Harem'in sır odaları
Topkapı Sarayı; sırlarıyla, içinde
yaşananlarla dünyanın gıpta ile baktığı mekân. Nice tarihçiye, seyyaha,
sanatçıya ilham kaynağı. Anlatılmakla ifade edilemeyecek, yazılmakla
bitirilemeyecek dünyaya nizâmın verildiği kutlu bir miras.
Topkapı Sarayı’na doğru her adım
attığınızda ruhunuz bir çağı kapatıp yeni bir çağ açıyor. Abidevî Bâb-ı Hümâyûn
Kapısı, manevi ve sanatsal değeri yüksek çift tarafı yazılarla bezenmiş
süslemeleriyle insanı vurgun yemişe çeviriyor!.. Devrin ünlü hattatları
tarafından nakşedilen kitabeler, Bâb-ı Hümâyûn’un önünden geçen herkese hâlâ
hiç eskimeden anlamlı mesajlar veriyor...
Osmanlı’dan nefret edenler, yıllarca
Topkapı Sarayı’ndaki “Harem”ine dil
uzatarak âdeta Matild Manukyan’ın evlerinden bahseder gibi acımasızca saldırdı.
Amaç, özelde Osmanlı Hanedanı’nı genelde milleti itibarsızlaştırmaktı. Oysa
tarihe not düşülen Osmanlı’nın hayat felsefesi bambaşkaydı...
***
FATİH’İN İLK RESMÎ SARAYI BEYAZIT MEYDANI’NDAYDI
Bugünkü Topkapı Sarayı Müzesi’nin
kapladığı alan içinde M.Ö. 7. Yüzyılda etrafı surlarla çevrili Byzantion (Bizans) şehri bulunmaktaydı.
M.Ö. 1. Yüzyıla kadar Persler, Atinalılar, Ispartalılar, Makedonyalılar, Galatalar
bu şehre kadar gelmişlerdi. M.Ö. 1.
Yüzyılda Romalılar Anadolu’yu zapt etmeye başlayınca, Roma İmparatoru Septimus
Severus, Byzantion’u yerle bir etmiş ama
sonra yeniden daha geniş olarak kurmuş. Kentin ikinci kuruluşunu sürdüren Roma
İmparatoru Konstantin, burayı Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti yapmış. Bizans ve Konstantinopolis adlarının bir arada kullanılmasının nedeni bu
tarihsel gelişmenin sonucudur. İlk fetihnâmelerde Konstantiniye şehri olarak
adı geçen bu kentin İstanbul adını
yaygınlaştırması, Fatih’in İstanbul’u fethinden sonradır.
Fatih, İstanbul’u 29 Mayıs 1453’te
feth edince ilk sarayını Konstantiniye’nin önemli meydanlarından biri olan
Forum Tauri’ye yani bugünkü Beyazıt Meydanı’na kurdu. Büyük Camii’ni de kentin Havariun Kilisesi’nin ve İmparator
mezarlarının bulunduğu yere, bugünkü Fatih
Camii ve Külliyesi’nin ve kendi
türbesinin olduğu tepeye yaptırdı. İmparator lahitlerini akropol harabelerine
taşıtması da bu yüzdendir.
Beyazıt Meydanı’na yapılan ilk saray,
Fatih’in Resmî Sarayı idi. Osmanlı İmparatorluğu’nda her başkentte iki saray
yaptırmak artık gelenek olmuştu. Biri saltanatta bulunan padişahın oturduğu
Resmî Sarayı, öteki ise ondan önceki padişah ailesinin barındığı Eski Saray
idi. Devlet işleri Resmî Saray’da yürütülür, Eski Saray da Kara Harem Ağaları
denetiminde Resmî Saray’a bağlı bulunurdu.
TOPKAPI, OSMANLI’YA 375 YIL EV SAHİPLİĞİ YAPTI
Bursa’da başlayan bu gelenek Edirne’de
sürdürülmüştür. Fatih’in Beyazıt Meydanı’ndaki ilk sarayı Resmî Saray olunca,
Edirne’de babasının yaptırdığı ikinci saray da Eski Saray durumuna gelmiş.
