Hani, birbirinize düşmandınız da...
Luis Masignon, şöyle diyor;
“Onların her şeylerini tahrip ettik. Felsefeleri dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve terör için uygun bir hale geldiler.”
Emperyalistler, milletlerin felsefeleriyle, dinleriyle, sosyal dokularıyla oynayarak, ifsat ederek, iğfal ederek, dejenere ederek, sabote ederek, kanserleştirerek, Luis Masignon’un dediğini yaptılar.
Onları, anarşi ve teröre sürüklediler
Anarşi ve teröre yuvarlananlar, Suriye’de Libya’da, Afganistan’ da, Yemen’de Irak’ta gırtlak gırtlağa birbirini boğazlıyorlar.
Müslümanların bu durumunu Putin bile kabullenemiyor, Kur’an’daki açık ayetlere rağmen birbirlerini boğazlamalarını aklı almıyor.
Putin, Türkiye'deyken Müslümanların birbiriyle çatışmalarını soran gazeteciye, "Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun ve ayrılığa düşmeyin. Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani bir zamanlar, birbirinize düşmandınız da O'nun kalplerinizi kaynaştırması sayesinde kardeş oldunuz". (Al-i İmran-103) ayetini okudu.
Allah bir ümmeti zelil ederse böyle olur.
Demek ki Kur’an’a Putin kadar bile vakıf değiliz!
Kur'an'a Putin kadar kulak vermiyorsak, birbirimizi derdi ile dertlenmiyorsak, akşama kadar süfli, basit çıkarlarımızın, öfkemizin, nefsimizin, heva-hevesimizin peşinde dolaşıyor, bir de beynimiz olduğunu hatırlamıyorsak, Allah bize ayetini Putin'in diliyle hatırlatır.
Anadolu’da bir tabir vardır;
“Allah’ın parmağı var da, gözüne mi sokacak” derler.
Putin’e rağmen;
“Akletmeyecek miyiz”?
Ellerinizden Müslüman kanı damlarken sofralara oturup yemek yiyebiliyorsunuz?
***
Uydurukça mı?, Sabatayca mı?
Son okuduğum birkaç kitapta çevirmenler şu kelimeleri kullanmışlar; dışsal, düşünümsel, biliş, başat, kuram, edim, töz, tikel, yetke, koşut, yadsımak, erim, esritici, sanrı v.s.
Özellikle halüsinasyon yerine uydurulan “Sanrı” nın arka planında bir iblislik seziyorum.
“Tanrı” da halüsinasyondur” denmek mi isteniyor?
Bu kelimeler ya Türkçe değil, ya da ben Türk değilim.
Üstelik, bunlar haşa “Öztürkçe” imiş(!)
65 yıldır kesintisiz Türk vatanında, Türk insanları ile içi içe yaşıyorum, baba tarafından Turgutlu, ana tarafından Oğuzların Düğer boyundan, T.C. İçişleri Bakanlığı’ndan resmen tescilli “Türk” üm.
Anamdan babamdan, konumdan komşudan, kısacası “Türkler” den bu kelimeleri hiç duymadım, hiç işitmedim.
Çok da okuyorum, ben bu kelimeleri bilmiyorum, anlamak için ABD’nin “Google” na soruyorum.
Bu uydurukça kelimelerden bir dizisini, gittiğimde “daha da öztürk” Semerkand, Buhara, Taşkent' lilere sordum.
O’nlar da hiç işitmemişlerdi.
Bizim çevirmenler, ya “İlmi”(!) olmak için uydurukçayı tercih ediyorlar, ya da dil kurumunun böyle bir sözlüğü var, “Türkçe” sini bilmedikleri kelimelere bu dandik sözlükten karşılık bulmuşlar.
Oysa, “anlaşılmaz” olmuşlar.
Zaten çevirileri de son derece özensiz.
Çevirdikleri kitabı muhtemelen kendileri de anlamamışlar, kitabın neden bahsettiğiyle hiç ilgilenmemişler.
Çevirdik zannetmiş, lâkin, kelime salatası yapmışlar.
Okuduğunuz bir kitabı, mümkünse, dil biliyorsanız, orijinalinden okumalısınız, uydurukça kullanan çevirmenlerin kitaplarıyla vakit harcamamalısınız.
Zannedersem, bu uydurukça işi belli bir merkezce yönetiliyor, yönlendiriliyor.
Uydurukça, biraz “Sabatay” mı kokuyor ne?
Moiz Kohen’ler, Leon Cohen’ler, Vanbery’ler hala işbaşında olmasınlar?