Hangisini seçeceğiz?
14 Mayıs seçimlerine artık bir aydan kısa süre kaldı.
Sandık başına gidildiği zaman neyi tercih edeceğimize büyük
pencereden bakmak biraz daha faydalı olacaktır.
Dünya son yıllarda büyük bir değişim ve dönüşüm yaşıyor.
İki büyük gücün olduğu Soğuk Savaş dönemi SSCB’nin
dağılmasıyla sona erince artık ABD liberal kapitalizm ile küreselleşme yoluyla
kendi sistemini tüm dünyaya yayma fırsatı buldu.
Bu dönemde bilim adamları liberal küreselleşme sayesinde
uluslararası ticaretin artacağını, ülkelerin karşılıklı olarak birbirlerine
bağımlı olacaklarını bu nedenle de savaşların çıkmayacağını savundu.
Ancak 2008 küresel finans krizi büyük bir kırılmaya neden
oldu. Devamında yaşanan Avrupa Borç Krizi, Trump’ın ABD başkanı seçilmesi,
BREXIT, COVID-19 Pandemisi ekonomik milliyetçilik politikalarını artırırken liberal
politikaların azaltılmasına neden oldu.
Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında “Batılı” ülkelerin Rusya ile
karşılıklı olarak uyguladıkları yaptırımlar da liberal politikalardan uzaklaşmayı
hızlandırdı.
Dünya, bir süredir liberal küreselci politikalar ile
milliyetçi politikalar arasında güç mücadelesi yaşarken, bunun Türkiye’ye
yansımaları olduğunu da görüyoruz.
Nitekim seçim öncesi kurulan ittifaklarda Cumhur İttifakı
daha milliyetçi söylemler ve politikalarla seçmenlerden oy isterken Millet
İttifakı daha liberal, özgürlükçü söylemler ve politika hedefleriyle
seçmenlerden oy isteme yöntemi tercih ediyorlar.
Burada şu soru ortaya çıkıyor.
Beka sorunu olduğu bir dönemde özgürlüklerin artırılması mı
yoksa güvenliğin sağlanması mı?
Neden beka sorunu kavramı kullanılıyor?
Türkiye’nin güney sınırlarının ötesinde Irak ve Suriye’nin
kuzey bölgelerinde terör örgütü PKK/PYD’ye terör örgütü DAEŞ ile mücadele adı
altında on binlerce tır silah yardımının yapılması Türkiye için bir tehdit
oluşturduğunu görüyoruz.
Diğer taraftan ABD’nin Yunanistan’ın bazı bölgelerine askeri
yığınaklar yapmasının da yine Türkiye için tehdit unsuru oluşturduğunu
görüyoruz.
Nitekim uluslararası ilişkiler teorilerine bakıldığı zaman,
bir devletin başka bir devletten tehdit algılayıp silahlanması durumunda buna
tehdit algılanan devletin de aynı şekilde cevap vermesi “güvenlik ikilemi”
kavramıyla açıklanmaktadır.
Türkiye’nin de 45 yıldır terör örgütü PKK ile mücadele
ettiğini göz önüne alırsak, sınırları ötesinde yaşanan silahlanma çalışmalarını
tehdit algılanması son derece normal ve anlamlıdır. Bu kapsamda son dönemde
savunma sanayinde yerli ve milli üretimlerle atılım yapılması da Türkiye için
önemli adımlardır.
Dünyanın liberalizmden uzaklaştığı bir dönemde liberal
politikalar uygulanması ülkenin güvenliği için son derece büyük bir tehdittir.
Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemek
üzere aday çıkarmayan PKK’nın siyasi kanadı HDP/YSP’nin oy oranına bakıldığında
7’li masadaki diğer beş partinin oy oranları toplamından fazla olduğunu
görüyoruz.
Yani Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda
HDP/YSP milletvekillerinin desteğini almadan meclisten herhangi bir yasa
geçirmesi mümkün görünmüyor.
Bu kapsamda HDP/YSP’nin dediklerini yapmak zorunda
kalacaktır. Nitekim bu kapsamda terör örgütü PKK ile hem yurtiçinde hem de yurt
dışında mücadele sona erdirilecektir. HDP/YSP’nin seçim beyannamesine
bakıldığında bu açık bir şekilde ifade edilmektedir.
Ekonomi politikalarına bakıldığında ise 300 milyar dolar
sıcak para getireceğini vadeden Kılıçdaroğlu, paranın hangi politikalar
karşılığında geleceğini açıklamasa da söylemlerden faizlerin artırılacağı
açıkça anlaşılıyor. %50 seviyesinde enflasyonun olduğu Türkiye’de bunun
üzerinde bir politika faizi olmalı ki Türkiye’ye sıcak para girişi olsun.
Faizlerin %55-60 seviyesine çıkarılması borçlanma maliyetlerini artıracağı için
yatırımların azalmasına/durmasına neden olacaktır. Böylece işsizlik artmaya
başlayacaktır.
Ayrıca 300 milyar dolar sıcak para girişi döviz kurunu
düşüreceği için ihracatı azaltacak, ihracattaki azalma üretimin azalmasına,
üretimdeki azalma da işçi çıkarmaya neden olarak işsizliği artıracaktır.
Yani ürünler görece ucuz olsa da iş olmadığı için ucuz
ürünleri bile alacak maddi imkân olmayacaktır.
İktisat biliminde Phillips eğrisi der ki; işsizlik
azaldığında enflasyon artar. İşsizlik arttığında ise enflasyon azalır.
Yani sonuç olarak; liberal özgürlükçü politikalar, terör
örgütü üyelerine özgürlük vadederken ülkenin güvenliğini tehdit ediyor. Liberal
ekonomi politikaları ise işsizlik vadediyor.
Hangisini seçeceğiz?
Güvenlik mi, özgürlük mü?
İşsizlik mi, enflasyon mu?