Hakikat seni özgürleştirecektir
Erich Fromm, "Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum" kitabında Marx ve Freud'un teorilerini karşılaştırmalarla ele alırken kitabının başında ikisi Roma'ya biri de Hıristiyanlığa ait üç temel özdeyişi dile getirmektedir. Bunlardan ilki, insan her şeyden kuşku duymalıdır. İkincisi, İnsansal olan hiçbir şeyin bana yabancı olmadığına inanıyorum. Üçüncüsü ise, doğruluk (hakikat) seni özgürleştirecektir.
Her birisi üzerinde derin analizleri gerektiren ve aslı itibarıyla bilim ve edebiyat dünyalarında karşılığı olan bu önermeleri, içinde yaşadığımız krizler bağlamında ele almak istiyorum. İlk önce sondan başlayarak, esasen kutsal kitabın bir ifadesini burada tekrar ederek başlayalım: "Hakikat seni özgürleştirecektir."
İnsanoğlunun dünyada bulunuşu başlı başına bir trajedidir. Bir şekilde bulunduğu bu dünyayı/dünyada yaşamak zorundadır. Fakat burada en önemli soru(n)ları en başta insan ve dünyanın neliği oluşturmaktadır. Bunlara eklenebilecek birçok soru(n)lar da vardır. Hepsini birleştirdiğimizde ortak bir soruda birleşiriz: Hakikat nedir?
İnsanın gerçekten ne olduğu, dünyanın neliği, hayatın amacı vb. tüm bunların cevabı hakikati oluşturmaktadır. Fakat bu detay soruların üzerinden hepsinin birleştiği temel hakikat ise hiç şüphesiz Allah'tır. Hak/hakikat, en başta Cenab-ı Hakk'a referansta bulunur ve bunun arkasından insanın, dünyanın hakikatları daha da belirgin hale gelir. Hiç şüphesiz Allah'ı, bir hakikat olarak tüm boyutlarıyla kavrayamayız ama hakikati arzulama ve hakikate göre bir yaşam düzeneği kurma noktasında imkanlarımız vardır.
O zaman şöyle bir cümle kuralım: "Hakikat, insanın kendisi ve çevresini doğru bir şekilde anlayabilmesi için gereklidir. İnsan ancak hakikatle doğrulara ulaşır. Bu, aynı zamanda insanın kendisi ve dünyayı da doğru bir şekilde kavrayabilmesinin gereğidir. Tam da bu sebeple "kendini bilen Rabbini bilir " sözünü bu bağlamda algılamak gerekir.
Peki insanlar hakikatle doğru temas kurarlar mı? Gerçekten hakikate ulaşmak isterler mi? İşte bunlar çetrefilli sorunlardır. Zira hakikatle doğru temas kurmak sürekli bir meşakkati, tefekkürü gerektirdiği gibi kolaycılığı ve indirgemeciliği de dışlar. Bu sebeple bu konudaki kanaatimi peşinen serdedeyim: İnsan hakikati istemez. İnsanlar büyük oranda hakikatten hoşlanmazlar, aldatılmak isterler. Bu, hakikatle yüzyüze gelme cesaretini insanların çoğunun gösterememeleri sebebiyledir.
Hakikatle yüzyüze gelememe, dünyada kurulan ilişki düzeneklerinin, insanı kendi cenderesine aldığı oranda, bu düzeneklerin dışına çıkıp bakabilmek birçok fedakarlıkları ve zorlukları gerektirecektir. Kişi içinde bulunduğu durumu sürekli onaylamak üzere kendisine telkinde bulunacak ve sorgulamayı erteleyecektir. Hele bir de dışarıdan propagandalar devreye girdiğinde, bu cenderenin dışına çıkmak çok mümkün olmayacaktır. Bu durum, uzun vadede insanı her şeye köle haline getirmektedir.
Hakikatin insanı özgürleştirmesi, eşya, dünya ve kendi hakikatini anlayabilmesi ile başlar. İnsanların çoğu bunu anlamadıkları gibi, kendilerine gelen hakikatin sesine kulak tıkayarak propagandaların eşsiz rahatlığı ve konformizmine kendilerini teslim ederler. Hatta bu aldatılma onların daha çok işine gelir. Böylece propagandalarla iç süreçlerini de birbirleriyle uyumlu kıldıklarında, sadece yönlendirilen mekanizmalara dönüşürler.
Hakikatin sürekli bir tefekkürü gerektirdiğini belirtmiştik. Tefekkür, bir kere propagandavari cümleler elde edilerek her dönemde bunları insana hakikat diye satmanın önünde engel olmakta; hakikat ile yenilenerek bir ilişki kurmanın imkanlarını önümüze sermektedir. Bu sebeple hakikate giden yoldaki kolaycılığa düşmemek gerekir. Bu, bazen hatta çoğu zaman dini görünümlü söylemlerle de karşımıza çıkabilir.
Özgürleşmek ancak hakikatle mümkün olacaktır.