Hakikat(in sırrı) nedir?
Hakikate ulaştıran ve bizi hakikate ileten nedir? sorusu, kadim zamanlardan beri en çok sorulan suallerden birisidir. Felsefe ve filozofların sık sık tekrarladığı ve elde etmeyi bir amaç ve ideal olarak gördükleri hakikat, bir esas ve bir gerçeklik midir? Kelimelerin sırları içinde hakikat, doğru olan; akla, mantığa ve düşünmenin yasalarına uygun/uyumlu olandır.
Varlığı inkâr edilemeyen gerçeklik olarak hakikat, asıldır, temeldir. Hakikat; gerçek ve sabit olan varlığı, şek ve şüpheden uzak tutan olgudur. Hak olan her varlık hakikatle ilgilidir. Hakikati olmayan hiçbir şeyin, zihin dünyasında ve dış alemde bir karşılığı yoktur. Hakk’ın varlığı, hakikatin kendisidir. (M. Zeki Duman, Beyanu’l-Hak)
Kalp, hakikat aleminde âlemlerin Rabb’ine bağlıdır. İman ettiği Rahman’ın huzurunda, hakikat, şüphe ve küfrü yok eder. Kalplerin hakikati, Allah’a yakın olmaktır. Kalbe giren, aşkullah, hakikatin istikametini gösterir. (Ebu Nasr Serrâc Tûsî, el-Lüma, H. Kamil Yılmaz, İstanbul 2019, 395)
Kendilerine hakikatin apaçık zâhir olduğu kimseler, kıskançlık ve küfrün zehriyle Resul ve Nebilerin ikazına rağmen ayaklarını geriye doğru çevirerek akıl, kalp ve zihinlerini perdelediler. Kulaklarını sağır, dillerini lâl eden mühürler, onların gönüllerini de katılaştırdı. Hakikati sergileyen ve gösteren Hakimler Hâkimi Azîm olan Allah’tır.
Hakikatin sahibi Hakk Teâlâ’dır. Firavunlar ve Nemrutlar izin verse de vermese de, iman gerçekleşir. İstikametten çevirmeye çalışan kaybetmiştir, zarardadır, ziyandadır. Hakikatin üzerinde var oluşunu gerçekleştiren, Yaratan’ın güvencesi ve himayesi altındadır. Delil getiremeyenler, hakikatin sözcüsü, temsilcisi ve sahibi olamazlar. Zira ‘hakikat Allah’a aittir.’
Hakikati inkâr edenler, zannın ve şüphenin kölesidirler. Körlük, hakikati perdeleyemez. Hakikat, güneş gibi apaçık şavkını bütün yüreklere taşır. İçinde tevhidin hayat sırrını götürerek, istikametin yolcularına dosdoğru yolu gösterir. Hakikatin sırrıyla ikrama ve muştuya nail olanlar, varlığın tabiatına yönelirler ve onu anlamaya çalışırlar.
Hakikatin hükmü, arayanlar için zâhirdir. Dünyaya gelmiş varlık insan, ilâhî gerçekliği arayan bir kâşiftir. İlk yaratılışın sırrından başlayarak, el-Evvel ve el-Âhir’i, yani hakikati aramaya girişir. İbrahim’in hakikat arayışı, insanlığın var oluşunun provasıdır. Hakikat sırrı, İbrahim’in arayış seyahatinin akıbetiyle ilgilidir ve ona bağlıdır. Mutlak Varlık, Allah, tevhid sahibinin en yakın hakikat dostudur.
İlim, tefekkür ve tezekkür, hakikatin arayıcısı gerçek âlimin azığıdır. Âlim kişi bilir ki, hakikatin dünyevi bir karşılığı yoktur. Hakikat, Ebedî ve Ezelî Olan’ın elindedir.
Hakikatten sapanlar, akıl körlüğüne düşerler, böylece onların idrak melekeleri zayi olur. Hakk’ın dışında hakikati aramak, kaybedenlerin özelliğidir. Onlar ki, her zaman ilâhî kurtuluştan nasiplenmezler.
