Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
21 Kasım 2018

Hakikatin yansıması olarak adalet

Varoluşu başlatan hakikat, sürdüren adalet, süsleyen ise liyakattir. Hakikat nasıl gök teorisinin yeryüzü pratiğine yansıması ise beşeri adalet de İlahi adaletin yansımasıdır. İnsanlardaki gerçeklik duygusu nasıl ki büsbütün hakikati temsil etmediği halde yanılmayı engelleyici bir korunak sağlıyorsa beşeri adalet de ilhamını aldığı ilahi adaletin doğal bir mahfazası olarak insanlar arasındaki her türden eyleyişin makul olma gerekçesidir. Bazı pratiklerde dillendirilmiş olsa bile beşeri adalet hiçbir zaman ilahi adaletin karşısında yer almaz, alamaz. Olsa olsa onun lokal ve mevzi bir uygulaması olarak varlığını sürdürür ama hiçbir zaman, hiçbir koşulda onun mutlak muhalifi olarak kendini konumlandıramaz. İnsanın olduğu yerde adalet, adaletin olduğu yerde İlahi adalet vardır. Buradaki zihin sürçmesinin temel nedeni ise adalet ile hukukun, bazen de hukuk ile kanunların birbirine karıştırılmasıdır. Yeryüzündeki bütün adalet sistemlerinin ruhu İlahi adalet, bedeni ise beşeri adalettir.

Doğrusunu söylemek gerekirse hakikat, bütün bir oluş pratiğinin mutlak muharriki olarak “olan ve olacak olanı” ışığıyla nasıl besliyorsa İlahi adalet de zaman ve mekanla buluşmuş bütün canlıların sınır tayininin mutlak gerekçesi olarak onların varlık inşasında mutlak belirleyici bir rol oynamaktadır. Belki biraz da bu sebepten, ilhamını adaletten alan her türden ilişki biçimi sadece mesafe ayarlamak bakımından değil aynı zamanda varlığını sürdürmek bakımından da adalete muhtaçtır. Yine bunun devam olarak şöyle denebilir: Adalet sadece devletler üstü değil aynı zamanda medeniyetler üstü bir mahiyeti haizdir. Böyle bakınca da adalet insan akıl ve bedeninin kendi dışında ilişkiye girdiği her şeyin doğal dili haline gelmektedir ki bu dil ne kadar iyi bilinir ve konuşulursa muhataplar o kadar rahat eder. Bireyler, toplumlar ve devletler bakımından bu dil ne kadar uygulanırsa insanlık o kadar ileriye gider; bu dilden ne kadar uzaklaşılırsa insanlık da o kadar kendinden uzaklaşır. Belki de insanı insan yapmanın dilidir adalet. Sırtını adalete dayamamış hiçbir devlet ayakta kalmamıştır, kalamaz. Adaletten nasibini almamış hiçbir üretim insana fayda sağlamaz. İçinde adaletin bulunmadığı hiçbir toplumsal organizasyon devlet derecesine eremez. Doğrudan hakikatin çocuğu olduğu için İlahi adalet ilahi işleyişin, bir şekilde onun ışığından yararlandığı için de beşeri adalet beşeri işleyişin mutlak garantisidir. Adalet sadece beden mülkünün değil ruh mülkünün de temelidir. İçinde mutlak adaletin yer almadığı bir Tanrı inancı, adaletin merkeze oturtulmadığı bir kutsal kitap yoktur. Adaletin geçmiş dönemde ve şimdi, burada ve orada, bizde ve ötekinde gücünü yitirmeden varlığını her daim sürdürmesinin, pratik bozulmalara maruz kalsa bile teorik çerçevesine asla halel getirmemesinin sebebi de beslendiği yerin hakikat oluşudur.

