Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
21 Ağustos 2019

Haluk Dursun              

Pazartesi günü ikindi civarıydı. Telefondaki ses, Muhterem Yüceyılmaz’a aitti, çok üzgündü. “Haluk Dursun’u kaybettik.” dedi. Her ani gelen ölüm haberinde yaşarız. Birden hatıralarınız canlanır, maziyi yad edersiniz. Telefonda taziyeleştik. Sonra da düşündüm. Ölüm böyle bir şey galiba. Ansızın geliveren haber, apansız iniveren kader. Ne bir an fazla ne de eksik. Gerisi kabullenme çabamız ve züğürt tesellimizdir. Etmeseniz ne olur? Takdir-i İlahi! O uygun görmüş, vade dolmuş, yanına alıvermiş. Duadan başka elinizden bir şey gelmez.

Türkiye’nin en iyi bürokratlarından, ilim adamı, tarihçi, Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Haluk Dursun’un bir trafik kazasında ani vefatı, özellikle kültür sanat çevrelerini çok sarstı. Ahlat’ta yaptığı son konuşmasını dinledim. Malazgirt Zaferi’ne de Çanakkale ve Milli Mücadele gibi sahip çıkacaklarını, çocuklarımızın ve gençlerimizin bu millî tarih ve ecdat şuuruyla yetiştirileceğini anlatıyordu. Muş’taki tarihî toplantıya katılmış, Malazgirt’e gitmiş, Ahlat’a gelmişti. Ahlat’tan Erciş’e geçerken müessif kaza oldu. Sevenlerinin arasından süzülüp onu en çok sevenin, Rabb’inin yanına gitti.

Yazılarından tanımıştım ilkin. Sonra İstanbul’a gelince tanıştık. Kültür mahfillerinin aranan ve gözlenen simasıydı. Yıllar önce Üsküdar Belediyesi’nin düzenlediği “Boğaz Gezisi”nin mihmandarıydı. Sahile yakın seyreden gemide bulunan bütün tarihseverler gibi kendisini merak ve heyecanla dinlemiştim. Her önünden geçtiğimiz yalıyı tanıtıyor, tarihinden bahsediyor, sahiplerinden ve geçirdiği merhalelerden söz ediyordu. Canlı tarih gibiydi, müktesebatı ise çoktu. Elbette bu kadar çok bilgi, derin araştırmaların, uzun incelemelerin sonunda elde edilebiliyordu. Kendisini çok iyi yetiştirmiş, genç yaşta bir kültür tarihçisi olarak mühim eserler vermiş, Topkapı Sarayı ve Ayasofya kendisine teslim edilmişti.

Sosyal medyada paylaştıkları, sıradışı ve ibret vericiydi. Meselâ bu yılın 3 Ağustos’unda yeni kaybettiğimiz merhum Emin Işık’ın rahmetli Selçuk Eraydın’a, gönderdiği duygu yüklü hüzünlü mektubu paylaşmıştı. Sayfasındaki bir diğer yazısı ise yeni kayıplarımıza dairdi. Şöyle diyordu: “Son zamanlarda katıldığım bazı cenazelerde çok üzüldüm ve kendime çok kızdım... Ben niye adam kıymetini bilmiyor, tanıdığım adamların hakkını vermiyorum diye düşünüyorum. Daha da büyük hatam, bunu bilmeme ve her seferinde artık bu hataya düşmemek için uğraşacağım dememe rağmen bir arpa boyu yol alamamamdır... Kısaca söylemem gerekirse adam olan kişi adam kıymetini bilen kişidir. Peki nasıl adam? Sıradan ve sürüden olmayan adam. Geçmiş dönemde yetişmiş ve artık korkarım arkası gelmeyecek insanlar... Şevket Ağabeyin kaybına üzüntümüz bitmeden, bugün Emin Işık ağabeyimizi defnettik... Kur’an okuyuşuna bayılırdım. Dinî musikiye hâkim, sayısız talebe yetiştiren bir hayır ve hasenat sahibi ‘er kişi’ idi... Ehl-i hâl , sahibüsseyf vel kalem bir er kişi.. Vatan, millet, ümmet ve devlet konularında hassas bir ağabey...”

Kendisi tevazu gösterip adam kıymetini bilmediğini söylüyordu ama bir cenazeden diğer cenazeye de koşuyordu. Merhum Mehmed Şevket Eygi ağabeyimiz Merkezefendi Mezarlığı’nda defnedildikten sonra karşılaşmıştık, çok üzüntülüydü. Taziyeleşmiştik. Gençlik yıllarında tarihçi olmaya karar verdiği zaman Fethi Gemuhluoğlu’nun bir sözü üzerine seyyah olmayı seçmiş, çok gezdiği için az kitap yazmıştı. Ama seyahat notlarından oluşan eserleri çok kıymetlidir. Kanaatimce İstanbul’da Yaşama Sanatı, Osmanlı Coğrafyasına Yolculuk, Tuna Güzellemesi, Nil’dan Tuna’ya her kütüphanede bulunmalıdır.

Halısıyla ünlü Hereke’de 1957 yılında doğmuştu. Dün Sultanahmet Camii’nde kalabalık bir cemaatin ikindiden sonra kıldığı cenaze namazının ardından doğduğu yere uğurlandı. Bir fotoğrafını hatırlıyorum, evinin önünde, özel yetiştirilmiş kırmızı güller arasında çekilmişti. Peygamber Efendimizin remzi olan gülü çok seviyordu. Merhum Yahya Kemal’in “Rindlerin Ölümü” şiirini hatırladım. Sanki onun için yazmıştı: “Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış; / Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle. / Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış. / Eski Şîrâz’ı hayâl ettiren âhengiyle. / Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde; / Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter. / Ve serin serviler altında kalan kabrinde / Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.”

Yaptığı hizmetlerle takdir edilen ve kültür sanat camiasında çok sevilen Ahmet Haluk Dursun’a Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı âli olsun. Ailesinin, Kültür ve Turizm Bakanlığı camiasının, ilim, kültür ve sanat çevrelerinin, Türkiye’nin başı sağ olsun.