Kal’ayı Cedidi Amire adı ile de
anılan Yeni Saray, Resmî Saray olarak kullanılmaya başlayınca Beyazıt’taki Yeni
Saray, Eski Saray durumuna gelmişti. 1465 yılında inşa edilmeye başlanan Yeni
Saray’a 1478’de taşınılmış. İlk taşınma sırasında Padişah Ailesi Eski Saray’da
bırakılmış, Yeni Saray’da da padişahın şahsı için Resmî Saray dışında, bugünkü
Çinili Köşk, o zamanki adıyla Sırça Sarayı ve Ferah Ferza inşa edilmiş. Bu köşk
ile Resmî Saray içindeki “tarzı Osmanî”
ile inşa edilen Has Oda arasında zamanla Harem Dairesi gelişmiş.
Yeni Resmî Saray’a Kal’ayı Cedid denmesinin nedeni,
surları, kuleleri ve hisar peçeleri ile Boğaz
Kesen Kulesi’ne (Rumeli Hisarı) benzetilmiş olmasındandır. Fatih zamanında Yeni Saray’ın, Bizans’tan
kalma İmparator kapısı önüne toplar yerleştirilmiş ve bu kapıya da Topkapı ismi verilmiş. Yeni Saray 375
yıl Resmî Saray olarak kullanılmış.
1854 yılında Sultan Abdülmecid, Dolmabahçe
Sarayı’nı yapıp, Resmî Saray’ı buraya taşıyınca Yeni Saray artık mukaddes
emanetlerin, iç hazinenin korunduğu ancak belli günlerde Padişah tarafından
ziyaret edilen Eski Saray’a dönüşmüş. Fakat Eski Saray adını hiç taşımamış,
halk arasında bile Topkapı Sarayı olarak anılmış. Taşınmadan sonra Kışlık Saray
adı da verilen Topkapı Sarayı’ında eski saraylılar oturmaktaymış.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Topkapı Sarayı Müzesi adı ile halka
açılan Büyük Saray’ın (1924), ancak
içkale kısmı müze olarak gezilebilmektedir. Sarayın bahçesi, Gülhane Parkı
yapılmış, Arkeoloji Müzeleri, Devlet Basımevi, Gülhane Hastahanesi gibi çeşitli
binalar, saray mekânı içini kaplamıştır. Bu mimari birlik içinde müzenin en
büyük kısmını Harem Dairesi
oluşturmaktadır.
SARAYDAKİ “5 YER”İN KENDİNE HAS ÖZELLİKLERİ VAR
BİRİNCİ YER / Resmî Saray’ın dışında kalan, Resmî
Saray ile kent arasındaki bağlantıyı sağlayan sahalara (Edirne’de nehirler, Topkapı Sarayı’nda surlar, Yıldız ve Dolmabahçe Sarayları’nda bahçeler, bahçe duvarları, kışlalar, cirit
meydanları, bostanlar, spor sahaları ve deniz, sarayı dış dünyadan ayıran ve
yine onu dış dünyaya bağlayan çevre unsurlarıdır) “Birinci Yer” adı verilir. Birinci Yer’e Bâb-ı Hümâyun ile girilirdi
ama bunun dışında Soğuk Çeşme Kapısı, Demir Kapı, Topkapı, Değermen Kapı,
Balıkhane Kapısı, Otluk Kapı gibi kapılar da saray içinin önemli giriş
kapılarıydı.
İKİNCİ YER / Devlet işlerinin yürütüldüğü, Kubbe Altı ve Adalet Kasrı ile Hazine’nin
bulunduğu avluya “İkinci Yer’
denirdi. Namazgâh da İkinci Yer’de bulunurdu. Bu avluya at ile yalnız padişah
girebilirdi. Nerkis (gut) hastalığına yakalanmış vezirlere de bu avluya at ile
girme izni verilirdi.
