Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
18 Ocak 2023

Harem'in sır odaları


Topkapı Sarayı; sırlarıyla, içinde yaşananlarla dünyanın gıpta ile baktığı mekân. Nice tarihçiye, seyyaha, sanatçıya ilham kaynağı. Anlatılmakla ifade edilemeyecek, yazılmakla bitirilemeyecek dünyaya nizâmın verildiği kutlu bir miras.

Topkapı Sarayı’na doğru her adım attığınızda ruhunuz bir çağı kapatıp yeni bir çağ açıyor. Abidevî Bâb-ı Hümâyûn Kapısı, manevi ve sanatsal değeri yüksek çift tarafı yazılarla bezenmiş süslemeleriyle insanı vurgun yemişe çeviriyor!.. Devrin ünlü hattatları tarafından nakşedilen kitabeler, Bâb-ı Hümâyûn’un önünden geçen herkese hâlâ hiç eskimeden anlamlı mesajlar veriyor...

Osmanlı’dan nefret edenler, yıllarca Topkapı Sarayı’ndaki “Harem”ine dil uzatarak âdeta Matild Manukyan’ın evlerinden bahseder gibi acımasızca saldırdı. Amaç, özelde Osmanlı Hanedanı’nı genelde milleti itibarsızlaştırmaktı. Oysa tarihe not düşülen Osmanlı’nın hayat felsefesi bambaşkaydı...

***

FATİH’İN İLK RESMÎ SARAYI BEYAZIT MEYDANI’NDAYDI

Bugünkü Topkapı Sarayı Müzesi’nin kapladığı alan içinde M.Ö. 7. Yüzyılda etrafı surlarla çevrili Byzantion (Bizans) şehri bulunmaktaydı. M.Ö. 1. Yüzyıla kadar Persler, Atinalılar, Ispartalılar, Makedonyalılar, Galatalar bu şehre kadar gelmişlerdi. M.Ö. 1. Yüzyılda Romalılar Anadolu’yu zapt etmeye başlayınca, Roma İmparatoru Septimus Severus, Byzantion’u yerle bir etmiş ama sonra yeniden daha geniş olarak kurmuş. Kentin ikinci kuruluşunu sürdüren Roma İmparatoru Konstantin, burayı Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti yapmış. Bizans ve Konstantinopolis adlarının bir arada kullanılmasının nedeni bu tarihsel gelişmenin sonucudur. İlk fetihnâmelerde Konstantiniye şehri olarak adı geçen bu kentin İstanbul adını yaygınlaştırması, Fatih’in İstanbul’u fethinden sonradır.

Fatih, İstanbul’u 29 Mayıs 1453’te feth edince ilk sarayını Konstantiniye’nin önemli meydanlarından biri olan Forum Tauri’ye yani bugünkü Beyazıt Meydanı’na kurdu. Büyük Camii’ni de kentin Havariun Kilisesi’nin ve İmparator mezarlarının bulunduğu yere, bugünkü Fatih Camii ve Külliyesi’nin ve kendi türbesinin olduğu tepeye yaptırdı. İmparator lahitlerini akropol harabelerine taşıtması da bu yüzdendir.

Beyazıt Meydanı’na yapılan ilk saray, Fatih’in Resmî Sarayı idi. Osmanlı İmparatorluğu’nda her başkentte iki saray yaptırmak artık gelenek olmuştu. Biri saltanatta bulunan padişahın oturduğu Resmî Sarayı, öteki ise ondan önceki padişah ailesinin barındığı Eski Saray idi. Devlet işleri Resmî Saray’da yürütülür, Eski Saray da Kara Harem Ağaları denetiminde Resmî Saray’a bağlı bulunurdu.

TOPKAPI, OSMANLI’YA 375 YIL EV SAHİPLİĞİ YAPTI

Bursa’da başlayan bu gelenek Edirne’de sürdürülmüştür. Fatih’in Beyazıt Meydanı’ndaki ilk sarayı Resmî Saray olunca, Edirne’de babasının yaptırdığı ikinci saray da Eski Saray durumuna gelmiş.

