Hakikat
Hakikat, Allah’ın muradı, Resulallah’ın fıtratındaki nüvedir. Mesela dürüstlük hakikattir; çünkü çifte standardın, ilahi terminolojideki karşılığı olan ‘münafıklığa’ isyandır dürüstlük. Küfre imanla başkaldırmak gibidir dürüstlük.
Ogün öyle bugün böyle değil. Dün dündür bugün bügündür diye hiç değil. Neyse o.
Fani emellerine hakikati kurban etmenin vasıfsızlığından sakınmalı ve sığınmalı hakikatin sahibi ya Hakk’a. Fanilik bulvarlarında toz kadar değeri olmayan gayeler uğruna veya kainatın tüm hazinelerine sahip olma pahasına bile hakikate muhalefet, Rabbe muhalif olmaktır. Günahkar olmak doğru değil ama günahkar olmak başka, hakikat mizanının mizacıyla oynamak bambaşka.
Dünyalının hakikate sırt çevirişi, hakikat balyozunun inişinin yakınlığına delalettir.
Gaflet emarelerinin dünyayı ve dünyalıyı esir etmesi, küfrün ve cehaletin dünyadaki galibiyeti; ama ebediyyen mağlubiyeti anlamından başka birşey -katiyyen- değildir.
İnsan, beyinciğini ve iki göz bebeğini muhafaza etmeye çalışmaktan daha çok; hakikati incitmemeye özen göstermezse, insan sadece bir canlı olarak kalacaktır. Cansız canlı. Akıl-tefekkür ve iman üçlüsünün tam mutabakatına endekslenmeyen bir melekenin hakikate talebinden şüphe duymak yerlidir. Bu durum ise insanın ne tasuvvur edebileceği bir hal, ne de altın kalkabileceği bir yok oluştur.
Hakikat hikmetlerdir, hikmetlerledir. O’nun hikmetlerinin hikmetidir. Mana örtüsünün derununda hayret ölçüsüyle hikmetler aramanın namıdır.
Bakıyorsunuz sosyolojiye, insanlık hangi güzergahta, hangi güzergahın grizgahında. Sonuç tam bir fiyasko. Hakikate talip olanlar nerde, talebe olanlar nerde. Cevap keskin bir muamma. Dünyalık ihtiyaçlara itirazım yok, haktır, amenna; lakin koca bir ömrün bir otomobil, bir kat taksidini ödeme endişesi, gayreti, tereddütü, korkusu, arzusu ve hengamesiyle geçmesi, kalbin ve aklın buharlaşmasından başka nedir.
Hakikat sevdası ve kavgasının en net ifadesi: “sırat-ı müstakim”dir yani apaçık ve dosdoğru yol demektir. Bizi “malımız, evlatlarımızla…” imtihan edeceğini buyuran yaradanın muradı aşikardır. İmtihan olduklarımızla beraber canımız incinse, nefsimiz aşınsa da Rabbin fermanı olan o dosdoğru yoldan ayrılanın vay haline, vay ki ne vay. Her kim cehline kapılıp doğruluktan ayrılırsa, şüphesiz düşmanlık etmiştir, kime? İlkeleri tartışmasız ferman olana. O’na düşmanlık etmiştir.
Hakimiyetin mutlak ve tek hükümranı olana düşmanlık etmiştir, yalan konuşan, doğru olmayan, doğruluktan sapan, ezcümle yalan ve iftira putuna kendi çapında ve gönlünün hudutsuzluğunda başkaldırmayan hakikati çiğnemiş demektir. Elinle düzelt, olmadı sözünle, olmadı kalbinle buğzet velev ki her kim olursa olsun, olsun.
Kelam kısır. Mana hudutsuz. Hudutsuzluğun enginliğine varmak için, evvela talip olmalı, talebe olmaya talip olmalı, talebelik bir ömür sürse de. Hakikate talebe olmaya talip olmaktan başka çıkar hal yoktur.
Bir ömür riyakarlıkla, düzen bozanlıkla, yalan dolanla nasıl geçiyor insan gerçekten hayret ediyor. Bir ömür hakikat rahlesinde geçmezse kalp kaskatı kesilir, neredeyse mucizeler bile taşlaşmış kalbe tesir etmekten uzak kalır, mucizelerin noksanlığından değil, kalbi taşıyanın acziyetindendir. Bu yüzden ve başka yüzlerden ne olursa olsun; ama her en olursa olsun kalbimizi hakikat suyuyla sulamalı. Bize dokunuyor diye; kutsi fermanın umdelerine muhalefet etmekten sakınırsa insan, işte o zaman insan gerçekten o narin tanımıyla insan; çünkü ‘‘Müslümanlık din kisvesine bürünmüş insanlıktır.’’ İnsanlıktan payalenme duası ve emeliyle.