Hak(ikat)
Çağımızda hakikat esaslı bir sorun olarak ve çok boyutlu insan krizlerinin merkezinde yer almaktadır. Bilhassa post/truth denilen hakikat ötesi bir çağda, çıpası olmayan bir evren ya da dünya tüm “doğru”luk ölçütlerini anlamsızlaştırmakta; insanın kayboluşunu trajedik bir olay olarak sahneye koymaktadır.
Eşyanın mahiyeti olarak
hakikat, ele alınan eşyanın neliğini tanımlamaktadır. Bu bağlamda bir şeyin
hakikati onun içeriğinin neliğine dair bize bilgi vermektedir. Peki hakikat
niçin önemlidir? Çünkü eşyanın hakikati dikkate alındığında onunla ilişkiler de
sağlıklı kurulabilecektir. Tam da bu sebeple hakikat öncelenmesi gereken
merkezi bir konumda durmaktadır.
Felsefi düşünce tarihine
bakıldığında, felsefecilerin sıklıkla sordukları soruların başında “hakikat
nedir” gelmektedir. Bilhassa toplumlardaki düşünce krizi zamanında bu soru
meseleyi tekrar baştan ele almak üzere bir başlangıç noktası oluşturmaktadır.
Aslında hakikat üzerine olumlu ya da olumsuz bu kadar tartışmanın olduğu bu
kriz döneminde tekrar bu soruya dönmenin tam zamanıdır.
Bugün bilim dünyasında
hakikat üzerine birkaç tartışma egemen görünmektedir. Bunların başında artık
sabit bir hakikatin ol(a)mayacağı gelmektedir. Doğrusu post/modern zamanların
mantığıyla bakıldığında bu önermeye doğru muamelesi yapılmaktadır. Üstelik bunu
çoğu zaman içinde yaşadığımız teknoloji çağının değişen formlarına güvenerek
söylemektedirler. Halbuki evrendeki tüm eşya fani varlık olarak hakikatin
ölçüsü olamaz. Diğer yandan Allah evrenin değişmez bir hak(ikat) olarak bir
başlangıç noktası olarak varlığını sürdürmektedir. Henüz bu aşılabilmiş
değildir.
İkincisi, buna bağlı olarak
ve post/modern çağın gerekliliği olarak post/truth yani hakikat sonrası kavramı
gündeme gelmekte; böylece hakikat görelileşmektedir. Fakat henüz bütün
sonuçlarıyla ortaya çıkmayan bu anlayış, insan için tüm çıpaların kaybını ifade
etmektedir. Giderek sübjektifleşen veya bir başka deyişle keyfi arzulara
bağlanan hakikat, artık bir sabite olarak değerini kaybetmektedir. Doğrusu
küresel dünyanın gelecek projeksiyonunda onaylanan bu durum, gerçekte küresel
aktörlerin arzularının hakikate dönüştürülmesinin manivelasını oluşturmaktadır.
Üçüncüsü, görecelileşme
değer dünyalarını açığa çıkarmakta ve aslında ahlakiliği heba etmektedir. Her
ne kadar görecelileşmeyi büyük bir özgürlük aracı olarak sunsalar da, son
kertede gücün egemenliği örtük biçimde devam etmekte; insanlar
kitleselleşmektedir. Tüm bunlar küresel gücün ya da güç odaklarının ellerindeki
teknolojik araçlarla retoriği kullanarak kitleleri yönlendirmekte ve manipüle
etmektedir.
Hakikate dair bu
mülahazaları aslında asli bir sorunu vurgulamak için yapmaktayım. Toplumda
bugün doğruluk çıpalarının kaybolmasıyla bağlantılı olarak insanlar arası
ilişkilerde, eğitimde, ticarette, ailede vb. hakikati kaybetmişlerdir.
Dolayısıyla cari olan ilişki biçimleri devam ettiği sürece, uzun vadede hakikat
arayışının bile zihinsel olarak tıkandığı bir durumla karşı karşıyayız.
Bugün tekrar “hakikat
nedir?” sorusunun sorulmasının elzem olduğu bir durumla karşı karşıyayız. İnsan
nedir? Devlet nedir? Tabiat nedir? Doğru nedir? Ticaret nedir? Haram nedir?
Helal nedir? Hak nedir? Adalet nedir? Çünkü bugün maalesef insan, eşya ve dünya
ile kurulan ilişkideki sağlıksızlık ve manipülasyon giderek krizi
derinleştirmektedir. Üstelik kimi dini söylemler bu krizi beslemek konusunda
oldukça işlevsel görünmektedir.
Kitleler manipüle edilen bir
dünya ve ilişkilerden hakikate uyanmak istememektedirler. Hatta çoğu insan
böyle bir kuşatılmışlığın farkında bile değildir. Hakikat arayışı şimdi
başlangıç noktası olmalı.