Kal’ayı Cedidi Amire adı ile de anılan Yeni Saray, Resmî Saray olarak kullanılmaya başlayınca Beyazıt’taki Yeni Saray, Eski Saray durumuna gelmişti. 1465 yılında inşa edilmeye başlanan Yeni Saray’a 1478’de taşınılmış. İlk taşınma sırasında Padişah Ailesi Eski Saray’da bırakılmış, Yeni Saray’da da padişahın şahsı için Resmî Saray dışında, bugünkü Çinili Köşk, o zamanki adıyla Sırça Sarayı ve Ferah Ferza inşa edilmiş. Bu köşk ile Resmî Saray içindeki “tarzı Osmanî” ile inşa edilen Has Oda arasında zamanla Harem Dairesi gelişmiş.

Yeni Resmî Saray’a Kal’ayı Cedid denmesinin nedeni, surları, kuleleri ve hisar peçeleri ile Boğaz Kesen Kulesi’ne (Rumeli Hisarı) benzetilmiş olmasındandır. Fatih zamanında Yeni Saray’ın, Bizans’tan kalma İmparator kapısı önüne toplar yerleştirilmiş ve bu kapıya da Topkapı ismi verilmiş. Yeni Saray 375 yıl Resmî Saray olarak kullanılmış.

1854 yılında Sultan Abdülmecid, Dolmabahçe Sarayı’nı yapıp, Resmî Saray’ı buraya taşıyınca Yeni Saray artık mukaddes emanetlerin, iç hazinenin korunduğu ancak belli günlerde Padişah tarafından ziyaret edilen Eski Saray’a dönüşmüş. Fakat Eski Saray adını hiç taşımamış, halk arasında bile Topkapı Sarayı olarak anılmış. Taşınmadan sonra Kışlık Saray adı da verilen Topkapı Sarayı’ında eski saraylılar oturmaktaymış.

Cumhuriyet’in ilanından sonra Topkapı Sarayı Müzesi adı ile halka açılan Büyük Saray’ın (1924), ancak içkale kısmı müze olarak gezilebilmektedir. Sarayın bahçesi, Gülhane Parkı yapılmış, Arkeoloji Müzeleri, Devlet Basımevi, Gülhane Hastahanesi gibi çeşitli binalar, saray mekânı içini kaplamıştır. Bu mimari birlik içinde müzenin en büyük kısmını Harem Dairesi oluşturmaktadır.

SARAYDAKİ “5 YER”İN KENDİNE HAS ÖZELLİKLERİ VAR

BİRİNCİ YER / Resmî Saray’ın dışında kalan, Resmî Saray ile kent arasındaki bağlantıyı sağlayan sahalara (Edirne’de nehirler, Topkapı Sarayı’nda surlar, Yıldız ve Dolmabahçe Sarayları’nda bahçeler, bahçe duvarları, kışlalar, cirit meydanları, bostanlar, spor sahaları ve deniz, sarayı dış dünyadan ayıran ve yine onu dış dünyaya bağlayan çevre unsurlarıdır) “Birinci Yer” adı verilir. Birinci Yer’e Bâb-ı Hümâyun ile girilirdi ama bunun dışında Soğuk Çeşme Kapısı, Demir Kapı, Topkapı, Değermen Kapı, Balıkhane Kapısı, Otluk Kapı gibi kapılar da saray içinin önemli giriş kapılarıydı.

İKİNCİ YER / Devlet işlerinin yürütüldüğü, Kubbe Altı ve Adalet Kasrı ile Hazine’nin bulunduğu avluya “İkinci Yer’ denirdi. Namazgâh da İkinci Yer’de bulunurdu. Bu avluya at ile yalnız padişah girebilirdi. Nerkis (gut) hastalığına yakalanmış vezirlere de bu avluya at ile girme izni verilirdi.