Hakikate din ve felsefe/bilgelik, yani şeriat ve hikmet ulaştırır. Hakikat, şeriatın kendisidir. Hakikatsiz şeriat, şeriatsız hakikat olmaz. Şeriat, kulun fiilidir. Hakikat ise Azim olan Allah’ın kula mâlik olmasıdır. Hükümranlık, kudret ve azamet el-Melik’in sıfatlarıdır ki, yaratılanlar için hakikat sırrını içinde taşır.
Şeriat muhafaza edilirse, hakikat gerçekleşir. Ruh nasıl ki, bedenden ayrılırsa, beden murdar olur, ruhu rüzgâr haline gelir. Bedenle ruhun değeri, birbirleriyle gerçekleşir. Hakikat, bedeni de ruhu da istikamet yörüngesinde tutar. Hakikatsiz şeriat, riyaya yol açar; şeriatsız hakikat de, nifaka sebep olur.
Allah yolunda cihat edenler, hakikat yolunun seyyahlarıdır. Cihat eden mücahid, şeraitin içindedir. Hidayet ise, hakikatle beraberdir. Nefisle yapılan büyük cihat, kulun zâhirî hükümler içinde kalmasını sağlar. Böylece şeriat, kazanılan (çalışılarak elde edilen) hükümler içine girer, dolayısıyla kuldandır. Hakikat ise, lütuf ve hibe edilen vehbî/verilen şeylerdendir; Hakk’dandır.
Hakikat, ‘kulun Allah’a vuslat mahallinde ikamet etmesi, sırrının ise tenzih mahalli üzerinde durmasıdır.” Hakikat erbabının muradı, Rahim’dir. Rahîm’de sırlanmak, hakikat seyyahlarının vasıflarındandır.
Eşyanın gerçekliğine ulaşmaya çalışan bilgeler/hakîmler ve ârifler, Hakikatin tek ve bir olduğunu bilirler. Hakikati anlayan ve anlatan ârif, âlim ve âkiller, azizler güruhunun nadirleridir. Sufilere göre, ‘kul, keşf haline ulaştığı zaman marifet hakikat olur.’ (Hücvirî, Keşfu’l-Mahcûb, çev: S. Uludağ, İstanbul 1996, 534-535, 233, 289)
Hakikat karşısında, harfler, kelimeler ve sesler yetersizdir. Aranılan ve elde edilmeye çalışılan hakikat, bilinmezlerden bir sır ve gizemdir. Sırların Sırrı’na (Sırru’l-Esrâr) ulaşmak, hakikat yolcularının vasfıdır. (Kelâbâzî, Ta’arruf, çev: S. Uludağ, İstanbul 1992, 209)
Hakikat nedir? sorusunun cevabı, Bağdatlı Cüneyd’in dilinde “O’nu/Allah’ı hatırlamak, sonra şunu bunu bırakmaktır. Sadece O’na yönelmektir”.
Erenler bilirler ki, hakikatin işareti, bela ve musibetlerle karşı karşıya kalmaktır. Kâmil ve en sağlam hakikat, ilme yakın olandır. Hakikat erbabınca Allah kayıp değildir ki, bilinsin. O’nun bir sınırı yoktur ki, kavransın. Ancak Var Olan’ı (Mevcud) kavraya çalışan, onunla aydınlanmış olur. Dolayısıyla hakikat, mevcud hâli bilmektir. Hâl ise, olmayan ilmi ortaya çıkarmaktır.
Hakikatin dili, Allah’ın gönüllere aracısız ulaştığıdır. İlmin dili, bize vasıtalarla ulaşır. Hakk’ın lisanını anlamak da anlatmak da imkansızdır. Zira Sırlardan bir sır olan gizli hakikatler, zâhir olunca, açık olanlar gizlenir ve perdelenir. (el-Lüma, 85, 249-250)
İstikamet ve hakikat arayışı, muvahhidlerin ulaşmaya çalıştıkları ‘Gizli Hazine’dir. Bilinmek isteyen el-Alîm’in Sonsuz Bilgisi Marifetullah, hakikat kâşifi için bir ışıktır, bir nurdur, bir sırdır.