Dolar (USD)
35.19
Euro (EUR)
36.86
Gram Altın
2969.86
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Haklar, Sınırlılıklar ve Tüketim Toplumu (3)

Tüketimde sınır, içeri alınanın, içeridekileri olduğundan daha güçlü kılması ama asla ağırlaştırıp hareket kabiliyetini kötürümleştirmesi değil. Bedenin ihtiyaç duyduğu besinlerden ruhun ihtiyaç duyduğu sanatsal üretimlere, insanın vücudun ihtiyaç duyduğu oksijenden, gözün ihtiyaç duyduğu ışığa kadar her türden tüketimin, tüketenin bünyesine uygun, sınırlarının altında yahut üstünde olmaması gerekir. Ölçü kaybı hem azlık hem çokluğa dair olduğundan, tüketimin de azlık ile çokluk arasındaki bir yerde, kaldıracın tam orta yerinde durması gerekir ki ruh ile bedenden biri ötekinin önüne geçmeye çalıştığında aralarındaki makas açılmasın. Ruh bedenin önüne geçtiğinde beden ihmali, beden ruhun önüne geçtiğinde ruh ihmali kendini gösterir ki her ikisini ihmal insan özünü ve onu çevreleyen dünyayı ihlal anlamına gelir.

İhmal ihlale, ihlal hal’e dönüşünce dünya dengesizleşiyor. Daha çok tüketmek için daha çok üretmek gerekiyor. Daha çok üretmek için daha çok çalışmak, daha fazla kaynağı yok etmek gerekiyor. Böylece bugünün tüketimi için yarının kaynaklarından borç alınıyor. Yarınlar bugünlerin emrine verilerek gelecek, geçmişe taşınmış oluyor ve zamanın ritmi bozuluyor. Ama aynı zamanda bazı insanlar başka bazıları için çalışmış oluyor. Ama aynı zamanda bazı insanlar başka bazılarının hakkını hukukunu, ekmeğini aşını çalmış oluyor. Bugün, dünyanın bir tarafında insanlar acından ölürken, öteki tarafında tokluk öldürüyorsa demek haklar konusunda da sınırlılıklar konusunda da bir sorun var ve bu sorunun çıkış noktası “tüketim”deki haksızlıktır. Tüketim toplumu, bu yönüyle tüketemeyen topluma karşı haksızlık yapmakta, tüketemeyen toplumun hakkına girerek onun sınırlarını ihlal etmektedir ve her ihlal kötüdür ve her ihlal bozulmaya dairdir.

Sorun şu ki tüketim toplumundan kaynaklı bu aşırı obezleşmeyi, bu kötülüğü ortadan kaldıracak yasal düzenlemeler bulunmuyor. Sorun şu ki kendini huşuyla tüketmeye adamış bedenlerin kalın duvarlarından ruh nefes alıp kendine bir görüş alanı inşa edemiyor. Sorun şu ki bedenin kalıplarından gökyüzünü göremeyen insan ruhu, öteki insanların açlığını göremiyor, kendini onların yerine koyamıyor. Ruhunuzla gökyüzü arasına giren bir beden varsa, onu inceltmeli değil mi? Ruhunu inceltmenin yolu yetinmekten geçmiyor mu? Yetinmek bir ihkak-ı haktır. Ve bütün haklar gibi beraberinde sorumluluk getirir ve sorumluluk insanı yeni baştan dirildir. Bir zamanlar şehir merkezlerinde ibadethaneler vardı. Duvarlarından yayılan yetinme fısıltısı insanlara ancak ihtiyaç duydukları kadarını tüketmelerini söylüyordu. Bir zamanlar ibadethanelerin cümlelerini insanlar duyuyordu. Tüketim toplumu sadece obezleştirmiyor, sağırlaştırıyor da ve ruhun sağırlığından daha büyük bir kadersizlik var mı?

Biz şehirlerimizi fabrikalara terk edince kaybettik insan olma hakkımızı. Biz, ruhumuzu ve bedenimizi fabrika dumanlarına terk edince yitirdik ruh ve beden inceliğimizi. Şimdiyse AVM’ler yükseliyor kentlerin burçlarından, fabrikaların emanetçisi AVM’ler… Ki onlar sözcüsü fabrikaların, ki onlar ruhları camların gerisinde, camları ruhumuzun içine özenle yerleştirerek şöyle diyor: Tüketmeye devam… Ölene kadar tüket, ölüm dışındaki her şey tüketmek için var. Ve oysa ölümü tüketmek için yaşardı bir zamanlar, insanlar: Ölümü tüketip yaşamı üretmek için haklar, sorumluluklar…

Freni olmayan araba kaza yapar, yorgunluğu bilmeyen atlar çatlar, yetinme fısıltısını kaybetmiş arzular ölür… Hak yoksa sorumluluk, sorumluluk yoksa insan da yoktur. Ve ruhunu kaybetmiş beden hınç almak için tüketime saldırır ve tüketmek tükenmek demektir; insan yahut toplum için…