ÜÇÜNCÜ YER / İkinci Yer’i Üçüncü Yer’e bağlayan Orta Kapı’nın tam karşısında Üçüncü Yer’e geçiş sağlayan Babüssaâde’yi beklemekle görevli Akağaların Koğuşu, Üçüncü Yer ile İkinci Yer arasında Hazine Dairesi’ne kadar uzanır. “Üçüncü Yer”, padişahın şahsını korumakla görevli askerlerinin, şahsına ait Taht Odası’nın, Enderun Mektebi’nin, İç Hazine’nin, Akağalar Camii’nin, Kuşhane’nin, vezir ve elçileri kabul ettiği Arz Odası’nın, Saray Kütüphanesi’nin bulunduğu yerdir. Has Oda ve bu odanın Kırk Bekçisinin Koğuşu, Kilerli, Seferli, Doğancı Koğuşları, Silahtar Hazinesi, Padişah Köşkü ve Hamamı, 16. Yüzyıldan sonra Mukaddes Emanetler’in bulunduğu binalar hep Üçüncü Yer’e dahildir. Buraya Harem-i Hümâyun yani padişaha ait yasak bölge denir. Padişah Ailesi’nden yalnız şehzâdeler sünnet olacakları zaman, babalarının elini öpebilmek, Sünnet Odası’na geçebilmek için buradan yaya olarak Has Oda’ya, oradan da Sünnet Odası’na girebilirlerdi.

DÖRDÜNCÜ YER /Saray ilk inşa edildiği zaman bu avluyu çevreleyen Silahtar, Kilerli, Hazine Kethüdası Koğuşları, sur niteliğinde yapılmıştır. Kilerli Koğuşu’nun altından geçen meyilli bir yol ile Üçüncü Yer, Dördüncü Yer’e bağlanır. “Dördüncü Yer iki kısımdan oluşur. Birinci kısım, Hisar peçe niteliğini kaybetmiş olan Hekimbaşı Kulesi ile Bağdat Kasrı arasındaki dendanlı sur ile çevrili set üzerindeki kısım. İkinci kısım ise, Sofa Camii ile Mecidiye Kasrı’nın bulunduğu daha alçak seviyedeki kısımdır. Bu iki seviyeden biri meyilli yol ile Beşinci Yer’e inilir.

BEŞİNCİ YER / Dördüncü Yer’in dışında kalan Mecidiye Kasrı, Gotlar Sütunu karşısındaki bugünkü Kuleli Giriş Kapısı, Büyük Havuz, Karakol, İncirlik adı verilen asma bahçe ve bu seviyenin 8 metre altındaki Fil Bahçesi, Beşinci Yer’i oluşturur.

HAREM DAİRESİ’NDE PADİŞAH VE AİLESİ YAŞARDI

İncirlik sonunda Padişah Evi’nin yani Harem Dairesi’nin yüksek duvarları vardır. İncirlik’ten Harem’e doğrudan geçiş olmasa bile daha aşağıdaki Fil Bahçesi’nden Harem’e geçmek mümkündür.

Padişahın resmî hayatı, yönetim ilişkileri, elçileri kabulü hep Harem-i Hümâyun’da geçerdi. Padişah’ın yatıp kalktığı Has Oda, Silahtar Hazinesi, Kırk Has Oda’nın barındığı Koğuş da Harem-i Hümâyun’dur. Harem-i Hümâyun’u, Padişah Evi’ne yani Harem Dairesi’ne bağlayan tek kapıdır.

Padişah Evi’nin üç esas bölümünü gösteren üç ayrı kapısı vardır: Birinci kapı, padişah, şehzâdeler ve konukların kullandığı, Altın Yol’a açılan kapı. İkinci kapı, Valide Sultan, hasekiler, gözdeler, ikballer ve konukların kullandığı, Valide Taşlığı’na açılan kapıdır. Üçüncü kapı ise, Padişah Ailesi’nden olmayan kadınların, cariyelerin, ustaların, kalfaların kullandığı kapıdır.