ÜÇÜNCÜ YER / İkinci Yer’i Üçüncü Yer’e bağlayan
Orta Kapı’nın tam karşısında Üçüncü Yer’e geçiş sağlayan Babüssaâde’yi
beklemekle görevli Akağaların Koğuşu, Üçüncü Yer ile İkinci Yer arasında Hazine
Dairesi’ne kadar uzanır. “Üçüncü Yer”,
padişahın şahsını korumakla görevli askerlerinin, şahsına ait Taht Odası’nın, Enderun Mektebi’nin, İç
Hazine’nin, Akağalar Camii’nin, Kuşhane’nin, vezir ve elçileri kabul
ettiği Arz Odası’nın, Saray Kütüphanesi’nin bulunduğu yerdir.
Has Oda ve bu odanın Kırk Bekçisinin Koğuşu, Kilerli, Seferli, Doğancı
Koğuşları, Silahtar Hazinesi, Padişah Köşkü ve Hamamı, 16. Yüzyıldan sonra
Mukaddes Emanetler’in bulunduğu binalar hep Üçüncü Yer’e dahildir. Buraya
Harem-i Hümâyun yani padişaha ait yasak bölge denir. Padişah Ailesi’nden yalnız
şehzâdeler sünnet olacakları zaman, babalarının elini öpebilmek, Sünnet
Odası’na geçebilmek için buradan yaya olarak Has Oda’ya, oradan da Sünnet
Odası’na girebilirlerdi.
DÖRDÜNCÜ YER /Saray ilk inşa edildiği zaman bu avluyu çevreleyen Silahtar, Kilerli, Hazine Kethüdası Koğuşları, sur niteliğinde yapılmıştır. Kilerli Koğuşu’nun altından
geçen meyilli bir yol ile Üçüncü Yer, Dördüncü Yer’e bağlanır. “Dördüncü Yer” iki kısımdan oluşur. Birinci
kısım, Hisar peçe niteliğini kaybetmiş olan Hekimbaşı Kulesi ile Bağdat
Kasrı arasındaki dendanlı sur ile çevrili set üzerindeki kısım. İkinci kısım ise, Sofa Camii ile Mecidiye
Kasrı’nın bulunduğu daha alçak seviyedeki kısımdır. Bu iki seviyeden biri
meyilli yol ile Beşinci Yer’e inilir.
BEŞİNCİ YER / Dördüncü Yer’in dışında kalan Mecidiye Kasrı, Gotlar Sütunu karşısındaki bugünkü Kuleli Giriş Kapısı, Büyük
Havuz, Karakol, İncirlik adı verilen asma bahçe ve bu
seviyenin 8 metre altındaki Fil Bahçesi,
Beşinci Yer’i oluşturur.
HAREM DAİRESİ’NDE PADİŞAH VE AİLESİ YAŞARDI
İncirlik sonunda Padişah Evi’nin yani Harem
Dairesi’nin yüksek duvarları vardır. İncirlik’ten
Harem’e doğrudan geçiş olmasa bile
daha aşağıdaki Fil Bahçesi’nden Harem’e geçmek mümkündür.
Padişahın resmî hayatı, yönetim
ilişkileri, elçileri kabulü hep Harem-i Hümâyun’da geçerdi. Padişah’ın yatıp
kalktığı Has Oda, Silahtar Hazinesi, Kırk Has Oda’nın barındığı Koğuş da
Harem-i Hümâyun’dur. Harem-i Hümâyun’u, Padişah Evi’ne yani Harem Dairesi’ne
bağlayan tek kapıdır.
Padişah Evi’nin üç esas bölümünü gösteren üç ayrı kapısı
vardır: Birinci kapı,
padişah, şehzâdeler ve konukların kullandığı, Altın Yol’a açılan kapı. İkinci kapı, Valide Sultan, hasekiler,
gözdeler, ikballer ve konukların kullandığı, Valide Taşlığı’na açılan kapıdır. Üçüncü kapı ise, Padişah Ailesi’nden
olmayan kadınların, cariyelerin, ustaların, kalfaların kullandığı kapıdır.
