Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
30 Temmuz 2018

Hakikat, hiç bir cemaatin tekelinde değildir!

İnsan, fıtratı gereği hakikate dair bilgiye, duyguya, düşünceye ve davranışa sahip olmak ister. Felsefe, bilim, sanat, edebiyat ve din, insanın hakikat algısını ve anlayışını ifade eden farklı beşeri faaliyet alanlarıdır. İnsanın hakikat anlayışı ve arayışını, belki de, en çok belirleyen tecrübe dindir. İnsan, dinden hayatın anlamının ne olduğuna, yaratılışın nasıl gerçekleştiğine, ölümden sonra ne olacağına dair tatmin edici cevaplar alma umudundadır. Dinin insan hayatını köklü ve bütüncül bir şekilde etkilemesinin arkasında belki de, insanlığın asli sorularına köklü cevaplar verme kapasitesi bulunmaktadır.

Din, hayatın anlamı, dünya ve ahiret hayatının niteliğine dair sorulara tek bir cevap vermez. Din, tek tipleştirici bir tecrübe değildir. Dinin cevapları, çoğulcu bir nitelik taşımaktadır. İnsanların yaşadıkları tecrübeler farklılaştıkça, dini anlayışları ve algılayışları da farklılaşmaktadır. İnsanların hukuk, siyaset, ilahiyat, ahlak, maneviyat, iktisat, felsefe ve sosyal ilişkiler alanlarındaki tecrübelerine göre dinin, felsefi, hukuki, sosyal, psikolojik, teolojik ve sanatsal boyutları yorumlanmaktadır. Dini hayata dair yapılan bütün yorumlar ve yaklaşımlar, insani ihtiyaçların, ideallerin ve arzuların tezahürü olarak kavramsallaştırılmışlardır. Dinler tarihindeki bütün tarikatlar, gruplar ve cemaatleri, insanların birey ve grup düzeyinde oluşturdukları hakikat anlayışlarını ve algılarını kurumsallaştıran yapılar olarak değerlendirebiliriz.

Dinin olduğu her yerde çoğulculuk vardır. Her dinin tarihi,, kendi içindeki sonu gelmez farklılaşmaların ve oluşumların tarihidir. Bütün dinlerde, tarikat ve cemaat yapıları insani ve sosyal gerçeklik olarak sürekli olarak var olmuştur. Tarikatlar ve cemaatler, bir anda türeyen veya nereden çıktığı belli olmayan yapılar değildirler. Tarikat ve cemaatler, insanların dindarlık ve sosyal tecrübelerinin farklı tezahürleri olarak ortaya çıkmakta, kurumsallaşmakta ve yayılmaktadırlar. Tarikat ve cemaatleri, sosyal birimler şeklindeki insani yapılar olarak düşünebiliriz.

Tarikat ve cemaatler başta olmak üzere bütün dini yapıları, sosyal hayatın birimleri olarak değerlendirmek mümkündür. İnsanların hakikate dair farklı anlayışları ve algılayışları, dini alanda farklı mezheplerin, tarikatların ve cemaatlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Tarikatları, cemaatleri ve mezhepleri, farklı hakikat veya hakikat dışı algılayışların ve anlayışların temsilcileri olarak görebiliriz. Tarikatlar, mezhepler ve cemaatler, kendilerine göre farklı hakikat veya batıl anlayışlarını temsil etmelerine rağmen, hiçbiri hakikatin tek, mutlak ve asli sahibi değildirler.

Tarikatlar, cemaatler ve mezhepler, hakikatin maliki değil, hakikatin mütevazi yorumlayıcısı oldukları sürece değerlidirler. Hakikat üzerinde mutlak sahiplik iddiasında bulunan bir tarikat, mezhep veya cemaat, kendisiyle birlikte hakikat arayışının yozlaşmasına ve tükenmesine yol açmaktadır.

Tarikatlar, mezhepler veya cemaatler, farklı hakikat anlayışlarının temsilcileri olarak toplumda az yada çok sayıda mensuba sahip olabilirler. Tarikatların, cemaatlerin ve mezheplerin, mensuplarının çokluğuna ve etkinliğine güvenerek toplumu ve devleti kontrol etmeye ve yönetmeye kalkması büyük bir yıkıcı yanlışlıktır. Cemaatlerin, mezheplerin ve tarikatların aynı şekilde değişik güç merkezleri tarafından toplumu kontrol etme aracı olarak kullanılması da yıkıcı bir faaliyettir. Cemaatler, tarikatlar ve mezhepler başta olmak üzere bütün dini yapılara, hakikate veya hakikat dışılığa dair farklı yorumlar ve yollar olarak bakmanın dışında bir anlam, değer ve işlev yüklenilmemelidir. Devletin, tarikat ve cemaatleri toplumu kontrol etme aracı olarak kullanması yanlış olduğu gibi, tarikat ve cemaatlerin de devleti kendi liderlik, doktrin ve teşkilatlarının ihtiyaçlarının hizmetinde bir araç olarak kullanmaları da yanlıştır ve yıkıcıdır. Tarikatlar ve cemaatler, kendilerini hakikat ve maneviyat arayışının platformları kılmak yerine siyaset ve hakimiyet alanlarının araçları haline getirirlerse, toplum ve devlet hayatında çok ciddi tahribatların ve yıkımların çıkması kaçınılmazdır. Cemaat ve tarikatlar, hakikatin peşinden koşmak için maksimum düzeyde siyaset ve devletten uzak durmalıdırlar.

Devlet ve toplumu kontrol etmek isteyen tarikat, cemaat ve mezhep yapıları, aslında çok kısa sürede kendi içlerinde kontrolü kaybetmektedirler. Yerel, bölgesel ve küresel güç merkezleri, kolaylıkla tarikatlardan, mezheplerden ve cemaatlerden yumuşak güç olarak yararlanıp hedeflenen devlet ve toplumda etkinliklerini arttırmanın peşine düşebilmektedirler. Kendi içinde kontrolü kaybeden, farklı boyutlardaki iktidar mücadelelerinin aracı duruma düşen bütün tarikatlar, cemaatler ve mezhepler, aslında farklı hakikat anlayışlarının temsilcileri olmaktan ziyade birer güvenlik sorununa dönüşmektedirler.

Hiçbir tarikata, mezhebe veya cemaate, ilahi bir misyon verilmemiştir. Hiçbir tarikatın, cemaatin veya mezhebin, kendisini hakikate sahip kurtuluşa eren fırka olarak görmesinin hiçbir insani, ahlaki ve ilahi temeli, meşruiyeti ve hakkı bulunmamaktadır. Her tarikat, mezhep ve cemaat, sadece sınırlı sayıda insanın hakikate dair tahayyülünü ve tefekkürünü temsil eden beşeri yapılardır. Hakikatin hiçbir tarikatın, cemaatin veya mezhebin tekelinde olmadığı gerçeğinin farkında olmak, bireysel ve toplumsal düzeyde insani gelişmek için olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Hakikate bir mezhebin, mürşidin, tarikatın veya cemaatin tek başına sahip olduğunu iddia etmenin, Şeytanın bir saptırması olduğunu unutmamak lazımdır.