Padişah Sarayı’nda Harem Dairesi adı verilen mekânlar, Padişah ile Padişah Ailesi’nin birlikte yaşadığı bölümlerdir. Padişah resmî hayat dışındaki yaşama biçimi burada geçer. Harem Dairesi’nin gerek mimarî tarihi, gerekse içindeki yaşama biçimi ile ilgili bilgiler, yazılı kaynaklarda hemen hemen hiç rastlanmamaktadır.

Harem’in mimarî tarihi; Fatih Sultan Mehmed dönemini başlangıç, Kanunî Sultan Süleyman dönemini ilk ekler, 3. Murad’dan sonraki dönemi de 1854’te Dolmabahçe Sarayı’na taşınıncaya kadar gelişme dönemi olarak adlandırılabilir. Bu taşınmadan sonra Harem Dairesi içindeki mekânlar gelişigüzel ek ve değiştirmeler ile özgün niteliğini yitirmiş, Harem bozulma dönemine girmiştir.

PADİŞAH EVİ”Nİ VALİDE SULTAN YÖNETİRDİ

Padişahın annesinin, çocuklarının, hasekilerinin, gözdelerinin ve onların emrinde çalışan Kadın Saray Ustaları, Kalfaları, Cariyeleri ile cariyelere hizmet eden Horendegan Ocağı üyelerinin yaşadığı yer olan Harem’de Padişah’ın Ailesi ile özel hayatı yaşanırdı. Evin yönetim başkanı padişahın annesi Valide Sultan’dır.

Dünya ile ilişkisi kesilmiş olsa bile, Harem’in iç dünyasının mimarîsi, içinde yaşayanları rahat ettirmek, mutlu kılmak, zevk vermek amacı ile biçimlenmiştir.

Topkapı Sarayı’ndaki Harem’in bir başka adı da “Kışlak Sarayı”dır. Padişah Ailesi bahar ve yaz aylarında padişah ile birlikte bu saray dışında, İstanbul’un değişik semtlerinde bulunan baharlık ve yazlık saraylarda da kaldıkları için saraya bu ad verilmiştir.

Ailesi ile beraber olmak isteyen padişah, Harem-i Hümâyun’dan en kısa yol olan Demir Kapı ile Mabeyn Dairesi’nden geçip Altın Yol aracılığı ile kimseye görünmeden Hasekiler Dairesi’ne, istediği hasekinin yanına girebilirdi. Kuşhane Mutfağı da Altın Yol üzerindedir. Padişaha yemek bu mutfakta özel olarak hazırlanırdı.

*

YÜKSEK MİMAR EYÜBOĞLU ESERİ YAZMAK İÇİN KILI KIRK YARMIŞ!..

Türk kültür ve sanatıyla ilgili zengin mirasımızın bilinmeyen ya da az bilinen taraflarını gün ışığına çıkarmak için devam eden çalışmalara bir yenisini eklemek için “Topkapı Sarayı’nda Padişah Evi Harem” adlı eser Mualla Anhegger Eyüboğlu ilk defa 1986’da kaleme almış. Eyüboğlu, Osmanlı İmparatorluğu saray mimarîsinin özgün örneği olan bu sarayda Harem Dairesi’nin onarımında uzun yıllar sorumlu olarak çalışan yüksek mimar olmasından dolayı derin bilgi ve gözlemlerini okurlarla paylaşmış.

Yalnız Türk Osmanlı kültürüne âşina olanlar değil, bütün dünyanın ilgisini çeken Saray Haremi ve Harem hayatının daha iyi tanınmasına vesile olmak için, Harem’in onarım çalışmaları esnasında aşama aşama çekilmiş fotoğraflarla süslenen eser, araştırmacılar içinde kaynak eser olarak kamuoyunun istifadesine sunulmuş.

Yapı Kredi Yayınları, ilk baskısı 1986 yılında yapılan “Topkapı Sarayı’ndaki Padişah Evi Harem” kitabını günümüz yazım kurallarına uyarlayarak yeniden okuruyla buluşturmuş. İyi de yapmış. Tabi “iyi yapmış” demek kolay da, böyle bir eseri ortaya koymak için benzer ifadeyi kullanmak mümkün değil. Neden mi? Bürokratik engeller ve dahi engellemeler yüzünden.