Padişah Sarayı’nda Harem Dairesi adı verilen mekânlar, Padişah ile Padişah Ailesi’nin birlikte
yaşadığı bölümlerdir. Padişah resmî hayat dışındaki yaşama biçimi burada
geçer. Harem Dairesi’nin gerek mimarî
tarihi, gerekse içindeki yaşama biçimi ile ilgili bilgiler, yazılı
kaynaklarda hemen hemen hiç rastlanmamaktadır.
Harem’in mimarî tarihi; Fatih Sultan Mehmed dönemini
başlangıç, Kanunî Sultan Süleyman dönemini ilk ekler, 3. Murad’dan sonraki
dönemi de 1854’te Dolmabahçe Sarayı’na taşınıncaya kadar gelişme dönemi olarak
adlandırılabilir. Bu taşınmadan sonra Harem Dairesi
içindeki mekânlar gelişigüzel ek ve değiştirmeler ile özgün niteliğini
yitirmiş, Harem bozulma dönemine girmiştir.
“PADİŞAH
EVİ”Nİ VALİDE SULTAN YÖNETİRDİ
Padişahın annesinin, çocuklarının,
hasekilerinin, gözdelerinin ve onların emrinde çalışan Kadın Saray Ustaları, Kalfaları,
Cariyeleri ile cariyelere hizmet eden Horendegan
Ocağı üyelerinin yaşadığı yer olan Harem’de Padişah’ın Ailesi ile özel hayatı
yaşanırdı. Evin yönetim başkanı padişahın annesi Valide Sultan’dır.
Dünya ile ilişkisi kesilmiş olsa bile,
Harem’in iç dünyasının mimarîsi, içinde yaşayanları rahat ettirmek, mutlu
kılmak, zevk vermek amacı ile biçimlenmiştir.
Topkapı Sarayı’ndaki Harem’in bir
başka adı da “Kışlak Sarayı”dır.
Padişah Ailesi bahar ve yaz aylarında padişah ile birlikte bu saray dışında,
İstanbul’un değişik semtlerinde bulunan baharlık ve yazlık saraylarda da
kaldıkları için saraya bu ad verilmiştir.
Ailesi ile beraber olmak isteyen
padişah, Harem-i Hümâyun’dan en kısa yol olan Demir Kapı ile Mabeyn
Dairesi’nden geçip Altın Yol aracılığı ile kimseye görünmeden Hasekiler
Dairesi’ne, istediği hasekinin yanına girebilirdi. Kuşhane Mutfağı da Altın Yol
üzerindedir. Padişaha yemek bu mutfakta özel olarak hazırlanırdı.
*
YÜKSEK MİMAR EYÜBOĞLU ESERİ YAZMAK İÇİN KILI KIRK YARMIŞ!..
Türk kültür ve sanatıyla ilgili zengin
mirasımızın bilinmeyen ya da az bilinen taraflarını gün ışığına çıkarmak için
devam eden çalışmalara bir yenisini eklemek için “Topkapı Sarayı’nda Padişah Evi Harem” adlı eser Mualla Anhegger Eyüboğlu ilk defa 1986’da
kaleme almış. Eyüboğlu, Osmanlı İmparatorluğu saray mimarîsinin özgün örneği
olan bu sarayda Harem Dairesi’nin onarımında uzun yıllar sorumlu olarak çalışan
yüksek mimar olmasından dolayı derin bilgi ve gözlemlerini okurlarla paylaşmış.
Yalnız Türk Osmanlı kültürüne âşina
olanlar değil, bütün dünyanın ilgisini çeken Saray Haremi ve Harem hayatının
daha iyi tanınmasına vesile olmak için, Harem’in onarım çalışmaları esnasında
aşama aşama çekilmiş fotoğraflarla süslenen eser, araştırmacılar içinde kaynak
eser olarak kamuoyunun istifadesine sunulmuş.
Yapı Kredi Yayınları, ilk baskısı
1986 yılında yapılan “Topkapı Sarayı’ndaki
Padişah Evi Harem”
kitabını günümüz yazım kurallarına uyarlayarak yeniden okuruyla buluşturmuş. İyi
de yapmış. Tabi “iyi yapmış” demek kolay da, böyle bir eseri ortaya koymak için
benzer ifadeyi kullanmak mümkün değil. Neden mi? Bürokratik engeller ve dahi
engellemeler yüzünden.
