HALK HAREKETLERİ ARTACAK
İnsanlarımızın siyasi yakınlık ve menfaat ortaklığı ile bir araya gelebildiği siyaset kulvarındaki tavrın aynısını ekonomi meselelerinde de gerçekleşmesi ne iyi olurdu!
Pozitif örneklerin neden birbirini çok az etkilediği gerçeğini anlamanın zor, yorumlamanın
namümkün bir durumu meydana getiriyor olmasını bir kenara bırakarak sorunlara
bakabilsek keşke...
Ama ne Dünya öyle bir yer ne de Türkiye...
İstiyorum ki; halkımızın refahını artıracak, rekabet edilebilir,
kimsenin kimseyi dolandırmadığı hatta buna tevessül
edenlerin de asla cezasız kalmayacağı bir düzen kurulsun.
Vergileri toplarken kılı kırk yaran, hesap üstüne hesap veren yönetimlerden, hesabını
sonuna kadar soran halka ve arada köprü vazifesi gören bürokrasiye kadar
herkes görevini layıkıyla yerine getirebilse...
Belki o zaman biz basına ihtiyaç kalmaz, ama varsın o da
böyle bir tablonun sonucu olsun.
Ben razıyım...
Ama ne yazık ki hülyalarda gerçekleşen bu durumu hayata taşımak oldukça
zor.
Yapılabilir mi? Evet...
Kolay mı? Hayır...
Nedir zor olan, derseniz... Birkaç örnek ile bakalım meseleye...
Herkes emekli olmak istiyor ama emeklilik
reformu olmadan emeklilik sisteminin bizleri büyük bir enkaza götüreceği
geleceği ile ilgilenen yok!
EYT konusunda haklı talepler var.
Sorun daha önceki siyasetçilerin, o gün oy alabilmek adına
sorunları 20 yıl ötelemesinden başka bir sebebe dayanmıyor.
Peki bunu soran, soruşturan var mı?
Yok, tabii ki...
Kurnaz siyasetçilerin günü kurtarma oyunlarına giden
geleceğimizi konuşmak kimsenin işine gelmiyor nedense...
Temel motivasyon ise belli:
“Varsa bugün yersin, yarını ise gelenler ihya etsin!”
Maaş bağlama oranlarının giderek düştüğü, emeklilik yaşının
giderek yükseldiği “sosyal devlet” ilkesi altında bir felakete
dönüşen emeklilik sisteminin ne savunulacak bir tarafı var ne
de desteklenecek bir tarafı var.
Hızlı bir reform şart!
Bunu başarabilecek irade ise henüz gelmedi.
Fransa’da emeklilik yaşının 62’den 64’e yükseltilmesini öngören
yasa tasarısına karşı birçok şehirde yapılan grevlere bakın!
İki yıl için ortaya koyulan tepkinin büyüklüğüne bakarak Türkiye’de çok
daha fazla hak kaybına rağmen milletin gıkının çıkmamasına mı üzülürsünüz yoksa
Fransızların bile sosyal devlet adında sömürülmesinin farkında
olmamasına mı?
Büyük kentlerde toplu taşıma sistemleri ve şehirlerarası
trenleri durduran grevlerin okul kapatma ve kamu hizmetinin
verilemeyecek boyuta getirilmesi sonuçlarını bir kenara not edince anketlerde
iki yıl uzatmalı emeklilik için toplumun yüzde 68’nin karşı çıkması ne kadar da
garip değil mi?
Hâlbuki Bakan Nebati’nin açıklamasına göre 5 milyon
insanın EYT düzenlemesinden emekli olacağı belliyken ne bu 5 milyon ne
de öteki 80 milyonun konuyu hiç umursamadığı
garabet bir durum var.
Fakat esas sorun bundan sonra gelmeye başlayacak.
Çünkü 60 yaş emeklilik ile yüzleşenlerin tabutta
emeklilik diye tabir edilen durumu kabul etmesinin mümkün olmadığı
ve dalga dalga işçi ve emekli kesiminin birleşeceği bir düzen
yükseliyor.