Kitabın sayfalarını aralayıp “Padişah Evi”ne girmeye hazırlanırken Mualla Anhegger Eyüboğlu, “T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle kolayca, araştırmacılar tarafından kullanılamaması da yapılan yayınların gerçek verilere dayanmasını engellemektedir. Bunun için ben de kendime ait malzemeye dayanarak bu kitabı hazırlamak durumunda kaldım” ifadeleriyle karşılıyor eserin selamlığında.

*

TOPKAPI SARAYI, AYAKTA KALAN TEK MİMARÎ KALINTI

Eyüboğlu, Topkapı Sarayı içinde bulunan Padişah Evi’nin (Harem) değişik mekânlarının mimarîsi, burada yaşamış olanlarla yakından ilişkilendirmiş. Bu kitabın amacı Harem içindeki mekânların, mimarî yapısına bakarak işlevlerini belirlemeye çalışmış. Padişah Evi hakkında bilgi veren yazılı kaynakların hâlâ gün ışığına çıkmamış olması, saray mimarîsindeki karanlık noktaların aydınlatılamamasına da neden olduğunu ifade ederek, en doğru bilgilerin saray arşivindeki belgelerde olduğunu ifade etmiş.

Topkapı Sarayı yalnız “Resmî Saray” olarak kullanılmamış, Dolmabahçe Sarayı resmî saray olunca “Eski Saray” olarak kullanılmış. Topkapı Sarayı’ndan önce inşa edilmiş olan Bursa, Manisa ve Edirne’deki padişah sarayları hiçbir mimarî iz bırakmadan kaybolurken, Topkapı dünyanın en önemli sarayları arasındaki yerini korumaktadır. Topkapı Sarayı (özellikle Harem Dairesi) Osmanlı padişah evinin yaşama biçimini ve özelliklerini yansıtabilen tek mimarî kalıntıdır.

Eyüboğlu, bu sarayın Harem Dairesi’nde 1961-1971 yılları arasında yaptığı onarımlar sırasında gördüğü, bulduğu, okuduğu ve öğrendiği bilgileri, mimarî kalıntılara bakarak, onları inceleyerek edindiği izlenimleri, Saray’a ilgi duyanlara aktarmak için bazı önemli ipuçları vermeye gayret etmiş. Bununla birlikte Harem hakkında yabancı kaynaklarda verilen, çoğu abartılı ve kasıtlı ve yanlış bilgiyi düzeltmeyi amaçlamış.

***

TOPKAPI SARAYI HÂLÂ DÜNYAYA HUZUR VERİYOR...

Harem Dairesi’nin üzerinde yükselen Adalet Kulesi, günahlardan arınmış sevdalarla asırlar ötesinden müjdeli haberler veriyor; hâlâ bir parça simit kapabilmek için vapurları göz hapsinde tutan martılar eşliğinde... Hüzünle izliyor bizi Topkapı Sarayı, yüzyıllar ötesinden... Şehzadelere söylenen ninniler... Dünyaya huzur için yazılan fermanlar... Sultanlardan dilenen amanlar... Sûrre Alayları ile kutsal topraklara gönderilen selamlar... Önüne sermiş planını “şu tepede de okunsun ezanlar” diyor Sinanlar... Sefere çıkan ordu için ellerde Kur’an’lar, gönüllerde dualar... Kendinden geçmiş Topkapı’yı seyrediyor semalar... Belki de... Belki de içinden; “dünyanın gözbebeği, taşı-toprağı altın İstanbul” diyerek geçiyor kendisinden. Ne suyu, ne toprağı, ne boğazı, ne adaları; semaya yükselen kandilleridir, müjdeli şehir İstanbul’u altından daha kıymetli kılan.

***

Mualla Eyüboğlu_dc7ee3d6f234534a3e878defd94c27c3.jpg

MUALLA EYÜBOĞLU ANHEGGER KİMDİR?..