Kitabın sayfalarını aralayıp “Padişah Evi”ne girmeye hazırlanırken
Mualla Anhegger Eyüboğlu, “T.C. Kültür
ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle kolayca, araştırmacılar tarafından
kullanılamaması da yapılan yayınların gerçek verilere dayanmasını engellemektedir.
Bunun için ben de kendime ait malzemeye dayanarak bu kitabı hazırlamak
durumunda kaldım” ifadeleriyle karşılıyor eserin selamlığında.
*
TOPKAPI SARAYI, AYAKTA KALAN TEK MİMARÎ KALINTI
Eyüboğlu, Topkapı Sarayı içinde
bulunan Padişah Evi’nin (Harem) değişik mekânlarının mimarîsi,
burada yaşamış olanlarla yakından ilişkilendirmiş. Bu kitabın amacı Harem
içindeki mekânların, mimarî yapısına bakarak işlevlerini belirlemeye çalışmış.
Padişah Evi hakkında bilgi veren yazılı kaynakların hâlâ gün ışığına çıkmamış
olması, saray mimarîsindeki karanlık noktaların aydınlatılamamasına da neden
olduğunu ifade ederek, en doğru bilgilerin saray arşivindeki belgelerde
olduğunu ifade etmiş.
Topkapı Sarayı yalnız “Resmî Saray” olarak kullanılmamış, Dolmabahçe Sarayı resmî saray olunca “Eski Saray” olarak kullanılmış. Topkapı Sarayı’ndan önce inşa edilmiş
olan Bursa, Manisa ve Edirne’deki padişah sarayları hiçbir mimarî iz
bırakmadan kaybolurken, Topkapı dünyanın
en önemli sarayları arasındaki yerini korumaktadır. Topkapı Sarayı (özellikle Harem Dairesi) Osmanlı padişah evinin
yaşama biçimini ve özelliklerini yansıtabilen tek mimarî kalıntıdır.
Eyüboğlu, bu sarayın Harem Dairesi’nde
1961-1971 yılları arasında yaptığı onarımlar sırasında gördüğü, bulduğu,
okuduğu ve öğrendiği bilgileri, mimarî kalıntılara bakarak, onları inceleyerek
edindiği izlenimleri, Saray’a ilgi duyanlara aktarmak için bazı önemli ipuçları
vermeye gayret etmiş. Bununla birlikte Harem hakkında yabancı kaynaklarda
verilen, çoğu abartılı ve kasıtlı ve yanlış bilgiyi düzeltmeyi amaçlamış.
***
TOPKAPI SARAYI HÂLÂ DÜNYAYA HUZUR VERİYOR...
Harem Dairesi’nin üzerinde yükselen
Adalet Kulesi, günahlardan arınmış sevdalarla asırlar ötesinden müjdeli
haberler veriyor; hâlâ bir parça simit kapabilmek için vapurları göz hapsinde
tutan martılar eşliğinde... Hüzünle izliyor bizi Topkapı Sarayı, yüzyıllar
ötesinden... Şehzadelere söylenen ninniler... Dünyaya huzur için yazılan
fermanlar... Sultanlardan dilenen amanlar... Sûrre Alayları ile kutsal
topraklara gönderilen selamlar... Önüne sermiş planını “şu tepede de okunsun ezanlar” diyor Sinanlar... Sefere çıkan ordu
için ellerde Kur’an’lar, gönüllerde dualar... Kendinden geçmiş Topkapı’yı
seyrediyor semalar... Belki de... Belki de içinden; “dünyanın gözbebeği, taşı-toprağı altın İstanbul” diyerek geçiyor
kendisinden. Ne suyu, ne toprağı, ne boğazı, ne adaları; semaya yükselen
kandilleridir, müjdeli şehir İstanbul’u altından daha kıymetli kılan.
***
MUALLA EYÜBOĞLU ANHEGGER KİMDİR?..
