Hakikat, Adalet, Liyakat (2)
Adalet insandan başlayarak toplumun bütün katmanlarındaki her bir oluşumun kendi çizgisinde kalmasını sağlamak, çizgi ihlallerine, ihlal nispetinde haddini bildirmek demektir. Adalet insandan başlayarak toplumun her bir hizbine hak ettiği değere göre hüküm vermek ve yasalarca konulan çizginin aşılması durumunda, aşılma ölçüsünce tekrar hatırlatılması, her bir öğenin kendi konumuna dönmesini garanti etmek için vardır. Bireysel anlamda adalet kendi hakkını yedirmeme kadar başkasının hakkına riayet etmek ve göz dikmemek demektir. İyi bireylerden oluşan iyi toplumlar gözlerini her daim hakikatin parlak aynasına diktikleri için haklarını yedirmeme ve hak yememe konusundaki titizliklerinden dolayı belki de idealde kolluk gücüne bile gerek duyurmayacak bir iç disipline sahiptirler. Kötü bireylerden oluşan kötü toplumlar ise gözlerini her daim yalanın sönük aynasına diktikleri için hakları yenince susacak, başkalarının hakkını gaspedince bunu meşru görecek bir anlayışa sahiptirler; böylesi bir toplumda vicdan bırakın kolluk gücü olmayı, hırsız olmaya ayarlandığı için dünyanın kolluk gücünü başına dikseniz, gözlerini kapasanız bile içinde hep başkalarının hakkını gasp duygusu olacak, maiyetine teslim edilmiş emanete ihanet etmekten bir an bile sarfı nazarda bulunmayacaktır.
Liyakat, birbirinden farklı insanların, birbirinden farklı emeklerinin her birinin hak teslimidir. Dolayısıyla daha amaca yönelik yürüyen yolcuların daha rastgele yürüyenlere göre, daha özenli yürüyenlerin daha özensiz yürüyenlere göre, daha hızlı yürüyenlerin ve daha çok yorulanların daha yavaş yürüyenlere ve daha az yorulanlara göre hakkının verilmesidir. Tıpkı insanların amellerine göre sorgulanmasında olduğu gibi eylemlerine göre hak paylaşımıdır. Liyakatin hakikat ve adalete göre üçüncü sırada oluşunun sebebi pratik hayatla buluşma noktasının çok daha belirgin oluşudur. Hakikat, çizilmiş bir ideal, adalet o idealin yol haritası, liyakat ise yolcunun eylemelerinin, emeklerinin karşılığıdır. Kitap’taki ‘kul hakkı’ tesmiyesi doğrudan liyakate vurgu yapmaktadır.
Bireysel olarak kendi çevremizi oluştururken iyiler ile kötüler, doğrular ile yanlışlar, bizi hak edenler ile etmeyenler arasındaki mesafeyi doğru ayarlamak bir liyakat meselesidir. En yakınımızdakilerin varlığımıza en faydalı olanlar, en uzağımızdakilerin de varlığımıza en çok tehdit oluşturanlar olduğunu biliyoruz. Böylece her insanın kendi çevresini oluştururken içgüdüsel olarak yaptığı şey, doğasına uygun gelenler ile onu bozma eğilimi taşıyanlar arasında bir ayrım yapmaktır. Bu dikkatle çevre oluşturan insanlar yanılmazlar, yanıldıkları noktadan rücu edenler yanılarak yollarına devam ederler. Ama kendileri iyiyken kötü, kendileri doğruyken yanlış, kendileri hakkı gözetirken haksızlığa bakan insanları yanlarında tutanlar kaybederler. Bütün arkadaşlık ilişkilerinde, hatta bütün muhatabiyetlerde mesafe ayarlaması doğrudan hak ediş, dolayısıyla likayat üzerinden olmalıdır ve böyle olduğunda bireyden topluma dalga dalga bir liyakat atmosferi gelişir ki böylesi bir toplum liyakat-egemen bir toplum, böylesi bir devlet ise liyakat-egemen bir devlettir. Böylesi bir devlette hiyerarşik kurgunun tek değilse bile en önemli gerekçesi liyakattir ve devlet kendisine yakın olanlar ile mesafeli olanlar, kendisini taşıma kabiliyeti gösterenler ile onun altından kalanlar, hatta onu çökertmeye çalışanlar arasında liyakat merkezli bir ayrım yapar. Bunu yapan ve bireyleri başka hiçbir gerekçeden dolayı değil sadece özgeçmişler üzerinden bünyesine istihdam eden devletler sağlıklı ve uzun ömürlü, tersini yapanlar ise hasta ve kısa ömürlü olurlar. Tersine davrananların hali pürmelalinin sayısız örneği gözlerimizin önünde duruyor zaten. Başka bir söz söylemeye gerek var mı?