Mutasarrıf Rahmi bey ve Lütfiye hanımdan olma Mualla Eyüboğlu, 13 Mart 1919’da Sivas sancağına bağlı Aziziye kazasında (günümüzde Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesi) doğar. Köklü bir aileye sahip olan Mualla Eyüboğlu’nun anne tarafı saraylı, baba tarafı ise Selahaddin Eyyubi sülalesine mensuptur. Eyübzâdelerin son kuşağı olan Mualla Eyüboğlu, 5 çocuklu (Sabahattin, Bedri Rahmi, Nezahat ve Mustafa) ailenin dördüncü çocuğudur.

Çocukluğu, Kurtuluş Savaşı döneminde Kütahya ve Artvin illerinde geçer. Babasının Mustafa Kemal Paşa’nın teklifi ile 2. Dönem Büyük Millet Meclisi'nde Trabzon milletvekili olması üzerine ilköğrenimini Trabzon’da yapar. 1931’de ailesinin İstanbul'a taşınmasından sonra eğitimine İstanbul Kız Lisesi’nde devam ettirir. Üniversite eğitimini Devlet Güzel Sanatlar Akademisi mimarlık bölümünde tamamlayarak mezun olur. 1942 yılında akademiden mezun olan dört kadın mimardan birisi olan Eyüboğlu, eğitimini tamamladıktan sonra Ankara'ya, ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu'nun yanına gider. Kayıt yaptırdığı Köy Enstitüsü’nün Yapı Kolu’nun başına getirilmesi bütün hayatını değiştirir. İlk mimarlık çalışmalarına konservatuvar binasını, marangoz atölyelerini, hamamı, kantini inşa ederek başlayan Eyüboğlu, zamanla kazandığı “Mimar-Öğretmen” unvanıyla Anadolu'nun dört bir bucağını inşâ ve ihyâ etmek için gayret eder.

1942-1947 yılları arasında Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde Yapı Kolu Başkanı olarak görev yapan Eyüboğlu, Aydın Ortaklar Köy Enstitüsü'nde çalışırken yakalandığı zehirli sıtma yüzünden İstanbul’a döner. Bir süre sonra Güzel Sanatlar Akademisi Mimari Bölümü’nün Yüksek Şehircilik ve Tasarı Geometri Kürsüsü’ne asistan olarak girer.

Fakat Anadolu’yu da ihmal etmez. Kâh Alman ve Fransız arkeologlarla Efes ve Yazılıkaya kazılarında çalışır, kâh Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu raportörü olur, kâh Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi, Süleymaniye Külliyesi, Siyavuşpaşa Köşkü, İstanbul'un fethiyle özdeşleşen Rumeli Hisarı ve Topkapı Sarayı’nın Harem Dairesi başta olmak üzere birçok tarihî yapının restorasyonunu yönetir, bu eserlerin tekrar ayağa kalkmasında rol alır. Ressam-şair Bedri Rahmi Eyüboğlu ve yazar Sabahattin Eyüboğlu'nun kız kardeşi, Türkiye'nin ilk kadın mimarlarından Mualla Eyüboğlu, 90 yıllık hayatında Anadolu'nun her köşesinde mimarî çalışmalara imza atar.

Mualla Eyüboğlu, Yahya Kemal Beyatlı, Necip Fazıl Kısakürek gibi önemli isimlerin bir arada ağırlandığı bir aile ortamında büyür. Daha sonraki yıllarda ağabeyleri Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Sabahattin Eyüboğlu vasıtasıyla bu entelektüel ortam ve ilişkileri sürdürerek; Cevat Şakir, Azra Erhat Halet Çambel, Orhan Veli, Nâzım Hikmet, Yaşar Kemal, Âşık Veysel, Ruhi Su, Mîna Urgan gibi dönemin sanat ve edebiyat çevresinden kişileri yakından tanıma imkânı bulur.