Mutasarrıf Rahmi bey ve Lütfiye hanımdan
olma Mualla Eyüboğlu, 13 Mart 1919’da
Sivas sancağına bağlı Aziziye kazasında
(günümüzde Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesi) doğar. Köklü bir aileye sahip olan
Mualla Eyüboğlu’nun anne tarafı saraylı, baba tarafı ise Selahaddin Eyyubi sülalesine mensuptur. Eyübzâdelerin son kuşağı
olan Mualla Eyüboğlu, 5 çocuklu (Sabahattin, Bedri Rahmi, Nezahat ve Mustafa)
ailenin dördüncü çocuğudur.
Çocukluğu, Kurtuluş Savaşı döneminde
Kütahya ve Artvin illerinde geçer. Babasının Mustafa Kemal Paşa’nın teklifi ile
2. Dönem Büyük Millet Meclisi'nde
Trabzon milletvekili olması üzerine ilköğrenimini Trabzon’da yapar. 1931’de
ailesinin İstanbul'a taşınmasından sonra eğitimine İstanbul Kız Lisesi’nde devam ettirir. Üniversite eğitimini Devlet Güzel Sanatlar Akademisi
mimarlık bölümünde tamamlayarak mezun olur. 1942 yılında akademiden mezun olan
dört kadın mimardan birisi olan Eyüboğlu, eğitimini tamamladıktan sonra
Ankara'ya, ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu'nun
yanına gider. Kayıt yaptırdığı Köy
Enstitüsü’nün Yapı Kolu’nun başına getirilmesi bütün hayatını değiştirir.
İlk mimarlık çalışmalarına konservatuvar binasını, marangoz atölyelerini,
hamamı, kantini inşa ederek başlayan Eyüboğlu, zamanla kazandığı “Mimar-Öğretmen” unvanıyla Anadolu'nun dört
bir bucağını inşâ ve ihyâ etmek için gayret eder.
1942-1947 yılları arasında Hasanoğlan
Köy Enstitüsü’nde Yapı Kolu Başkanı olarak görev yapan Eyüboğlu, Aydın Ortaklar
Köy Enstitüsü'nde çalışırken yakalandığı zehirli sıtma yüzünden İstanbul’a
döner. Bir süre sonra Güzel Sanatlar Akademisi Mimari Bölümü’nün Yüksek
Şehircilik ve Tasarı Geometri Kürsüsü’ne asistan olarak girer.
Fakat Anadolu’yu da ihmal etmez. Kâh Alman
ve Fransız arkeologlarla Efes ve Yazılıkaya kazılarında çalışır, kâh Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu raportörü olur, kâh Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi, Süleymaniye Külliyesi, Siyavuşpaşa Köşkü, İstanbul'un fethiyle
özdeşleşen Rumeli Hisarı ve Topkapı Sarayı’nın Harem Dairesi başta
olmak üzere birçok tarihî yapının restorasyonunu yönetir, bu eserlerin tekrar
ayağa kalkmasında rol alır. Ressam-şair
Bedri Rahmi Eyüboğlu ve yazar
Sabahattin Eyüboğlu'nun kız kardeşi, Türkiye'nin ilk kadın mimarlarından
Mualla Eyüboğlu, 90 yıllık hayatında Anadolu'nun her köşesinde mimarî
çalışmalara imza atar.
Mualla Eyüboğlu, Yahya Kemal Beyatlı, Necip
Fazıl Kısakürek gibi önemli isimlerin bir arada ağırlandığı bir aile
ortamında büyür. Daha sonraki yıllarda ağabeyleri Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Sabahattin
Eyüboğlu vasıtasıyla bu entelektüel ortam ve ilişkileri sürdürerek; Cevat Şakir, Azra Erhat Halet Çambel, Orhan
Veli, Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal, Âşık Veysel, Ruhi Su, Mîna Urgan gibi dönemin sanat ve
edebiyat çevresinden kişileri yakından tanıma imkânı bulur.
