Hâlin Bayramı
Kurban bayramlarının ruhuma çok dokunan, beni çağımdan uzağa çağıran bir büyüsü vardır. Bu sebeple yaşadıkça yazmaya çalıştım. Onda sadece hac ve kurbanın rüknü değil, bir çocukluğun da kendi iç âleminde olan biteni anlayıp anlamlandırmaya çalışan ürkek masumiyeti gizlenir. Onda yardımlaşmanın en mahcup ve vakur duruşu, şükrün coşkusu, teslimiyet ve fedakârlığın nuru, vefanın kınalı elleri gezinir. Onda hizmeti nimet bilen bir eda kanat çırpar; ikramın, ihsanın, imanın asil çehreleri görünür. Kurbiyetten, yani Allah’ın kuluna yakınlığından gelen kurban, kulluğun da tefsiridir. Kul sabrın, iradenin, râm olmanın, aşkın anlamına vasıl oldukça bu ulvî zamanların himmetine nail olabilir.
Tarihin tekerrürden ibaret olduğu söylenir ve insan, bu söylemi daima olay üzerinden okumaya meyillidir oysa bu ince hikmet, nüvesinde bir ruh ve hâl de taşır. İsmin insana tecellileri gibi, mazinin de fıtrata tesiri vardır. İbrahim (a.s.) mizaçlı insanlar ahdine sadık bir kıymette sözlerinde dururlar. Onların şânı, fedakârlıktan ve veren ele vefalı olmaktan geçer. Sevinçlerini, umutlarını, hüzünlerini Rablerine adayan ve “kahrın da hoş, lütfun da hoş” zikriyle nârı nur ile aynı terazide tartabilen bu insanlar yaratanlarına olduğu gibi, yaratandan gelen her şeye de dostturlar. İbrahim Halillullah. Halil yani samimi, sadık, dost…
İsmail mizaçlı insanlarsa bilincin, olgunluğun ve farkındalığın numuneleridir. Onlar sevilen hürmetine dünyayı, musalla taşına baş koyan bir nefesten ibaret sayarlar. İrade ve itidal mizaçlarına hükümran olduğu için gönderen ile gönderilen arasında muhkem bir köprü olurlar. Bu uğurda canlarını sükût kâsesinde sunarlar. İsmail’in fıtratını taşımak ve “emre itaat et ey babacığım!” diyen sesin ardından koşmak da İbrahim’in mizacından hissedar olmak kadar zordur.
Kurbiyet yolunda Hacer meşrepli olanlarsa itaatlerini gönüllerinden fışkıran merhamet membaı ile sulayabilen, yalnızlığını sadakatle emziren kıymette insanlardır. Hanım olan, hanımlığın vakarının Hacer olmaktan geçtiğini bilir, Hacer’den bir cüz taşıyabilir. Istırabını sinesine bastırırken derdini sabır ve dua ile yıkayabilen her kadında biraz Hacer vardır, gözyaşına yol, tebessüme yoldaş…
Bir de şeytan mizaçlı insanlar vardır. Hakkını veremediği için sevgilinin gönlünden kovulan, sahip olamadığı her hayrın ve takvanın önünde duran… Onlar Mevla’nın gazabını üzerlerine çekseler bile mühletli olduklarının farkındadırlar. “Bir şafak vakti” ile zikredilen bu zamanı büyütüp içselleştirirler. Ân’ı özlerinde dondururlar. Şeytanın hasletlerini taşıyan bu kimseler taşlanacaklarını bilseler de kötülüğe teşvik ve davetten vazgeçmezler.
Bütün bunların yanında bayramları hâlin değişim ve dönüşümüne vesile tâyin eden kimseler vardır. Onlar, tıpkı ateşin gülzâra terfi etmesi gibi, adamayı ve adanmayı bayrama çeviren bu hikmetler manzumesinde her rolü layıkıyla okurlar. Mevla’nın güzel kullarından bir inikâs alabilmek için tekbir vakitlerinde duaya dururlar. Bayramın suretinden ziyade özüyle alakadar olurlar; hâliyle özdeşleşebilmek için hicreti göze alırlar. İbrahim Peygamber’in yolculuğundan bir murat… İsmail Aleyhisselâm’ın seferinden bir muştu… Hacer annemizin koşusundan bir rüya... Uzakların yakını kucaklayabildiği o yerde, bir yeni fetih için bir taze besleme…
Selam ile.