Anadolu’yu tek başına karış karış gezen güzeller güzeli Mualla hanımefendiye çevresindeki birçok isim tutulur. Ancak onun gönlü sınıf arkadaşı Celal Kunt’a düşer, fakat platonik duygulardan öteye gitmez. Annesi Lütfiye Hanım içine sindiremese de, Rumeli Hisarı‘nın 1958 yılında halka açıldığı dönemde yaklaşık dokuz yıldır tanıdığı Türkolog Alman Dr. Robert Anhegger’le evlenir.

Farklı inanç ve kültürlere sahip olmalarına rağmen yaklaşık yarım asır bir aile oluşturan Anhegger çifti, Galata'daki tarihî Doğan Apartmanı’ndaki dairelerinde mutlu bir yaşam sürer. Anhegger çifti, Anadolu'nun her köşesinden olduğu gibi dünyanın birçok bölgesinden toplanmış tarihi eşyalarla evlerini âdeta müzeye dönüştürür. Eyüboğlu'nun orijinal hat, tezhib, minyatür örneklerinden tablolara, ahşap, mermer ve çeşitli metallerle düzenlenmiş evinde ayrıca Türkçe, Osmanlıca, İngilizce ve Almanca çok sayıda kitap, müzik aletleri, porselen takımlar, müzik aletleri ve daha birçok eser yer alır. Bu evde yıllarca dost meclisleri kurulur; kâh bendir, ud ve saz eşliğinde meşk edilir, kâh şiire, edebiyata ve sanata dair sohbetler birbirini kovalar.

Hollanda’da Türk kültürü üzerine çalışmalar yapan Dr. Robert Anhagger’in 27 Mart 2001’de Hollanda’da vefat etmesi üzerine, Mualla hanım bir hayli etkilenir, kabuğuna çekilir. Eşini kaybettikten sonra yaşamını İstanbul Beyoğlu'nda bulunan Doğan Apartmanı'ndaki müze evinde tek başına sürdürür. 2003 yılında Hitit Güneşi Mualla Eyuboğlu Anhegger adlı bir kitap yayımlar. 2008’de ise Mimarlar Odası Mimarlığa Katkı Dalı Başarı Ödülü’ne layık görülür.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki eğitim seferberliğinin simgesi olan Köy Enstitüleri’nin mimarı; Anadolu ve İstanbul'un mimarisine, kültürüne yaptığı restorasyon çalışmalarıyla damgasını vuran Yüksek Mimar Mualla Eyüboğlu Anhegeer, evinde tek başına olduğu halde kalp yetmezliği sebebiyle 16 Ağustos 2009 Pazar günü İstanbul’da vefat eder. Sessiz sedasız göçen Eyüboğlu'ndan geriye zarif bir tarzla restore ettiği ölümsüz eserler kalır.

***

apartman_ba612676cbf87cdbaf35c887c03a92a2.PNG

DOĞAN APARTMANI KİMLERE EV SAHİPLİĞİ YAPMAMIŞ Kİ...

Tarih içinde tarihtir İstanbul’un her sokağı, mahallesi, caddesi, semti. Her adım attığınızda iç içe geçmiş tarihlere, medeniyetlere, kültürlere, inançlara, yapılara, rengarenk yaşantılara şahitlik edersiniz.

Asya ve Avrupa kıtaları arasında köprü olan bu güzel şehirde, tarihi yansıtan birbirinden güzel mimari eserler bulunuyor. İşte bugün “Topkapı Sarayı’ndaki Padişah Evi Harem” eserinden bahsettiğimiz Mualla Anhegger Eyüboğlu’nun uzun yıllar yaşayıp son nefesini verdiği Doğan Apartmanı da bunlardan birisi.

Beyoğlu’nun simge yapısı Galata Kulesi’nin gölgesinin düştüğü Şahkulu Mahallesi, Serdar-ı Ekrem Sokağı, Numara 30’da bulunan Doğan Apartmanı, dev cüssesiyle, yeşilliklerin neşe saçtığı avlusuyla, mimarî yapısıyla herkesi kendine hayran bırakıyor.