Tüm dünyada yükselen enflasyonla birlikte alt
gelir gruplarının homurdanması giderek daha fazla duyulur hâle geldi.
Yakın zamanda komünist sistem çağrılarını yineleyenler
olursa hiç şaşırmam doğrusu...
ÖZGÜRLÜK EKONOMİSİ
Ekonominin gelişiminde özgür düşüncenin önemli bir yer aldığı teorik
yaklaşım tüm filozof, hukukçu, ekonomist ve uzmanların ortaklaştığı
bir konu...
Çünkü toplumu dönüştürecek keşif veya fikirleri ortaya
koyan insanların çoğunlukla toplumun genel yargılarından uzakta kalan hatta
toplumdaki tek düzeliği reddeden insanlar oluşu dönem dönem de
bu düşünceyi eyleme geçirmesi, sosyal evrimin devamını sağlasa da şiddet
içerikli olmamak üzere her türlü ifade ve protestoyu etkin bırakmayı gerekli
görüyor.
İsveç’teki birinin Kur’an-ı Kerim’i yakma eylemini şova çevirmesinin
ardında böyle bilimsel bir yaklaşım yer almasa da İsveçlilerin yüzde
50’den fazlasının NATO’yu istememesi ve kalan kısmında NATO’ya
girişte Türkiye’nin şartlar koymasını kabul etmemesi tepkiyi ve tepkisizliği
ortaya koyuyor.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş da tam olarak buna
işaret etti:
NATO karşıtlığı ile Türkiye’nin İsveç’i NATO’ya almaması
için Türkiye’nin bam teline basma...
Toplumumuz her ne kadar son yıllarda İslâmiyet'e olan yakınlığını kaybetse
hatta gençler arasında Deist düşünceler yükselişe bile
geçse, kişiliğin aidiyet dürtüsü öyle kolay yok edilebilecek
bir şey değil.
Erbaş, bu nedenle “Sebebi ne olursa olsun kimin değeri olursa olsun
değerlere yapılan tüm rencide edici eylemleri lanetliyoruz.” dedi.
Aynı Erbaş’ın Senegal’de üyesi iki yüz kişiden
oluşan Türkiye’den mezun olan Senegelliler Derneğini dua ile
açmasına ilişkin hatırasını önemli bulsam da İsveç’te çok daha
fazla Türk olduğunu ve bunların büyük çoğunluğunun İslâm aidiyeti içinde
olduğunu düşününce İsveç’e gelmesi gereken tepkinin aslında bu
kesimden gelemediğini gördük.
Bu durum ifade özgürlüğü için Kur’an yakmaya izin
veren bir yönetimin Müslümanlar üzerinde ortaya koyduğu
baskının da en açık göstergesi oluyor.
Eğer böyle saçma durumlarla yüzleşmek istemiyorsak ülkemizin
şerefini taşıyan insanlarımızın oralara ancak bir tercih ile
gitmesini sağlamalıyız.
Eğer bir zorunluluk ile gider, ülkesinde bulamadığı ekmeği
orada ararlarsa işte sesleri böyle kesilir.
Bu ülkeyi herkesin geçimini sağlayabileceği, daha da
ötesinde refahını katlayacağı bir seviyeye getirecek reformlara
girişmezsek böyle samsak döveci gibi insanlarımızın
üzerine çökerler.
Bu tabloyu sadece İsveç’e özgü sanmayın.
Tüm Avrupa ve öteki devletlerdeki vatandaşlarımızın durumu
bu...
Türkiye’nin güçlü olması; ekonomi ve bilimden geçiyorsa
bir de tarihinden dolayı böyle bir sorumluluğu olduğunu göz
ardına bırakmayan yöneticilerden geçiyor.
Herkes sorumluluk alsın.
Tamam, siyaset bir yere kadar... Ama atılacak adımlar
varsa atılmalı...
Ekonomi politikalarında gerçekçi, ölçülebilir ve ARGE merkezli
bir yaklaşıma çok hızlı geçmeliyiz.
Benden söylemesi...