Hal ilmi, ezber bilgi
İlmin bol
olduğu, âlimin az olduğu zamanlarına erdik dünyanın. İnsan aradığı her şeyi çok
yakınında bulur oldu. Herhangi bir bilgiye ulaşmak teknolojinin kullanımıyla
saniyeler içerisinde mümkün hale geldi. Eskiden Meydan Larousse benzeri cilt cilt ansiklopedilerden aradığımız bilgiler
şimdilerde parmaklarımızın ucunda... Elimizi uzatsak dokunacağımız mesafeye
kadar geldi.
Eskilerde kara
kaplı ciltlerin içerisinde gizli duran bilgiler şimdi
küçük ekranlara sığdırıldı. Bilgiye ulaşmak o kadar kolay bir hal aldı ki, çok
fazla zaman harcamaya da gerek kalmadı. Zamandan kâr ettik. Belki de kâr
ettiğimizi düşünüyoruz. Bilgiye ulaşmak hiç bu kadar kolay olmamıştı. Neyi
arıyorsak, o durum ile ilgili birkaç
kelimeye sahip olmak yetiyor. Hemen elimizdeki sihirli kutunun şifresini
giriyor, ‘açıl susam açıl!’ der misali, bilginin hazineleri bir arama motorunda
hemen karşımıza çıkıveriyor. Bu kadar kolaylıkla birlikte gelen rahatlık beni
biraz ürkütüyor. Kadim medeniyetimizin ‘Zahmetli olan kıymetlidir.’ özlü sözü
kulaklarımda çınlamaya başlıyor. Bununla beraber kolay olanda bir bit eniği
vardır demekten kendimi alamıyorum.
Sorsan, hepimiz
âlim olduk, ancak âlimliğin özünün ariflikte gizli olduğunu unuttuk. Ezberlemek
ile âlim olunmuyor. Ortada büyük bir çelişki var. Bilgi çoğaldı, ancak âlim bir
elin parmaklarıyla sayılacak kadar azaldı. Buradaki temel sorunun, öğrenilen
bilginin dilsel ve zihinsel idrakini yaptıktan sonra kalp ile tasdik kısmını
ihmal edişimizden kaynaklandığını düşünmekteyim. Kalp ile tasdik eksik kalınca
da ilim, hale dönüşmez oldu. Hale dönüşmeyen ilim de arama motorlarının tozlu
raflarında, tekrar geleceğimiz günü beklemeye koyuldu.
Çuvaldızı
başkasına batırmadan önce iğneyi elimize almak gerekiyor. Başımıza gelen her
felaketten sonra günah keçisi olarak gördüğümüz Batı Medeniyetini suçlamadan
önce kendi eğitim sistemimizi biraz irdelemek gerekiyor.
Bilişsel
gelişimleri fıtrat olarak her türlü sorgulamaya açık olan körpe beyinleri ‘Ali
ata bak, Ayşe ip atla!’ fişlerine asıp korumalarını beklerken yaş iken
eğmediğimiz ağaçları sınav maratonlarında ezberin kucağına ittik. Burada
yanıldık. Ezbere dayalı bir sistem neticesinde kalpten ziyade zihni önceleyen
bir nesil var ettik. Sonra da ezberin çaresizliğinde yeni nesil sorularla durumu
geçiştirdik.
Her dönemde
birilerinin yanlış yapma lüksü hep olagelmiştir. Ancak yanlışlar istisnadan öte
bir sistem haline gelmişse o zaman başımıza gelecek musibetler için feryat
etmenin bir anlamı kalmıyor. Kendi elimizle yaptığımız şeyler için kendimize,
kendimizi nasıl şikâyet edelim? Sınavlarda yapılan yanlışların doğruyu
götürdüğü gibi sistemsel yanlışlar ise nesilleri götürür.
Ezbere dayalı
bilgi günü kurtarma kaygısından öte insanın elinde, avucunda bir şey bırakmaz.
Ancak ilim, arifane bir yaklaşım ile günü kurtarmaktan ziyade, dünü anlamamıza
vesile olduğu gibi yarınımıza da ışık tutar. Aksi takdirde Kur'an-ı Kerim'in
tabiriyle ‘ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibi’ olmaktan kendimizi
kurtaramayız.
Bununla birlikte hazırcılık, emek sarf etmeden bir şeyleri kazanma düşüncesi de facianın bir diğer boyutunu gözler önüne sermektedir. Toplumsal ve sistemsel olarak bilgiyi analiz ve sentez süzgecinden geçirmeden olduğu gibi kodlayıp üzerine bir şey eklemeden, bize yettiği kadarıyla yetindiğimiz için bir adım sonrasıyla ilgili fikir yürütmeye de gerek duymadık. Böyle olunca da bilgi ve ilim, hale dönüşmeden sadece bir ezber olarak geçici hafızamızda bir süreliğine misafir olarak kaldı.
Nihayetinde de
bilgiyi kavrayan bireylerden ziyade ezberleyenleri ödüllendirdik. Sonuç mu?
Takdiri size bırakırken Yunus Emre’nin veciz dizeleriyle yazımı noktalamak
istiyorum:
“İlim
ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsin, Ya nice okumaktır.”
Vesselam.