Haklısın ama...
Gerek bireysel gerekse toplumsal konuşma ortamlarında en çok zorlandığım zamanlar, muhatabın şu cümle ile söze girmesi olmuştur:
“Haklısın ama bir ara
yapacağım”
Bu bir kaçış mıdır?
Bahaneciliğin, bananeciliğin dışa vuruş biçimi midir?
“Ama” ile başlayan cümleler çoğu zaman “çizdim, oynamıyorum”
sorumluluğu üstünden atmanın, ustaca işin içinden sıyrılmanın, topu taca
atmanın, pes etmenin, havlu atmanın, ertelemenin kurnazca ifade tarzı mıdır?
Rahatından
vazgeçemeyenlerin, kafa konforunu bozmak istemeyenlerin sıklıkla başvurdukları
kaçak güreşme yöntemidir çoğu zaman “ama”lar…
Anlamsız “ama”larla
hangi amaca hizmet ettiğimizi değerlendirmek durumundayız… Çünkü sonu gelmez
“ama”lar akıbetimizi tehdit ediyor, ahiretimize zarar veriyor…
Zamanla “ama”cıların hayatta gerçekçi bir amaçlarının
kalmadığına tanıklık ediyoruz… Kaytarmanın, kıvırmanın, sıvışmanın,
sorumluluktan sıyrılmanın, görevi üstünden atmanın bir yaşam biçimine
dönüştüğünü görüyoruz…
Haklısın der, fakat
haklının hakkını vermez…
Anadolu tabiri ile “Haklısın ama alacağın yok” demeye
getirirler…
Görünen o ki, bazı şeyler işimize gelmiyor… Nefse ağır
geliyor… Bedel istiyor… Risk içeriyor... Fedakârlık gerektiriyor… Bu durumlar da erteleme
hastalığını nüksediyor… Tembellik bünyeyi işgal ediyor… “Ama”larla başlayan
savunma refleksi insanı kitliyor… Ya da yapacağı görevi son dakikaya bırakıyor…
Mantık aynı…
Haklısın ama şimdi
müsait değilim…
Haklısın ama şartların olgunlaşmasını bekliyorum…
Haklısın ama nasıl
olsa benden başka birisi bu sorunu çözer…
Haklısın ama bu işi yapacak çok kişi var…
Haklısın ama bu işi yapacaksak en mükemmel şekilde yapmak
lazım…
“Ama”ların arkasındaki bir gerekçe de mükemmeliyetçilik marazıdır…
Bir diğer boyut ise
öncelikle yapacağı görevler hariç her işe dalan ama asıl işine bir türlü
odaklanmayan iş bilmezler…
Bir şeyler yapmak
adına daha önemli sorumlulukları zamana yayanlar…
Bir ‘öncekiler sıralaması’ olmayanlar…
Hülasa, son teslim tarihi olmayan işlerimiz ne kadar da çok…
Ömür sermayesi elimizden kayıp gitmeden elimizi çabuk
tutmalıyız… Son yaşama tarihimiz dolmadan, hüsnü hatimeler,/ güzel sonuçlar
için yorulmalıyız...
Önceliklerimiz olsun fakat asla ötelemeyelim…
Erteleme döngüsünü bozalım… Bir an önce başlayalım… Başlamak
başarmaktır… Yavaş yavaş acele edelim…
Batıl sistemlere, zorba güçlere karşı imanımızın bize
yüklediği yükümlülükler varken teferruat ve tartışmalarla ömrümüzü öldürmeyelim…
İyiliğin egemenliği için el ele vermek, elimizi çabuk tutmak
mecburiyetindeyiz… İsrailoğullarının düştüğü tutarsızlığı ve kararsızlığı
unutmayalım…
“Sen haklısın ya Musa ama bizim karnımızı Firavun
doyuruyor.” diyenler gibi olmayalım..
“ Haklısın ya Musa, bizi Firavunun zulmünden kurtardın ama
kuru çölde soğan ve sarmısaksız bıraktın” diyenlerden…
“Haklısın, Cumartesi yasağını biz istedik ama biz balıksız
yaşayamayız” diyenler misali…
“Haklısın, düşmanla savaşmak için biz lider istedik ama Talut
asil ve zengin biri değil ki, ona nasıl tabi olabiliriz ki!” diyenlerin
durumuna düşmek ne hazin bir akıbet…
Evet, kurulu
düzenlerinin bozulmasını istemeyenlerin dün de bugün de mantığı aynı… “Ama”lara
sığınmak…
Bize düşen görev ise, yaradılış amacından asla uzaklaşmamak…
“Ama”ların arkasına gizlenmiş olan arzuların baskınına boyun eğmemek…