Prusya Şansölyesi Otto von Bismarck, 1860’larda İstanbul’da bulunan temsilcisine bir elçilik binası inşa ettirmek için arsa satın aldırmış. Üzerinde Mehmed Paşa’nın geleneksel Türk mimarisiyle yapılmış konağı yıkılarak yaklaşık 1700 metrekarelik arsada 1892-1895 yılları arasında Prusya Devleti için iki katlı elçilik binası yapılmış. Bu bina Prusya Elçiliği olarak hizmet vermeye başlamış.

Ancak elçilik daha sonra buradan taşınınca bina Belçikalı banker bir aile olan Helbig ailesi tarafından 1894 yılında alınarak Helbig Apartmanı olarak anılmaya başlamış. Bina inşa edildiği dönemde, seçkin aileleri ağırlamak için kiralık bir konut olarak İtalyan mimari tarzında yeniden tasarlanarak “U” şeklinde dizayn edilmiş. Apartmanın bahçe düzenlemesini ise İngiltere Başkonsolosu Roger Short’un eşi Victoria Short yapmış.

1919 yılında sahibinin ölmesiyle birlikte açık artırmayla o dönem Osmanlı topraklarında yaşayan Mair de Botton’a satılmış. İsmi ise Botton Han olarak değiştirilmiş. Ancak bina 1929’da borçlanma nedeniyle ipotek edilmiş, ardından satılmış. Binanın yeni sahibi Berlin merkezli Victoria Sigorta Şirketi olmuş. Binanın yeni ismi ise Victoria Han olmuş.

1942 yılında ise bu tarihi bina Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu ve siyasetçi olan Kâzım Taşkent tarafından satın alınmış. İsviçre Alpler’inde kayak yaparken çığ düşmesi sonucu hayatını kaybeden oğlu Doğan’ın ismini vermiş. 1950’lerden 1970’lere kadar geçen sürede ise Doğan Apartmanı’ndaki daireler tek tek satılarak kişisel mülk olmuş.

Yavuz Turgul’un yazıp yönettiği, Şener Şen ve Uğur Yücel’in başrolde olduğu “Muhsin Bey” ve “Eşkıya” gibi unutulmaz filmlerin bazı sahneleri bu apartmanda çekilmiş. Film çekimlerinin yanında klip çekimlerine, reklam filmlerine ev sahipliği yapmış.

Bir ucunda Müeyyedzâde Camii diğer ucunda Kırım Kilisesi bulunan 30 Numaralı Doğan Apartmanı, devasa yapısıyla, tarihî asansörüyle, yeşil panjurlu pencereleriyle, kocaman avlusuyla, avluyu sarmalamış taş duvarlarıyla başka bir dünyaya açılıyor. Tek giriş kapısıyla giriş yapılan 4 blok, 6 kat ve 49 daireden oluşan apartman, dillere destan eşsiz manzarasıyla, terasındaki kütüphane ve spor salonuyla burada yaşayanlara mutluluk kaynağı oluyor.

Sırrını İstanbul, önünü muhteşem boğaz manzarasına dönmüş haliyle bu içine kapalı apartmanın avlusunu çevreleyen 49 daire; ne acılar, ne sevinçler, ne hüzünler yaşanmış; kimler gelmiş kimler geçmiş. Araştırmacı-yazar Rasih Nuri ve Bedia İleri, İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman, sinema oyuncusu Şener Şen, şovmen, oyuncu, tiyatro ve klip yönetmeni, yapımcı, seslendirme sanatçısı ve fotoğrafçı Okan Bayülgen, şarkıcı Teoman Yakupoğlu, Tarkan Tevetoğlu, Sezen Aksu bu isimlerden sadece birkaçı.

Yüzyılı aşkın bir zamandır bağrını İstanbul sevdalılarına açan Doğan Apartmanı yüksek duvarlarının ardında yaşananları sükûnetinin ardına gizleyen varlığıyla geçmişten geleceğe taşıyor.