Hafıza Yitimi
Hafıza, insanı bugünle irtibatlandıran geçmişin tasnif edilmiş olarak biriktirilmiş bir tarihini ifade eder. Bu anlamda geleceğe doğru açılması muhtemel güzergahları belirleyecek rotayı ve kodları da içinde barındırır. Hafıza, sadece bir biriktirme olmayıp, dünyayı deneyimleme biçimlerinin katologlarını da oluşturmaktadır.
Bireysel olduğu kadar toplumsal için
de kullanılan hafızanın bir bilinci diri tuttuğu da söylenebilir. Bir insanın
bir an hafızasını yitirdiğini düşünelim, nerede olduğundan başlayarak, kimliği
ve bütün güzergahları kaybolacaktır. Günümüzde Alzheimer denilen rahatsızlık
bir hafıza problemi yarattığı gibi davranış bozukluklarını da getirmektedir. Kişinin
özlem, nostalji ve sevinçle andığı bir “geçmiş” karanlığa gömülmüş olmaktadır.
Modernizm Batı koşullarında
nüksettiği andan itibaren geleneğe karşı reddiyeci bir tavır takınmıştır.
Modernliğin bizzat kendisinden önceki düşünme biçimi, hayata bakış kadar belki
bunları önceleyecek şekilde Tanrı, insan ve tabiatın konumlarını değiştirdiğini
bilmekteyiz. Her şeyden önce insan, Tanrı’dan bağımsızlaşarak kendini inşa eden
hatta bugünkü tabirle kendisini yeniden yaratan bir varlık haline gelmiştir.
Modernliğin tutunabilmesi için
birkaç işlem yapması gerekiyordu. Bunlardan ilki, insanın kendisini Tanrı
yerine ikame etmesiydi. İkincisi, onu başta din olmak üzere tüm bağlarından
koparmayı hedeflemesiydi. (Emancipation, liberation) Bu bağlamda insanı “bağ”ları
içinde tutan en önemli unsur da gelenekti. Geleneğin içinden “din” faktörünün
ayıklanması o kadar kolay bir durum olamazdı. Zira din bir kültür üretmekte,
giderek kültürün içinden insanlara nüfuz etmekteydi. Üçüncüsü de, çok geniş
anlamda geleneklerden koparmasıydı.
Geleneğin bu “bağ” işlevi yanında
dile getirilmesi gereken önemli noktası onun toplumlar için bir bellek olması
ve insanlara yol haritası çizebilmesidir. Bir sosyal norm olarak gelenek,
insanlar arası ilişkilerin belirlenmesi bağlamında da oldukça işlevsel
olmuştur. Dolayısıyla geleneğin zayıflaması ya da kuvvet kaybetmesi, özelde en
başta bir hafıza yitimi demeye gelmektedir.
Gelenek ve tarih(sellik) arasındaki
irtibatı burada hatırla(t)malıyız. Elbette geleneklere bağlılığın ileri uçlarda
bir “tarihte kalma” tavrı ortaya çıkaracağı doğrudur. Fakat özgürleşme adına
gelenekten azade olma ise, bugün de tezahürlerini izleyebileceğimiz şekilde bir
tarihsellik üretmektedir. Zira hafızanın zayıfladığı ve dolayısıyla elimizde
yegane kalan şeyin “bugün” olduğu bir durum, ancak günümüzde hakim ideoloji ya
da düşüncenin mutklaklaştırılmasını getirecektir. Tam da bu noktada, paradoksal
olarak geleneğin bir boyutuyla tarihsellik karşısında direnç oluşturacağını
söyleyebiliriz.
Tüm bunları Türkiye’de yeni nesille
konuşmalarımızın bir tezahürü olarak sorunsallaştırmaktayım. Şunu belirtmeliyiz
ki, yeni nesil için bir gelenek yok ve bugünün dünya egemenleri tarafından
soğurulmaya hazır bir halde durmaktadırlar. Hafıza olarak gelenek olmayınca,
her şey “anlık”sallığın (dehr) emrine hazır oluyor. Bunun ise bir ilkesi ve
değeri yok.
Türkiye 1980 sonrasında daha çok
gelenek eleştirisine maruz kaldı. Bu, bir yandan da modernliğin bir kültürel
gecikme olarak bizdeki aşamasını tamamlamasıydı. Geleneğin (çok geniş anlamıyla
tüm müktesebat) mevcut durumuyla sorunları çözemeyeceğini biliyorum. Fakat
geleneğin içinde varolan “rota” ve “değersel” kodların, bugünkü sorunları
aşacak bir kültür ve hafızaya yığınak yapacak dilin içine yerleştirilmesi acil
ihtiyaçlardandır.
İçinde yaşadığımız küresel
postmodernlik, hafıza yitimini besledikçe hafızasız insan ve toplumlar,
güdülenmek üzere dünya sistemine pas edilmektedir.