Dolar (USD)
34.54
Euro (EUR)
35.97
Gram Altın
3008.00
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
12 Eylül 2021

Hafız'ın hikâyesi ya da patron ve şair

Bir devlet adamı Hafız-ı Şirazi’ye kendisi için bir şiir yazmasını ister. Hafız da şiirinde devlet adamlarına yer vermediğini söyler. Devlet adamı, Hafız-ı Şirazî’nin bu durumuna çok sinirlenir ve onu hapse atar. Hafız, hapiste mahkûmlara Kuran-ı Kerim okurken yaşlı bir mahkûmun ağladığını görmüş. Hafız-ı Şirazî, Kur’an okumanın tesiri olduğu düşüncesiyle yaşlı mahkûma sorar.

Niçin ağladınız?

Mahkûm, “sivilde benim bir keçim vardı. Onun sakalı sizin sakalınıza çok benziyordu. Ondan ağladım.” demiş. Hafız, şaşkınlık ve kızgınlık içerisinde bir mektup yazar ve devlet adamına takdim edilmek üzere hapishane görevlisine verir. Devlet adamı mektubu alır almaz Hafız’ı hapisten çıkarır. Gönlü de razı değildir Hafız’ın orada olmasına.

Mektupta büyük şair Hafız-ı Şirazî şunu yazıyordu:

“Ne olur beni bu cahiller güruhu arasından çıkarın. Size istediğiniz şiiri yazmaya hazırım.” demiş.

Hafız’ın padişaha ihtiyacı, patronun Hafız’a ihtiyacı günümüzde de patron ve şair ilişkisini belirliyor.

Büyük şair, eserleriyle zamanın içinde fakat söyledikleriyle zamanının ötesindedir. Söyledikleriyle zamanın ötesine geçebilecek büyük şairin elbette ki patronunun arkasında olması beklenemez. Klasik edebiyatta yapılan en büyük eleştirilerden biri de şair ve patron ilişkisi idi. Bu eleştirilerle alakalı pek çok çalışma mevcuttur.

Şair ve patron kitabının yazarı Halil İnalcık, Osmanlı’daki edebiyat ve sanatın iktidar ile ilişkisini Max Weber’in patrimonyal devlet yapısı tarifinden yola çıkarak incelemiş. Patrimonyal bir yapıya sahip toplumlarda ilim adamı ve sanatçının üretimini “mutlak egemen bir hükümdar”ın nasıl belirlediğini açıklamaktadır.

İnalcık Hoca, padişah perspektifiyle sanat ve edebiyata baktığında istatistik veriler tam olarak doğru olmasa da iktidar sahiplerinin muktedir olabilmesi için sanat ve edebiyatı iyi bilmesi gerektiğini yoksa davulcu- zurnacı, çalgı- çengi elinde oyuncak olacağını ifade ediyor.

Peki, büyük şair, eserleriyle zamanın içinde fakat söyledikleriyle zamanının ötesinde nasıl olabilir. Buna dalkavuk edebiyatı yapılmayarak diye cevap verebiliriz. Osmanlı döneminde olduğu gibi, günümüzde de şiiri beş para etmez bazı kişiler hamileri aracılığıyla el üstünde tutulabiliyor. Edebiyat ortamlarında isimleri megafonla anons edilebiliyor. Konjonktür içinde istedikleri ölçüde yer alamayan şairler çoğu zaman sunulan şiirleri beğenmez ama eleştiri oklarını hem bu şairlere hem de hamilerine üstü kapalı olarak yaparlar.

Gerçi Osmanlı döneminde hırsız şairlerin elini kesmesi için büyük şairler göreve çağrılırdı. Bosnalı Sabit, Baltacı Mehmet Paşa’ya sunduğu Ramazaniyye kasidesinin şu beytinde hırsızlığı teftiş ve hırsız şairlerin elini kesmede Şair Nâbî’ye görev verin diyor.

Şi‘r-i yârândan el kesmek içün sârikler

Düzdi teftîşe buyur ustaya kat‘î fermân

Şair Sabit, patronun yani sadrazam Baltacı Mehmet Paşa’nın belli bir sanat zevkine sahip olduğunu biliyor. Ona göre ona eser sunuyor, ona göre şiirini yazıyor.

İnalcık Hoca, yüksek bir kültür inşasının ancak hükümdarın sarayı içinde üretilebileceğini savunuyor. Osmanlı’da en yüksek mimar, sarayın mimarbaşısı; en iyi kuyumcu, sarayın kuyumcubaşısı ve en gözde şâir de pâdişâhın ilgi ve mazharına lâyık görülebilirdi.

İnalcık Hocanın kriterine bir şair Fuzulî girmiyordu bir de günümüzde şair Sezai Karakoç. Fuzulî’nin Sefavî şairi olduktan sonra Osmanlı’ya yaklaştığını ama gerekli iltifatı göremediğini söylüyor İnalcık Hoca. Bu düşüncesinde haksız olduğunu düşünüyorum. Sezai Karakoç ise bu gün patronaj ilişkisi dışında şiirini, yazısını yazıyor. Şu denilebilir. Sezai Karakoç Osmanlı şairi değil. Törenlere, şölenlere katılmıyor. Kendisine verilen ödülleri şu vakfa, bu derneğe gönderin, diyor.

Şiir patron ilişkisinde yüksek bir kültür inşası hükümdar muhitinde olurken hükümdarın da bundan müstefid olması mümkündü. Osmanlı döneminde Osmanlı şair padişahların çokluğu bu ilişkinin bir sonucuydu. Öyle olmasaydı Fâtih Sultan Mehmet, İran’ın büyük şâiri ve mütefekkiri Molla Abdurrahman Câmî’yi İstanbul’a getirmek için beş bin altın hediye gönderir miydi. Gerçi Molla Camii, İstanbul’a varmadan Fatih Sultan Mehmet vefat etmişti.