenimizin tenini incitmeye, tırmalamaya, acıtmaya, çizmeye, o ciltten cerahat akıtmaya kararlıyız ve bu strateji. Kararlıyız, bu dünyanın tek bir günü bile savaşsız geçmeyecek ve bunun adı güç gösterisi. Kararlıyız iyilik kötülüğün hiçbir zaman önüne geçmeyecek ve buna medeniyet diyoruz. Kararlıyız bütün güzelliklerimizi çirkinliğe çevirmeye, dünyanın sonunu getirmeye ve bunun adı sanat: İnsanı ve insanlığı yok etmenin sanatı.

Savaş kötüdür. Harp, tahrip ve harabe kelimelerinin aynı kökten gelmesi tesadüf değildir. Harbin olduğu her yerde ölümün simgeleri dolaşır. Çünkü harp muharebeyi, muharebe muharibi, muharip tahribi, tahrip de harabeyi beraberinde getirir ve hava birden değişir, yel kasırgaya döner, ortalık toz duman olur, taş taş üstünde kalmaz. Savaş, cehennemden dünyaya yöneltilmiş azgın alev topundan başka nedir? Her savaş cehennemin dünyadaki alanını genişletirken cennetten ödünç alınmış mekanları yakar, yıkar, onu yaşamın olmadığı gezegenlerdeki gibi soğuk bir katılığa irca eder.

Aklımızla bin yaşayalım. Biz hayatı kendimize zehir etmenin de dünyayı Mars’a ve Pluton’a benzetmenin de bir yolunu buluruz. Deliyiz aslında. Aklı başında olsak bir taraftan Mars’a yapay atmosfer, Pluton’a yapay güneş götürmenin bin türlü yolunu ararken öteki taraftan dünyayı güneşsiz ve göksüz bırakmanın stratejilerini üretir miyiz? Deliyiz biz deli, damarlarımızdaki kanı kurutup kurak ırmak havzalarında su arıyoruz. Bir taraftan kardeşlik nutukları atarken öteki taraftan aklımızı kardeşlerimizin canını almanın yeni yollarını keşfetmeye adıyoruz.

Tırnaklarımızı kendi tenimize batırmak için uzatıyoruz. Oluk oluk akarken kendi kanımızı seyrediyoruz. Kollarımızı kendi boynumuza doluyoruz, boğulan bedenimize hayretler içinde bakıyoruz. Aklımızı kendi varoluşumuza kement kılıyor, ipi atıyor, kendimizi kıskıvrak bağlayıp sonra da özgürlüğü dışarıda arıyoruz. Hayır, güçlenmek yok etmenin gerekçesine dönüşmemeli. Güçlü olmak dünyayı hayvan yasalarına terk etmenin eşiği olmamalı. Zihinsel güç dünyayı daha iyi kavramanın, bedensel güç daha çok yeri keşfetmenin, ruhsal güç daha büyük hayaller kurmanın vesilesi olmalı; kavrayışı afallatmanın, keşfi tökezletmenin ve ruhu sefaletle buluşturmanın değil.

Doğal afet gibidir savaş ama Tanrı merhametinden yoksun olması ve insani hırsla bütünleşmesi onu çok daha yıkıcı kılıyor. Adı üzerinde, doğal afet, kendiliğinden gelen ve her hangi bir öç alma duygusu taşımayan taşmadır, sahip olduğu fazlalıkları atma, simetriyi ters tarafından yeniden kurmadır. İşini yapar, kenara çekilir, onarmaya fırsat verir. Savaş ise böyle değildir. Kötülüğün bilkuvvede çalışılarak bilfiil hale getirilmesidir ve gerisinde kötülük teorisi de barındırdığı için geri dönüşsüz yaralar açar. Bir savaş, müzmin bir hastalık, geriye dönüşsüz bir ölüm yolculuğudur.

Rusya Ukrayna’ya savaş ilan etti ve dünya için yeni bir yoksunluk dönemi başladı. Birkaç yıl önce Kiev’de bir konferansa gitmiştim. Şehirden inanılmaz keyif almış, geniş caddelerine, bakımlı mimarisine, yemyeşil ormanlarına hayran kalarak anıya dönüşsün diye yüzlerce resim çektirmiştim. O resimler hala durur ve arada bir nostalji kabilinden bakarım. Hele şehri ikiye ayıran Dinyeper Irmağı’nın bir kıyısı var ki oradan otele dönmek istemezdim. Şimdi, kaygılı gözlerle, gecenin bir vaktinde şehrin üzerinde yıldızları susturan bombalar göğü yararak ilerliyor, kim bilir hangi güzelliğin böğrüne ışık hızıyla inip tarumar ediyor. Bir şehir inşa etmek belki yüzlerce seneyi alıyor ama bir şehri yerle bir etmek için üç beş gün yetiyor. Bir şehir inşa etmek için insanlığın bütün yaratıcı birikimini kullanmak gerekiyor ama onu yok etmek için bir savaş pilotunun parmak ucuyla mekanizmaya dokunması yetiyor. Bir şehir inşa etmek için hayatın her alanına yönelik uzmanlar, akademisyenler, mimarlar, yetişmiş insanlar gerekiyor ama onu yok etmek için hiçbir vasfı olmamak yetiyor. Savaşlar bize bir daha gösterir yapmanın ne kadar zor, yıkmanın ne kadar kolay olduğunu.