Dolar (USD)
35.27
Euro (EUR)
36.73
Gram Altın
2985.85
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Hakikat ve eşya

İnsanın tarihin erken dönemlerinden bugüne kadar, en temel problemi Tanrı-insan ilişkisinin mahiyetine dairdir. Belki bu yargıya hemen itiraz edenler olabilir. Hatta tam tersine, insan biyolojik varlığını sürdürmeye çalışmayı hedeflemektedir denilebilir. Özellikle bugünün dünyasında gözlem yapanlar, ekonomiyi en temel insan problemi haline getirebilirler. İnsanın ekonomik problemleri olabilir, ancak bunların hepsinin belirli dünya görüşü, insanın konumu hatta bir fizik anlayışı ile ilintili olduğunu akıldan çıkarmamak lazımdır.

Modern dünyaya geçişte, Tanrı’nın konumunun değişimi insan ve dünyayı daha anlamlı kılmamış; hatta bugün yaşadığımız vechile krizlerin artmasına sebep olmuştur. Erken teoriler, insanlığın tarihsel süreçte giderek yetkinlik kazandığı ve Tanrı’ya ihtiyaç duymayacağını deklare ettiler. Comte başta olmak üzere birçok sosyolog ve felsefecinin teorileri bu yönde gelişti. Post/Modern dünya temelde Tanrı’ya ihtiyaç duymadan da bir dünya kurulabileceğine olan inancı ifade eder her şeyden önce. Tabii hemen hatırlatmak lazımdır ki, bu mutlak bir ateizm değildir. Ancak Tanrı’nın nerede konumlandırılacağı bugün hala esas sorundur.

Newton’un mekanik alem tasavvuru yeni bir fizik ve kozmoloji önerdi. Bu öneriyle uyumlu Tanrı anlayışı deizm idi. Böylece Tanrı tarihin dışına ebedi istiratgahına gönderilerek soyutlaştırıldı. O insana karışmıyor ama sistemin garantörü olarak yukarılarda bir yerlerde duruyordu. Tanrı-insan arasında kurulan bu yeni ilişki, her an insanla ilgilenen, merhamet eden, “sıcak” Tanrı anlayışını geride bırakarak soğuk, mekanik ilişki biçimlerini doğurdu. Hakikat’ın ibresinin de Tanrı’dan insana doğru döndüğü bir durumu getirdi.

Einstein’ın izafiyet teorisi ve kuantum fiziğiyle yeni bir dönem başladı. Bilimde Thomas Kuhn’un “paradigma” kavramı, paralel evrenler ve nihayetinde hakikatin parçalandığı postmodern dönemle bir uyumluluk arz eden bu durum, hakikatin göreceleştirmiş ve insanı da mikro Tanrı haline getirmiştir. Şimdi insanlık hakikati de kaybetmiş halde bir savrulmayı yaşamaktadır.

Tanrı, en temel hakikati ifade etmektedir. Tanrı aslında insanın “anlama” faaliyetinin sabite noktasıdır. Eşya (=varlık âlemi) ile sağlıklı ilişkiler kurmak için “O”, bir başlangıç noktasıdır. Tanrı’nın konumunun kaybedilmesi, bu bağlamda insanlığa çok pahalıya mal olmuştur/olmaktadır. Bu sabitesini kaybeden insanın sürekli, varlığa ve eşyaya yeniden anlam verme çabalarını görmekteyiz. Her şeyin aynı anda “tutarlı” ya da “tutarsız” olabileceği bir dünyada, insanın kendi konumunu kaybetmiş olduğuna hükmedebiliriz.

İslam âlimleri eşyanın özü, gerçekliği ve künhünü bilmeye özel önem atfederler. Bu, eşyanın hakikatini bilmek demektir ki, eşya ile sağlıklı ilişkiler için önemlidir. Halbuki içinde yaşadığımız dünya, dünyaya yönelik geliştirdiği teoriler ile eşyayı değiştirmeye teşebbüs etmekte; uyumu böylece elde etmeye çalışmaktadır. Bu ise eşyanın gerçekliğini değil, onun muhtelif temsillerini hayatımıza sokmaktadır. Artık eşya ile insan arasındaki ilişkide de Tanrı’nın aradan çekilmesi ile, hakikat sessiz sedasız insandan uzaklaşmaya başlamaktadır. Bunun için de, dış dünyadaki gerçeklikleri, bozuklukları olduğu gibi algılamak yerine, sahte gerçekliklerle kendisini aldatmaktadır.

Tüm bu süreçler insan hayatında çok ciddi krizleri tetiklemektedir. Bir kere anlam dünyası bozulmuştur. Tanrı olmadan anlam dünyası inşalarının netice vermediği, zaman geçtikçe daha iyi anlaşılacaktır. Öncelikle yapılması gereken; Tanrı’dan ve kendimizden başlayarak varlık dünyasını yerli yerine oturtmak ve hakikati aramaktır.