Hakikat tevazu getirir
Medyayı, sosyal medyayı, insanları takip ediyorum ama son zamanlarda hiç içi açıcı gelmiyor. Bunun sebebi; sadece kötü haberlerin verilmesi değil. Sosyal medyanın zihinsel çilesi çekilmemiş fikir adına keskin yargılarla dolu olması. Dikkatimi çeken bir şey de, birçoklarının aforizma söyleyeceğiz diye epey kendisini zorlaması.
Bu yargıların ve aforizmaların büyük oranda “din”i içerikli söylemi ise, meseleyi daha da dramatik kılıyor. Çünkü yargılar birden keskinleşiyor ve başka bir şey haline geliyor. “Kur’an’da şöyle diyor, bu ise şirktir; o zaman bunu söyleyen de müşriktir” türünden, yüzyıllardan beri geçerli olan mantık ilkelerini geçersizleştiren, düzmantıkla söylenmiş ifadeler bunlar.
O kadar çok buna benzer şeyle karşılaşıyorum ki, bazen içimden “şu dini bir rahat bıraksalar” diye geçiyor. Belki o zaman kendi tabiliğiyle hayat daha güzel olacak. Üstelik hiçbir bilgi temeli, usul ve uzmanlık tanımadan din adına geliştirilen yargılar, herkesin kendisini doğrulamaya yönelik. Bu iş o kadar da göreli değil halbuki.
Atalarımız “cahil cesurdur” diye bir söz söylemişler. Yani cehalet insana hem çabuk söz söylettiriyor, hem de bilgi temeli olmadığı için her türlü düşünsel yargıya izin veriyor. Halbuki insan okudukça bildiklerinin yanında bilmediklerinin ne kadar devasa olduğunu anlar ve konuşurken artık kesin yargılardan olabildiğince kaçınır ve verdiği hükümleri de belli koşullara bağlar. Hakikate talip olanda göreceğiniz tavır tevazudur. Bu açıdan bir insanın ne kadar hakikate değdiğini tevazuundan anlayabilirsiniz. Diğerleri ise sadece ses çıkarıyorlardır.
Hakikate talip olan, ufuk sahibi bir insandır. Ufkunu geniş tutarak meselelere bakar. Onun için net yargılardan kaçınır. Rivayete göre, Şems ile Mevlâna ilk karşılaştığında, Şems Mevlâna’ya bir soru sorar: “Hz. Peygamber (SAV) mi büyüktür yoksa Bayezid-i Bestami mi?” Mevlâna, “tabii ki Hz. Peygamber büyüktür” cevabını verir. Bunun üzerine Şems, “ama Hz. Peygamber ben günde yüz kereden fazla tevbe ve istiğfar ediyorum derken, Bayezid, günde birçok âlemleri aştığını iddia eder” der. Mevlâna’nın bu soruya verdiği cevap manidardır: “Bayezid’in kabı (ufku olarak okuyabiliriz) o kadar dar ki, o büyük mesafeler aştığını düşünüyor. Bunun karşısında Hz. Peygamber’in kabı (ufku) o kadar geniştir ki, her şey o genişlikte bakıyor.”
“Hakikat”in talibi olmak zordur. Çünkü bu yol ömür boyu devam eder ve sizden sürekli bir zihin çilesi ister. Üstelik de hayatınızdaki her şeyi sorgulamanızı bekler. Hiçbir hazır fikre, kolaycılığa, basitliğe pirim vermez. Evrene, dünyaya, Tanrı’ya ve insana dair yargılarınızı sürekli kontrol etmeniz gerekmektedir. Önemli bir kısmıyla insanlar böyle bir yolculuğa çıkmayı göze alamadıkları için, içinde çok fazla rahatsız olmayacakları kapalı bir dünya inşa ederler kendilerine ve orada mutlu olmayı denerler. Aldatılma o kadar bariz bir seviyeye ulaşır ki, bazan önlerine gelen sarih gerçekleri görseler bile “oyun”a ve manipülasyona devam ederler. Kendilerine “hakikat”i işaret edenlere öfke duyarlarken, gönüllü aldanmaları devam ettirirler. Onlar için hakikat “oyun”u bozduğu için tehlikelidir.
Tolstoy’un sözünü söylemenin zamanıdır: “Hakikat yalnız ve yalnız şer işleyenler için tehlikelidir. Hayır işler işleyenler hakikati severler.”