Hakikat(sizliğ)in Tezahürleri
Görüntülerin gerçekliğe egemen olduğu bu çağda, meseleyi basitleştirerek söyleyecek olursak, görüntülerin kaybolduğu anda insan gerçeklikle aniden karşı karşıya kalmaktadır. Bir hayal aleminde yaşayıp da bir müddet sonra o hayalden kurtulmak gibi yani.
Sürekli
görüntülerle (=hayallerle) yaşamanın ne mahsuru var ki? Hayallere dalalım,
renkli görüntüler arasında mutlu olmaya çalışalım. Hayatın tüm hakikati bununla
bitiyor olsa sorun yok. Fakat insanın nereden geldiği ve nereye gideceği gibi
bir gerçek sürekli yanıbaşımızda dururken sadece sorunu biraz daha ertelemiş ve
görmezden gelmiş olursunuz. Post/modern dünya insanın bu hakikatle karşı
karşıya gelmemesi için onu görüntülere boğmakta, hakikat sorularını sürekli
ertelemekte ve sahte mutluluk emojileri boca etmektedir.
Jean
Baudrillard, bu görüntü bolluğu ve egemenliğini analiz ederken, insanın
Tanrısal hakikate sırtını döndükten sonra, birden hakikat yaratmak sorunu ile
karşı karşıya kaldığını belirtmekteydi. Esasen modernlik yeni bir hakikat
yaratma ya da hakikatin adresini değiştirme anlamında bir faaliyete girişmişti.
Fakat bunda başarısız olunca, postmodernlik “hakikat” fikrini gündemden
kaldırmak istedi.
Bu
postmodern strateji insanla gerçeklik arasında sürekli muğlak alanlar
yaratarak, görüntüleri gerçekliğin yerine ikame ederek “gidiş nereye?” sorusunu
unutturmaktadır. Bugün bu bağlamda yeni bir paganizmin bariz etkileri
yaşanmaktadır. Tanrı burada yanlış anlaşılmakta değildir; Tanrı burada bir
referans olmaktan çıkmıştır. Bu görüntüler bolluğunda geçmişin tanrılar
panteonu, şimdi serbest piyasanın işlerlikleri doğrultusunda “tanrılar
pazarı”na dönüşmüş görünmektedir; “seç, beğen, al.” Nasıl bir tanrı istiyorsan,
sana bu piyasada onu yaratırlar. Bu sebeple din bir yere kaybolmuş değildir;
din taklidi yapan yapılar ile tanrı taklidi yapan özneler vitrindedirler.
Bu
minvalde en ciddi konuşulması gereken sorunların başında eşyanın gerçekliğine
dair anlam çarpıtması gelmektedir. Çeşitli yazınlarda ve sosyal medya
paylaşımlarında daha yakın zamanlarda müslümanların sahip olduğu anlam
dünyasının ciddi dönüştüğü sürekli bir şikayetin konusu olmaktadır. Doğrusu
2000’lerden itibaren ben de filmde kopmalar olduğunu sezinlemekteyim.
Her
şeyin reklama dönüştüğü bir ortamda, görüntüler üzerinden bir haz yaratılmakla
birlikte, içeriklerinin kesinlikle postmodern ideoloji ile ağzına kadar dolu
olduğunu düşünüyorum. Söz gelimi; dizi ve filmler özlenilmesi gereken hayata
atıfta bulunmaktadırlar. Aslında dizileri ekranlardan seyretmenin bile bir
mantığı ve gereği olmadığı; çünkü hepsinin hayata taşındığını görebilirsiniz.
Artık hayatı özetleyen iki anahtar kavram; “arzu” ve “haz” şeklinde
özetlenebilir.
İşin
ilginç tarafı günümüz insanı kendisini geçmişte yaşan insanlardan daha gelişmiş
ve her bakımdan daha evrimleşmiş görmektedir. Halbuki bütün pagan kültürlerin
faş edeceği iki nitelik budur. Geçmiş toplumlar da bunu yaşamışlardır. İnsanın
doğasının değiştiğini söyleyenler, acaba haz mı insandan alındı yoksa arzular
mı? Doğrusu reklamlar tüm aparatlarıyla insanı nereden yakalayacaklarını iyi
biliyorlar. Çünkü onlar insan doğası olarak keşfettikleri ögeleri
kullanıyorlar.
Bugün
dinsel kıyafet ve sembollerin bile kendi özgül anlamlarının çarpıtılarak,
reklamlarda bu eşyaların “birinci sınıf dünyalar” yaratmak için kurgulandıkları
örtük olarak verilir. İşin daha vahim tarafı aynı çarpıtmalar tüm insan
ilişkilerini kapsayan bir metastaza dönüşmüştür. Böyle bir ilişkiler ağında
“kurtarıcı” olarak sarıldığınız her şey sizi daha da kötüleştirebilir. Bu arada
insanın hakikatle mesafesi arttıkça, kendisinden mündemiç kurtulma imkanları da
kullanılmadığından kaybolmaktadır.