Dolar (USD)
35.13
Euro (EUR)
36.61
Gram Altın
2971.72
BIST 100
9912.94
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
06 Şubat 2019

Hakikat niçin önemli?

İçinde yaşadığımız yüzyıl, öncelikle insanın bir düşünsel kriziyle malül. Aslında dünya ölçeğinde bu krizi beraberce yaşamaya devam ediyoruz. Bu arada dinlerin de bir imkan olmakla birlikte krizin içinde olmaları ayrıca üzerinde çözümlenmesi gereken içerikler taşıyor.

Hakikat, bir şeyin gerçekliğidir. Meselâ, eskiler işin hakikatini öğrendim deyince, onun gerçek boyutunu bildiğini kastederler. Bizim geleneğimizde en yüce hakikat Allah’tır. Bu sebeple Allah’ın (CC) isimlerinden birisi de “Hak”tır. Hz. Adem’den bu yana, Allah’ın varlığı ve birliği böyle bir hakikati ifade ettiğinden özellikle vurgulanır.

Modern zamanlara gelinceye kadar, Tanrı’dan başlayarak hakikatin insandan ve eşyadan bağımsız olarak dış dünyada var olduğu gerçeğinden hareket edilir. Tanrı’yı ve dış dünyadaki eşyaların hakikatini öğrenmek, bilmeye çalışmak esastır. İşte burada hikmet kavramı devreye girer. Cürcani’nin Tarifat’taki tanımına göre hikmet, “eşyanın hakikatlerini vücutta oldukları hal üzere beşer kudreti nispetinde araştıran ilimdir.” (s. 64)

Eşyanın bilgisine vukufiyetle sahip olmak hikmetle mümkündür. Bunun gerçekleşebilmesi için, insanın eşyaya dair subjektif anlam yüklemelerden kendisini arındırması ve eşyaya dair ciddi araştırma yapması zaruridir. Burada iki taraf vardır; eşya ve özne. Modern zamanlarda felsefe ve sosyolojide ciddi tartışma konusu olan eşyanın bize kendisini olduğu gibi gösterip göstermediği ya da bir insan olarak eşyayı bizim olduğu gibi kavrayıp kavrayamadığımız konuyla ilintili bir tartışmadır ama konuyu dağıtmamak için başka bir yazının konusu olmalıdır.

Hakikatin insandan bağımsız olduğu anlayışı, geleneksel düşüncede insanın bu hakikatlere kendisini uydurması, herhangi bir sapma durumunda kendisini değiştirmesi gibi bir mentaliteyi de beraberinde getirmekteydi.

Descartes’tan itibaren gelişen süreç Kant’la bir başka bakış açısını bize göstermiştir. Bu sefer dış dünya insanın bakış açısının oluşturduğu kategorilerle tanımlanmaya başlanmıştır. Dolayısıyla Tanrı hakikatin kendisi olmaktan çıktığı gibi, dış dünya insana göre yeniden tanımlanma durumunda kalmıştır. Modern anlayışta insanlık genel bir kategori olarak Tanrı’nın yerine ikame edilirken, tüm insanların aklının aynı şekilde çalıştığı ve aynı yolu izlediği (ki modernizmi totaliter kılan nokta burasıdır) varsayılmaktaydı. Böylece hakikatin kaynağı da insan oluyordu. Bu durumda, dışarıdaki hakikate insanın kendisinin uydurması tavrı terk edilerek, dış dünya insanın taleplerine uydurulacaktı. Modernliğin “eşyayı değiştirme” tavrı, bu mentaliteden beslenmekteydi.

Postmodern duruma gelince, modernliğin hakikat fikri değişti ve hakikat parçalandı. Dolayısıyla evrensel, genel geçer bir hakikat fikri tamamen kayboldu. Böylece insanın da mikro tanrı haline gelerek, hakikati kendi sınırlarında tanımlayan bir hayat inşa ettiğine şahit olduk. Şu anda herkes bir mikro tanrı olarak, her şeyin kendisine göre (kendi arzuları istikametinde) değişmesini istiyor. Aslında tam bir özgürlük durumu olarak resmedilen bu durum, güçlülerin arzularını diğerine dayatması sebebiyle, bana göre tam da Hobbes’un siyaset öncesi durumuna denk geliyor.

Şu anda dış dünyada bizden bağımsız hakikat fikrini kaybetmemiz sebebiyle bir kriz yaşamaktayız. Yani kendimizi inşa edecek, dış dünyada hareket edeceğimiz bir dayanak noktası yok. Postmodernlik, nereden başlayıp nereye gidersen eyvallah diyor. Bize dinimsi tonlarda büyüsellik ve mitsellik sunuyor. Ortada dolaşan İslami yorumlar ise, kesinlikle olup bitenlerden habersiz. Nereden mi biliyoruz? Öncelikle Tanrı ile eşya ve hakikatin arasını ayırmış ve kendi inanç alanında yarattığı tahayyülü bize hakikat olarak sunuyor.