Adalet, kısa çöpün uzun çöpten hakkını alması değildir sadece, kısa çöp ile uzun çöp arasındaki ilişkinin, her ikisini de kuvvetlendirerek makul bir zemine taşımasıdır. Kısa çöpün de uzun çöpün de kendine ait alanda gönlünce tasarrufta bulunması, ötekinin sınırlarına ihlali akılndan geçirmemesi, geçirdiğinde ise mutlaka bir ceza ile karşılaşacağını düşünmesidir. Hukuk bu yönüyle adaletin gözü, kanun ise elidir. Göz bazen perspektif bozukluğu yaşayabilir, el bazen yanlış yapabilir ama varoluşun saf hali hiçbir zaman istikametini bozmaz. Adalet, varoluşun saf halini temsil ettiği içindir ki kendisi ortak payda olduğu halde, hukuklar ve kanunlar birbirinden farklılık gösterir. Güneş yeşertinin garantisidir ama bazı yerlere ulaşmayabilir; yağmur bereketin garantisidir ama bazen sele neden olur. Söz konusu adaletse gerisi teferruattır. Kul hakkından öte yol var mı?..

Adaletini yitiren kainat kaosa sürüklenir, adaletini yitirmiş toplum anarşiye teslim olur, adaletini geride bırakmış medeniyet unutulur ve adaletini uygulamayan devlet parçalanır. Başka bir deyişle insan aklının en büyük sosyal organizasyonu olan devletin ‘içeriden’ parçalanmasının yegane sebebi adalet duygusunun ortadan kalkmasıdır. Devletlerin kuruluş aşamasında tomurcuklanan adalet; yükselme aşamasında çiçeğe durmuş, çöküş aşamasında ise kuruyup gitmiştir. Bireylerin iyilik ve kötülük sınırı nasıl ötekilere davranışındaki adalet ölçüsü ise toplumların iyilik ve kötülük ölçüsü de kurdukları adalet sisteminin iyi işleyip işlemediği, onun ölçüsü de işin ehline verilip verilmediğidir.

Adalet, doğrudan had ve sınır tayiniyle ilgilidir ve hakikat yolcularının yürüyüş esnasındaki ritmini belirler. Her yolcunun kendine özgü adımı onu hakikate ya biraz daha yaklaştırır ya oyalar yahut da büsbütün ondan uzaklaştırır. Hakikat adalet talep eder. Toplum ya da birey, hiç fark etmez, kendisine yönelen her adımda, en azından niyet düzeyinde adalet talep eder. Bu talebe yanıt aldığı zaman, kendisine yürüyen yolcu mecalsiz kalsa bile hakikat ona yaklaşır. Hakikat, adaletin kokusunu aldığı yere uğrar. Haksızlık ve adaletsizliğin olduğu yerden hızlıca uzaklaşır ve en azından vicdan düzeyinde haksızlığa reddiye sesini duyana kadar bekler, bu sese kulak verir, şartlar olgunlaşınca da bıraktığı yere tekrar döner, adaletsizliğin yaralarını sarmaya başlar. Böylece, vicdan kuruluğundan kaynaklı çoraklaşmış toprakları yeniden merhamet yağmurlarıyla sular, bireyden başlayarak topluma yayılan yeni bir ruhun tesisine vesile olur.

Adaletin tesisinde liyakat birinci sırada gelir. Liyakatin ıskalandığı, görmezden gelindiği topraklara adalet uğramaz. Liyakat çünkü iyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla, yanlışıyla bütün eylemlerin hak ettiğini alması demektir. Yaptığınız iyiliğin ve kötülüğün karşılığı zerre miskal şaşmadan nasıl büyük divanda hesabınıza işleniyorsa dünya işlerinde de her iyiliğin ve her kötülüğün, söz konusu iyilik ve kötülük ölçüsüne göre tayin edilmesi gerekir.

Hakikat var ama adalet yok diyemeyiz. Adalet var ama hakikat yok diyemeyiz. Liyakat var ama adalet yok diyemeyiz. Bu üçü de hem bireysel hem de toplumsal işleyişin varlık sebebi olarak iç içe geçmiştir. Bunların hiçbirinin olmadığı yerde hayat yoktur. Hakikatin eksik olduğu yerde ruh, adaletin eksik olduğu yerde nefes, liyakatin eksik olduğu yerde güzellik yok olur. Belki de mükemmel diye bir şey yoktur ama neden en azından ona yürüyenler olmasın ki? Adalet ve liyakatin terk ettiği topraklarda hakikat durur mu? Hakikat ve adaletin olmadığı yerde liyakat sorulur mu? Hakikat ve liyakatin olmadığı yerde adalet kurulur mu?