Anadolu’yu tek başına karış karış
gezen güzeller güzeli Mualla hanımefendiye çevresindeki birçok isim tutulur. Ancak
onun gönlü sınıf arkadaşı Celal Kunt’a düşer, fakat platonik duygulardan öteye
gitmez. Annesi Lütfiye Hanım içine sindiremese de, Rumeli Hisarı‘nın 1958
yılında halka açıldığı dönemde yaklaşık dokuz
yıldır tanıdığı Türkolog Alman Dr.
Robert Anhegger’le evlenir.
Farklı inanç ve kültürlere sahip
olmalarına rağmen yaklaşık yarım asır bir aile oluşturan Anhegger çifti,
Galata'daki tarihî Doğan Apartmanı’ndaki dairelerinde mutlu bir yaşam sürer. Anhegger
çifti, Anadolu'nun her köşesinden olduğu gibi dünyanın birçok bölgesinden
toplanmış tarihi eşyalarla evlerini âdeta müzeye dönüştürür. Eyüboğlu'nun
orijinal hat, tezhib, minyatür örneklerinden tablolara, ahşap, mermer ve
çeşitli metallerle düzenlenmiş evinde ayrıca Türkçe, Osmanlıca, İngilizce ve
Almanca çok sayıda kitap, müzik aletleri, porselen takımlar, müzik aletleri ve
daha birçok eser yer alır. Bu evde yıllarca dost meclisleri kurulur; kâh
bendir, ud ve saz eşliğinde meşk edilir, kâh şiire, edebiyata ve sanata dair
sohbetler birbirini kovalar.
Hollanda’da Türk kültürü üzerine
çalışmalar yapan Dr. Robert Anhagger’in 27 Mart 2001’de Hollanda’da vefat
etmesi üzerine, Mualla hanım bir hayli etkilenir, kabuğuna çekilir. Eşini
kaybettikten sonra yaşamını İstanbul Beyoğlu'nda bulunan Doğan Apartmanı'ndaki
müze evinde tek başına sürdürür. 2003 yılında Hitit Güneşi Mualla Eyuboğlu Anhegger adlı bir kitap yayımlar. 2008’de
ise Mimarlar Odası Mimarlığa Katkı Dalı
Başarı Ödülü’ne layık görülür.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki
eğitim seferberliğinin simgesi olan Köy Enstitüleri’nin mimarı; Anadolu ve
İstanbul'un mimarisine, kültürüne yaptığı restorasyon çalışmalarıyla damgasını
vuran Yüksek Mimar Mualla Eyüboğlu Anhegeer, evinde tek başına olduğu halde kalp yetmezliği sebebiyle 16 Ağustos 2009 Pazar günü İstanbul’da vefat eder. Sessiz sedasız
göçen Eyüboğlu'ndan geriye zarif bir tarzla restore ettiği ölümsüz eserler
kalır.
***
DOĞAN APARTMANI KİMLERE EV SAHİPLİĞİ YAPMAMIŞ Kİ...
Tarih içinde tarihtir İstanbul’un her
sokağı, mahallesi, caddesi, semti. Her adım attığınızda iç içe geçmiş
tarihlere, medeniyetlere, kültürlere, inançlara, yapılara, rengarenk
yaşantılara şahitlik edersiniz.
Asya ve Avrupa kıtaları arasında köprü
olan bu güzel şehirde, tarihi yansıtan birbirinden güzel mimari eserler
bulunuyor. İşte bugün “Topkapı Sarayı’ndaki
Padişah Evi Harem” eserinden bahsettiğimiz Mualla Anhegger Eyüboğlu’nun uzun yıllar yaşayıp son nefesini
verdiği Doğan Apartmanı da bunlardan
birisi.
Beyoğlu’nun simge yapısı Galata
Kulesi’nin gölgesinin düştüğü Şahkulu Mahallesi, Serdar-ı Ekrem Sokağı, Numara
30’da bulunan Doğan Apartmanı, dev cüssesiyle, yeşilliklerin neşe saçtığı
avlusuyla, mimarî yapısıyla herkesi kendine hayran bırakıyor.
