Hakimiyet … komitesinin / Konseyinindir (1)
23 Nisan 1920: 1.TBMM’nin açılışı…
31 Mart 1923… Topal Osman tarafından katledilen muhalif kanadın lideri Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey’in cesedinin Meclis’e yakın bir yer olan sazlıkta ( şimdiki Gençlik Parkı ) bulunması sonrası (1Nisan 1923) erken seçim kararı alınmasıyla II. Meclis dönemi başladı. Meclis’in oluşumu Ankara’da listeler üzerinden oluşturuldu, bir nevi atama yöntemi uygulandı. 22 Temmuz 1946’ya kadar seçici kurullarla milletvekili seçimleri yapıldı.
II. Dünya Savaşı sonucunda Batı, başını iki elinin arasına alıp ırkçılığın ne mendebur şey olduğunu anlayıp demokrasiye geçişe karar verince Türkiye’deki karanlık aydınlar yarasalar gibi ortalıkta kalakaldılar, ne yapacaklarını şaşırdılar.
CHP içinden dört milletvekili demokrasi isteğini dillendirince işin rengi daha da değişti. Buna direnmek mümkün değildi. Sular tersine akıtılamazdı.
22 Temmuz 1946’da tam da tek parti diktatörlüğüne yakışır dillere destan, evlere şenlik bir ‘demokratik seçim’ yapıldı: AÇIK OY GİZLİ TASNİF… Oylar açıktan atıldı, gizliden sayıldı. Çoğu seçim bölgelerinde de bazı işgüzar mülki amirler seçim gününü beklemeden sandıkları kurdular, sayımlarını yaptılar, Ankara’ya bildirdiler. Kahir ekseriyetle iktidar partisi seçimi kazanmış oldu.
14 Mayıs 1950’deki seçimler Şeflik rejminin sonu oldu. Bu seçimde GİZLİ OY, AÇIK TASNİF yöntemi uygulandı. Yirmi yedi yıllık iktidar el değiştirdi. Artık ‘çarıklılar’ dedikleri halk “Yeter söz milletin” diyerek iktidara gelmişti. Âşık Veyesel’i kıyafeti uygun olmadığı için Ulus’taki Karaoğlan Pasajı’na apar topar sokan bir zihniyet bu topraklarda hakimiyet gücünü büyük oranda kaybetmişti. Ama pes etmediler; darbe şartlarının oluşmasını beklediler. Çünkü “şartlar oluşursa darbe meşrudur” sözünü kendilerine şiar edinmişlerdi.
Bu şiardan bugünde dönmüş değiller.
Bir asır evvel başlayan hakimiyet mücadelesi sürüyor.
Bir yanda kendini toplum mühendisi ilan eden, dağdaki çobanın oyu ile kendi oyunun bir olamayacağını söyleyen karanlık aydınlar, diğer yanda oyunu namus bilen milyonlar…
Türkiye’nin mücadelesi işte tam da budur.
Yakın tarih darbeler tarihidir…
27 Mayıs 1960 darbecilerinin Millî Birlik Komitesi adı altında aldıkları ilk karar: “ Türk milleti hakimiyet hakkını Millî Birlik Komitesi eliyle kullanır.” idi.
12 Mart 1971’de muhtıracılar da yine aynı gerekçelerle egemenliği silahlı kuvvetlerde görüp tehditle hükümeti istifaya zorladılar. Malum darbeci, terör yandaşlığından sabıkalı zevatın içinden seçtiklerine partilerinden( göstermelik) istifa ettirip ‘teknokratlar hükümeti’ adıyla ülkeyi yönettiler. Ne zaman bir aradönem gündem olsa hep bu malum siyasi yapının elemanları darbecilere figüran olmayı kendilerine ‘şeref’ bilmişlerdir. Millî Birlik Komitesinin oluşturduğu uyduruk Kurucu Meclis’e üye vermekten utanmamışlardır. Komitenin cinayetlerini Bayram olarak kutlamışlardır.
12 Eylül 1980…
Cuntanın adı: Millî Güvenlik Konseyi
İlk aldığı karar: “Türk milleti hakimiyet hakkını Millî Güvenlik Konseyi eliyle kullanır. Millî Güvenlik Konseyinin aldığı ve alacağı kararlardan anayasaya aykırı olanlar anayasa, kanunlara aykırı olanlar da kanun değişikliği olarak yürürlüğe girer.”
Sonra…
Bir sağdan, bir soldan diyerek cinayette, zulümde eşitliği esas alan hastalıklı bir yönetim… 12 Eylül 2010’da bu cinayet şebekesinden hesap soracak olan anayasa değişimi referanduma sunulduğunda yine bu şeflik artıkları darbecilerden hesap sorulamayacağını ileri sürerek referandumda ret oyu verilmesi için kampanyalar düzenlediler. Evet oylarıyla bu darbecilerin yargılanma yolu açıldı. Yargılandılar, rütbeleri söküldü, unvanları alındı, ağırlaştırılmış müebbede mahkûm edildiler. Dava temyiz aşamasında iken öldüler. Dava düştü…
28 Şubat 1997…
Batı Çalışma Grubu: Hakimiyeti kendinde gören nevzuhur cunta…
Haftaya buradan devam edelim…