Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

"Hakikat"e dikkat çekmek

Gustav Jung, kendisiyle yapılan söyleşide kanaatimce iki önemli şey söylemektedir. Birincisi, kendisine yöneltilen “Tanrı’ya kişisel hayatınızda inanıyor musunuz?” sorusuna “inanmıyorum, biliyorum” şeklinde cevap veriyordu. İkincisi de, insanla ilgili analizlerinde ise “insan en tehlikeli varlıktır; tehlike insandan gelmektedir” şeklinde bir cümle kullanmıştı.

Doğrusu Tanrı’yı bildiğini söylemesi, bende özellikle “psikoloji” söz konusu olduğunda derin analizlere bizi yöneltmektedir. Bunu ayrı bir yazının konusu yapalım. İnsanın tehlikeli bir varlık olması, onun çok farklı faktörler sebebiyle kendisini bulamaması ile de ilintili bir süreçtir.

Sosyoloji, psikoloji vb. bilimlerde sıklıkla tartışıldığı üzere insanın sosyal çevresiyle ilişkisi ve sosyal çevrenin insan üzerindeki derin etkisi burada belirleyici görünmektedir. Sartre gibi varoluşçuların insanın özü olmadığı; dolayısıyla tamamıyla sonradan inşa edildiği görüşüne bakacak olursak, burada sanki özgürlük imkanının genişlediği gibi bir fikre sahip olunabilir. Öte yandan insanın tamamen sosyal çevresi tarafından belirlendiğini de bize dikte edebilir. Zaten bir kısım düşünürler insanın büyük oranda belirlenmişliğinden bahsetmektedirler.

Doğrusu ben insanın tamamen belirlendiği kanaatinde değilim. Burada Weber’den mülhem söyleyecek olursak insanın bilinçli eylemleri, dünyayı inşa etme ve değiştirme uğraşları aksi durumda açıklanabilir olmaktan çıkardı. Ancak yine de burada sosyal tabakalar arasında farklılıkların olduğu kanaatindeyim. Fakat klasik bir tabakalaşmadan ziyade, kabaca entelektüeller ve diğerleri arasındaki farktan bahsediyorum.

İnsanların çoğu toplumda çevrelerinde hazır buldukları, kendilerine telkin edilen davranış ve yaşam tarzlarını tekrar ederler. Bu sebeple “moda” oluşturan akım ve davranışlar insanlar arasında kolaylıkla yayılmaktadır. Hele bugünün küresel ve görsel iletişimin yoğun olduğu dünyada “moda”laştırmak daha kolay görünmektedir. Böylece bir kitleselleşme oluşmaktadır. Kitleselleşme hem yönetimsellik açısından işlevseldir hem de yüzeyselleşmeyi birlikte getirmektedir.

Bir toplumda değişim yaratmak aslında popüler anlamda bu kitleselleşme ile daha kolay olabilmektedir. Ancak kitleselleşmenin karşısında “hakikat”e dikkat çekildiğinde insanlara bunu anlatmak o kadar kolay değildir. Bunu anlatanlar sofist ve kıssacı türden insanların çok kolay hışmına uğrarlar. Belki de Nietszche’nin “bu kulaklara ağız değilim” sözü bu minvalde söylenmiştir.

Kitleselleşme, popülerleşme formel eğitimle halledilecek bir mesele değilmiş gibi görünmektedir. Kur’an-ı Kerim’in “müstazaf” olarak belirttiği ve entelektüel potansiyelleri giderek zayıflatılmayı da içeren bu kavram, neticede “hakikat” karşısında herkes olabilmektedir. Peygamberlerin işi bu sebeple o kadar kolay olmamıştır. Ancak onlar “hakikat”i farklı şekillerde ifade kapasitesine sahip olmaları sebebiyle en azından bizden öndedirler.

Marx teorisinde kitlelerin aldatılması ve yabancılaşma üzerinde özellikle durmaktadır. Dini bu anlamda “yanlış bilinç” olarak gören Marx nihai anlamda onu bir afyon olarak değerlendirse de, son kertede dini kitleler için gerekli de görmektedir. Hasılı bugün temel sorun; “hakikat” konusuna kitlelerin ilgi ve dikkatlerini çekebilmektir.

Tam da bu sebeple toplumun sorunların farkında olmadığı, kitleselleşmenin derin bir şekilde işlediği bir çağda yaşamaktayız. Küresel ölçekte kitleselleşmenin ya da müstazaflaşmanın giderek arttığını müşahede ediyorsunuzdur. Böyle bir konjonktürde kitlelere, ekrandan dikte edilen modalar, hakikat çarpıtmaları ve büyülü-renkli dünyalar, el çabukluğu ile “hakikat”i gözden kaçırmakta, daha da ileri giderek bunun önemli bile olmadığını dikte etmektedirler. İşin ilginç tarafı bunu da “dini format”larda yapmaktadırlar.