Hakikati bir yerde ikamete zorlamak
Bir dini, felsefi düşünceyi vb. diğerinden ayıran temel nokta, hakikat ve mutlak konusundaki yaklaşımlarıdır. Hakikat İslam literatüründe en başta Cenab-ı Hak için kullanılır. Ayrıca, eşyanın tabiatıyla eşyaya dair bilgilerde bir örtüşme varsa, örtüşme haline hikmet, bu duruma da hakikat denir.
Hakkın karşıtı batıldır. Batıl geçerli olmayan, hakikat ifade etmeyen durumları ifade eder. Batılın gerçekliğe tekabüliyeti olmadığı için kendisini “güç”le ikame etmek ister. Tarih boyunca da hep böyle olmuştur. Ancak hakikatin kendisini güçle tahkim etmesine gerek yoktur. O zaten hakikattir. Tabii ki gücün hakikat yanında mevzilenmesi önemli ve gereklidir. Onu da ayrıca not edelim.
Bugün insanların hakikatle ilişkilerinde gördüğüm üç temel problem vardır. Birincisi, hakikati tehlikeli bulduğu için onu kabul edememe ve yüzleşmeyi sürekli erteleme. İkincisi de, hakikatin tarafgirlikler üzerinden güce doğru evrilmesi ve artık tartışmanın hak-batıl değil; kim daha güçlü üzerinden gerçekleşmesi. Üçüncüsü de, hakikati bir görüş, düşünce, dini anlayış, felsefi düşünce, ideolojide sürekli ikamet ettirme halidir. Şimdi bunları açalım.
İnsanlar pratik hayatta yalanlara kanarlar ve kitleler de bu yalanlarla avutulmak isterler. Hakikati aramak ve onunla daima yüzleşmek ancak çok sınırlı sayıda insanın yapabildiği bir şeydir. İnsan başta kendi hayatı olmak üzere karşılaştığı her şeyde, işin hakikati ile yüzleşme cesaretini nadiren gösterir. Kutsal kitap, Hz. İsa’nın (AS) dilinden “hakikati bileceksin ve hakikat seni özgürleştirecektir” derken, hakikati aramanın başta insanın kendi nefsi olmak üzere nasıl bağımlılıkları azalttığını göstermek ister. Erich Fromm’un özgürlük ve kötülük arasındaki ilişkiyi incelediği konuşması gerçekten müthiştir. Bu bağlamda önce şu soruyu sormalıyız: kendimizle ve hakikatle yüzleşmeye hazır mıyız?
İkincisi, insanların tarafgirlikleri o kadar kuvvetli bir hal almaktadır ki, gücü eline geçiren hakikatin de sahibi olarak ortaya çıkmaktadır. Bunları gündelik hayatta insanların dinleri, mezhepleri, felsefi düşünceleri, grupları vb. üzerinden gelişen tarafgirliklerinde izleyebilirsiniz. Elbette bir kişi kendi dini ya da ideolojisinin insanlık için en doğru olduğunu düşünebilir ve iddia edebilir. Ama bunu gerekçeleriyle, hakikatin künhüne uygun bir tarzda açıklamak ve konuşmak suretiyle değil de güç araçlarıyla yapmaya çalıştığında artık hakikat oradan çekilir. Bu durum büyük oranda bir toplumda konuşamamak, sürekli güç devşirmek ve muhatabına güçle boyun eğdirmek şeklinde tezahür eder. O zaman ikincisiyle ilgili şu soruyu soralım: Kendi taraf olduğunuz düşüncelerinizi hakikat bağlamında sorgulamaya hazır mısınız?
Üçüncüsü, hakikatin herhangi bir düşünce, ideoloji, dini ve mezhebi yorum ve kişide sürekli ikameti yoktur. Fakat insanlar çoğunlukla hakikati de kendi görüşleri muvacehesinde bir yerde ikamete zorlarlar. Halbuki “eşyanın tabiatına uygunluk” bağlamında hakikat, sürekli sorgulanması gereken bir hüviyet taşır. İnsanlık tarihine özellikle geçen yüzyılın tarihine baktığımızda, insanların nasıl da hakikat sorgulaması değil de, bağımlılıklar yarattığı net bir şekilde görülecektir. Buradaki soru şudur: Düşüncemizi haklı çıkarmak üzere, hakikati hep kendimizde mi ikamet ettiriyoruz?
Bir işte hakikatin ortaya çıkabilmesi için tarafların konuşmaya, hakikatle yüzleşmeye ve hakikati kabul etmeye hazır olmaları gerekir öncelikle. Aksi halde hakikatin yalancı temsilleri ortada arz-ı endam etmeye devam ederler.