''Hakikati zayıf elle araştırmak''
İnsanın dünyada bulunuşu, üzerine düşünüldüğünde trajik sonuçları olan bir varlık halidir. Varoluşun deneyimlendiği hayat, insana verilen tek ve en önemli şanstır. Bu şansın hayatın ve varoluşun kendi hedefleri dışında deneyimlenmesi, insanın kendisini gerçekleştirebilme imkanını da berhava etmektedir. Bu açıdan bakıldığında, ne kadar da çok hayatın berhava edildiği görülebilir.
Peki varoluşun deneyimlenmesi ne demektir? İnsanın geldiği yer, kökeni, aşkınla ilişkisini koparmadan tüm insani potansiyellerini en üst seviyeye doğru çıkarmasıdır bir anlamda. İnsan bu süreçte kendi imkanlarını ve potansiyellerini keşfeder, negativitelerinden arınmaya çalışarak pozitif insaniliğini en üst seviyeye doğru çıkarmaya çalışır.
Klasik kitaplarımız ve felsefe “insan konuşan, düşünen bir hayvandır” şeklinde bir tanım geliştirir. Bu tanım, bir yandan insanın biyolojik varlığına ve bedenine dikkat çekerken, diğer yandan onu “düşünme” sıfatıyla niteler. Biyolojik ihtiyaçları olan, arzu duyan, talep eden bir varlık olarak insanın negatitiviteleri işte bu sınırları aşmasından oluşur. Varoluşun deneyimlenmesi, aynı zamanda içe doğru bir derinleşmeyi ifade eder.
Varoluşun deneyimlenmesinde temel hedef hakikattir. Hakikat, kendisine doğru sefer edilen bir hedeftir. İnsanoğlunun hayatının biricik amacı da bu olmalıdır. Dolayısıyla bu arayışı ve seyrü seferi ciddiye alarak hayatı inşa etmek lazım gelir. Yukarıdaki başlık Seneca’nın Doğa Araştırmaları kitabında geçen bir ifade. Buna göre “hakikati zayıf elle araştırmak”, varoluş deneyimlemesinin de ciddiye alınmadığını bize göstermektedir.
Çok farklı dünyalardan hayatını “hakikat”i aramaya adamış insanları görmemiz mümkündür. Meselâ; Gazali, İbn Sina, ibn Rüşd kadar Descartes, Kant, Albert Camus, Bertnard Russell, Buda vb. bir çok ismi bu bağlamda sayabiliriz. Onlar hakikati zayıf elle araştırmamışlar, ince bir işçilikle, bu arayışı hayatının anlam ve amacı kılarak varoluşlarını deneyimlemeye çalışmışlardır. Doğrusu salt bu sebeple saygı duyulmaya layıktırlar. Ne gibi sonuçlara ulaştıkları, 2. derecede önemlidir.
Özellikle Müslüman toplumlarda, bilgi ve hakikat araştırması, ciddiyetle ele alınması gereken bir konu olma hüviyetini arz etmektedir. Müslüman toplumların bu bağlamda temel sorunu, sahip oldukları inançlarına dayanarak zaten hakikati ellerinde tuttuklarına dair üst sınırlarda gezinen güvenleridir. Halbuki inanç, bilgisel doğruluğu garanti etmediği gibi onun analizi ve açılımına ihtiyaç vardır. Bu durum, Müslüman toplumlarda büyük oranda bir tembelliği getirmekte; doğrusu hakikat arayışı da ciddiyetini kaybetmektedir.
Gazali, hakikat arayışı bağlamında düşünsel bir kriz yaşamış ve fetret devri 11 yıla yakın sürmüştür. Bu zaman zarfında araştırmalarını derinleştirerek ve hakikati ciddiye alarak hareket etmiştir. Hakikate ulaşma konusunda farklı bilgi yollarını kritik etmiş, nasıl hakikate ulaşılacağına dair bir yol çizmeye çalışmıştır. Üstelik bunu bilgi, doğru düşünme yöntemlerini takip ederek gerçekleştirmeye gayret etmiştir.
Descartes, aynı zamanda inançlı bir insan olarak, en açık yargılardan hareket ederek hakikate nasıl ulaşılacağına dair kaideleri çıkarmıştır. İnsanın muhtemel yanılgıları ve önyargılarını konu etmiş, açıklık ve seçiklik ilkelerini takip ederek ulaştığı sonuçları paylaşmıştır.
Şimdi nereden başlanacak sorusunu soranlara da cevap olacak şekilde şu belirtilmelidir ki, Müslüman toplumların entelektüelleri her alanda hakikat arayışını ciddiye alarak yola çıkmalıdırlar. Hakikat arayışının bizzat kendisi zaten bu arayışın bir ödülü olacaktır.