Prusya Şansölyesi Otto von Bismarck,
1860’larda İstanbul’da bulunan temsilcisine bir elçilik binası inşa ettirmek
için arsa satın aldırmış. Üzerinde Mehmed Paşa’nın geleneksel Türk
mimarisiyle yapılmış konağı yıkılarak yaklaşık 1700 metrekarelik arsada
1892-1895 yılları arasında Prusya Devleti için iki katlı elçilik binası yapılmış. Bu bina Prusya Elçiliği olarak hizmet vermeye başlamış.
Ancak elçilik daha sonra buradan
taşınınca bina Belçikalı banker bir aile olan Helbig ailesi tarafından 1894 yılında alınarak Helbig Apartmanı olarak anılmaya başlamış. Bina inşa edildiği dönemde, seçkin aileleri
ağırlamak için kiralık bir konut olarak İtalyan mimari tarzında yeniden
tasarlanarak “U” şeklinde dizayn
edilmiş. Apartmanın bahçe düzenlemesini ise İngiltere Başkonsolosu Roger
Short’un eşi Victoria Short yapmış.
1919 yılında sahibinin ölmesiyle
birlikte açık artırmayla o dönem Osmanlı topraklarında yaşayan Mair de Botton’a satılmış. İsmi ise Botton Han olarak değiştirilmiş. Ancak
bina 1929’da borçlanma nedeniyle ipotek edilmiş, ardından satılmış. Binanın
yeni sahibi Berlin merkezli Victoria
Sigorta Şirketi olmuş. Binanın yeni ismi ise Victoria Han olmuş.
1942 yılında ise bu tarihi bina Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu ve siyasetçi
olan Kâzım Taşkent tarafından satın
alınmış. İsviçre Alpler’inde kayak yaparken çığ düşmesi sonucu hayatını
kaybeden oğlu Doğan’ın ismini
vermiş. 1950’lerden 1970’lere kadar geçen sürede ise Doğan Apartmanı’ndaki
daireler tek tek satılarak kişisel mülk olmuş.
Yavuz Turgul’un yazıp yönettiği, Şener Şen ve Uğur Yücel’in başrolde olduğu “Muhsin
Bey” ve “Eşkıya” gibi unutulmaz
filmlerin bazı sahneleri bu apartmanda çekilmiş. Film çekimlerinin yanında klip
çekimlerine, reklam filmlerine ev sahipliği yapmış.
Bir ucunda Müeyyedzâde Camii diğer
ucunda Kırım Kilisesi bulunan 30 Numaralı Doğan Apartmanı, devasa yapısıyla, tarihî
asansörüyle, yeşil panjurlu pencereleriyle, kocaman avlusuyla, avluyu
sarmalamış taş duvarlarıyla başka bir dünyaya açılıyor. Tek giriş kapısıyla
giriş yapılan 4 blok, 6 kat ve 49 daireden oluşan apartman, dillere destan
eşsiz manzarasıyla, terasındaki kütüphane ve spor salonuyla burada yaşayanlara
mutluluk kaynağı oluyor.
Sırrını İstanbul, önünü muhteşem boğaz
manzarasına dönmüş haliyle bu içine kapalı apartmanın avlusunu çevreleyen 49
daire; ne acılar, ne sevinçler, ne hüzünler yaşanmış; kimler gelmiş kimler
geçmiş. Araştırmacı-yazar Rasih Nuri
ve Bedia İleri, İstanbul Barosu
Başkanı Yücel Sayman, sinema
oyuncusu Şener Şen, şovmen, oyuncu,
tiyatro ve klip yönetmeni, yapımcı, seslendirme sanatçısı ve fotoğrafçı Okan Bayülgen, şarkıcı Teoman Yakupoğlu, Tarkan Tevetoğlu, Sezen Aksu
bu isimlerden sadece birkaçı.
Yüzyılı aşkın bir zamandır bağrını
İstanbul sevdalılarına açan Doğan Apartmanı yüksek duvarlarının ardında
yaşananları sükûnetinin ardına gizleyen varlığıyla geçmişten geleceğe taşıyor.