Hakiki Sevginin Mahiyeti
Ben Allah için sevmeleri severim. Kendi ağrısının, kendi günahının yükünü üstlenemeden başkasının yoluna göz diken kimselerin istila ettiği bir çağda güzeldir birilerini mutlağı merkez alarak sevebilmek. Yara almamış, lekelenmemiş bir niyetin başucunda bekler o sevgiler. Bir işaret gelsin, gelsin de hikâyemi güzelleştirsin diye bekler. Sevdiğini Allah için seven, sevilenin cümle ifadesini O’ndan gelen bir mesaj olarak okuduğu için söz sadra şifa, edilen sohbet derde devadır. Bekleyen bilir ki gelecek olan nüvesinde bir mesaj taşır. O mesajda köşe başları, sus işaretleri, keskin virajlar vardır. Mesajını yükleyip dostun kapısında duran, heybesine kâinatın kodlarını koymuştur. “O rıza” üzerine inşa edilince sevmeler, ameller kusurlu bile olsa, hissiyatı saf bırakır. Anlaşılır ki dünyada halen temiz kalabilmiş yahut arınmayı başarabilmiş duygular vardır.
Ben Allah için sevmeleri severim. Onlar, “Canınla canım arasında bundan önce bir geçmiş vardı, orada tanışmıştık biz. (Mevlana, Divan-ı Kebir)” diyen bir hatıranın hakikatini anlatır. Dostluğa kurban edilen zamanın hikâyesine gönlü aşina kılar. O kaynaktan sadır olan her söz yol haritasında pusuladır. Velev ki maşuk makamında duran bir sükûtta konuşsun, velev ki mütemadiyen sussun, seven yine sevilenden feyiz alır. Geçilen durağın tesellisidir bu. Ötelere götürecek bir şeyi olmadığını bilen insanın O’ndan aldığı sevgiyi, O’nun şahitliğine sunma çabasıdır. Kalbimizi gölgesinde dinlendirdiğimiz bir demde “Hayat boşluk kabul etmez evladım” demişti bize; “hayırla doldurulmazsa şerler onu istila eder. Boşluklar ağrıları, sıkıntıları, gönül darlıklarını çağırır. Sevdiğini Allah rızasını referans alarak sevmeyi başaramayan bir gönlü de hastalıklı sevgiler mesken tutar, zehirli bir böceğin yaprağı yemesi gibi, kemirir o sevgiler de girdiği kalbi.”
Sevdiğini Allah için sevebilmek güzeldir, bir gün Allah için sevilebilecek olma ümidiyle karşılaştırır seveni de. İçinde ince bir tefekkür, değerli bir idrak, vakur bir hüzün hâli taşıyan o sevgi çilelidir ancak prangalarından kurtarır ruhu, özgürleştirir.
Habeş asıllı bir köle olan Bilal-i Habeşî lât ve uzzâya tapmaya zorlanarak çeşitli işkencelere maruz bırakıldığı bir sırada İslâm’ı tanıdı. Sevgiyle beslenen sabrı hürmetine azat edildi. Bütün savaşlarda, zorlu seferlerde Allah Resûlü’nün yanında yer aldı. Ezan-ı muhammediyenin çağlara taşınan kutlu sesi oldu. Vaktiyle kızgın taşlar altında ezilen göğsündeki engin muhabbet o raddeye ulaştı ki Peygamberin vefatından sonra ezan okuyamaz oldu ve her köşesi sevilenin hatıralarıyla dolu o beldede kalamadı. Önce Medine’ye, ardından Suriye’ye hicret etti. Bugün okunan her ezanın kalbinde muhabbetin sevgili çilesini taşıyan ve zamanlara yanık sesini bırakan bir Bilal-i Habeşî gizli. O esrarlı muhabbetin esir alarak özgürlüğüne kavuşturduğu Bilal-i Habeşî.
İlim ve hakikat deryası olan Mevlana da, kendisini değiştirip dönüştüren “o sevgi” yi Şems’te bulunca farklı bir makama iltica etti. Onun, sevgisi uğruna havuza atılan sevgili kitaplarından hicret ettiği diyar, bir gönül mertebesiydi. Ömrünün geri kalanını Şems’in hasretiyle yanan biri olarak geçiren o “yürüyen evren”, kendisine getirilen yalan haberlere bile, bir servet vakfetti. Değil mi ki, Allah için hürmet edilen dostun adı, o yalanın içindeydi.
Ben Allah için sevmeleri severim. Sevilenin sözü, duruşu, hâli gecenin içinden kopsun da, imdadıma yetişsin diye beklerim. Kalbin göğünde durur öteli olan o sevgiler. Kuvvetini sonsuz bir kudretten aldıkları için, sevileni aşan bir fıtrat ile şereflenirler. Bu yüzden o kaynağın bir aynası, bir nuru mesabesindedir her bir sevgi. Ne zaman tökezlesem, hayata dair umudumun örselendiğini hissetsem içimi sımsıkı sarıverir içime gülümseyen o ses:
“Ben de Müzdelife ile şeytan taşlama arasını çok severim evladım. Durduğun zaman arkada kalan çiğneyecektir seni. Orada durma, soluklanma, dönüp arkana bakma imkânın yoktur. Durma, ilerle…”
Selam ile.