Hangi durakta inecektik?
Hangi durakta ineceğimizi unuttuğumuzdan beri otobüsün içinde oyalayıp duruyoruz. Camdan dışarı bakınca da dışarıda gördüğümüz her nesneyi daha önce gördüklerimize benzetmeye çalışıyoruz. Durağı kaçırdığımızı kabullenmek zorumuza gittiği için hedefsiz ve anlamsız bir şekilde yolculuğa devam ediyoruz. Hatayı halının altına süpürülecek bir toz olarak gördüğümüz zamandan beri de süslü laflarla etrafımıza nutuklar atmaya devam ediyoruz. Az sonra son durağa geldiğimizde otobüste yalnız kalacağız ve şoförün “Son durağa geldik, inmeyecek misiniz?” sorusuna muhatap olunca yanlışımızı anlayıp kabullenmek çare olacak mı pişmanlığımıza? Sahi nerede duracaktık ve nerede inecektik?
Duracağımız yeri
unuttuk. Dahası geldiğimiz yeri unuttuk. Daha da acısı gideceğimiz yeri
unuttuk. Bu kadar unutuluşun içinde kendimizi bulmaya çalışıyoruz. Ruhumuz
kayıp eşya bürosuna dönüştü. Zamanında teslim alınmayan eşyalar ya çöpe
atılıyor ya da açık arttırmayla satışa çıkarılıyor. Biz ise kaybettikten sonra
anlıyoruz kıymetini yitirdiklerimizin. Onu da tekrar ihtiyaç duyduğumuz zaman
fark edebiliyoruz ancak.
Biri çıkıp da
yitirdiklerimizin önemine değinince de kulaklarımızı tıkıyoruz. Hakikati
duymaya dahi tahammül edemiyoruz. Duymak bazen daha çok acıtıyor. Acıya
tahammül edemiyoruz. Lakin acı duymadan da tedavi edilmiyor yaralar. Acılarına
dayanabildiğin kadar telafi edebilirsin pişmanlıklarını.
Yarayı tedavi
etmek yerine kelimelerin gücüne sığınıyoruz. Meydanlarda en iyi sloganları
atıyor, en kalabalık mitingleri yapıyoruz ama bir türlü içimizdeki acılar
dinmiyor. Sözün gücü yerine konuşmanın kalabalığına daha çok sığınıyoruz.
Söz ile konuşma
arasında fark var mıdır diye düşünebilirsiniz? Söz bireyseldir, konuşma
toplumsal. Söz etkendir, konuşma edilgen. Söz amaca dönüktür, konuşma amaçtan
yoksun, kuru kalabalıktır. Herkes konuşur ama herkes söz söyleyemez. Söz,
sorunu tespite yöneliktir ve içinde çözüm ihtiva eder, konuşma ise sorunun üstünü
örtmek, acıyı ötelemek içindir. Konuşma günü, söz geleceği kurtarır.
O kadar çok
konuşuyoruz ki, hiçbir sözü duymuyoruz. Durağı kaçırdığımızdan beridir de
hatalarımızı konuşmalarımızla gizliyoruz.
Bu kadar kuru
kalabalıklar içinde sözlerin en güzelini dahi duyamaz oldu kulaklarımız ve
ruhumuz. Sözlerin en güzeli muhakkak ki, Allah'ın sözü Kur'an-ı Kerim'dir. “Allah,
sözün en güzelini; âyetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri,
öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden
korkanların derileri (vücutları) ondan dolayı gerginleşir. Sonra derileri de
(vücutları da) kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’an
Allah’ın hidayet rehberidir. Onunla dilediğini doğru yola iletir. Allah, kimi
saptırırsa artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur.” (Zümer Suresi,
23. Ayet)
O kadar çok
konuşuyoruz ki Yüce Kitabımızdan günbegün uzaklaşıyoruz. Sözlerin en güzelini
söyleyen Rabbimize kulağımızı tıkadığımızdan beri kalbimiz karardı, zihnimiz
bulanıklaştı. Hakikati görmeyen göz kör olmaya başladı.
Şairler günümüzde
sözü en güçlü kullanan kişilerdir. Onlar için de Rabbimiz “Şairlere gelince, onlara da
yoldan sapanlar uyar. Onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını ve
gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmez misin? Ancak iman edip
dünya ve ahiret için yararlı işler yapanlar, Allah’ı çokça ananlar ve
haksızlığa uğratıldıktan sonra kendilerini savunanlar başkadır. Haksızlık
edenler, neye nasıl dönüşeceklerini (başlarına nelerin geleceğini) yakında
görecekler.” (Şuara Suresi, 224-227. Ayetler) belirterek sözlerinin
güçlü olmasını hakikat şartına bağlamıştır. Hakikatten uzak, konuşmuş olmak
için söylenen hiçbir söz etkili değildir.
Hakikat üzere
sözleri anlayanlar neyi, nerede yapacaklarını ve dünya denen otobüste nasıl
gideceklerini ve hangi durakta ineceklerini bilir ve hazırlığını ona göre
yapar.
Hak sözünü idrak
eden şairlerden biri olan Cahit Koytak’ın sözüyle yazımızı bitirelim.
“Ayıp ama, bakın, Tanrı
konuşmak için / Sizin susmanızı bekliyor.”