Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
28 Aralık 2022

Hafıza Yitimi

Hafıza, insanı bugünle irtibatlandıran geçmişin tasnif edilmiş olarak biriktirilmiş bir tarihini ifade eder. Bu anlamda geleceğe doğru açılması muhtemel güzergahları belirleyecek rotayı ve kodları da içinde barındırır. Hafıza, sadece bir biriktirme olmayıp, dünyayı deneyimleme biçimlerinin katologlarını da oluşturmaktadır.

Bireysel olduğu kadar toplumsal için de kullanılan hafızanın bir bilinci diri tuttuğu da söylenebilir. Bir insanın bir an hafızasını yitirdiğini düşünelim, nerede olduğundan başlayarak, kimliği ve bütün güzergahları kaybolacaktır. Günümüzde Alzheimer denilen rahatsızlık bir hafıza problemi yarattığı gibi davranış bozukluklarını da getirmektedir. Kişinin özlem, nostalji ve sevinçle andığı bir “geçmiş” karanlığa gömülmüş olmaktadır.

Modernizm Batı koşullarında nüksettiği andan itibaren geleneğe karşı reddiyeci bir tavır takınmıştır. Modernliğin bizzat kendisinden önceki düşünme biçimi, hayata bakış kadar belki bunları önceleyecek şekilde Tanrı, insan ve tabiatın konumlarını değiştirdiğini bilmekteyiz. Her şeyden önce insan, Tanrı’dan bağımsızlaşarak kendini inşa eden hatta bugünkü tabirle kendisini yeniden yaratan bir varlık haline gelmiştir.

Modernliğin tutunabilmesi için birkaç işlem yapması gerekiyordu. Bunlardan ilki, insanın kendisini Tanrı yerine ikame etmesiydi. İkincisi, onu başta din olmak üzere tüm bağlarından koparmayı hedeflemesiydi. (Emancipation, liberation) Bu bağlamda insanı “bağ”ları içinde tutan en önemli unsur da gelenekti. Geleneğin içinden “din” faktörünün ayıklanması o kadar kolay bir durum olamazdı. Zira din bir kültür üretmekte, giderek kültürün içinden insanlara nüfuz etmekteydi. Üçüncüsü de, çok geniş anlamda geleneklerden koparmasıydı.

Geleneğin bu “bağ” işlevi yanında dile getirilmesi gereken önemli noktası onun toplumlar için bir bellek olması ve insanlara yol haritası çizebilmesidir. Bir sosyal norm olarak gelenek, insanlar arası ilişkilerin belirlenmesi bağlamında da oldukça işlevsel olmuştur. Dolayısıyla geleneğin zayıflaması ya da kuvvet kaybetmesi, özelde en başta bir hafıza yitimi demeye gelmektedir.

Gelenek ve tarih(sellik) arasındaki irtibatı burada hatırla(t)malıyız. Elbette geleneklere bağlılığın ileri uçlarda bir “tarihte kalma” tavrı ortaya çıkaracağı doğrudur. Fakat özgürleşme adına gelenekten azade olma ise, bugün de tezahürlerini izleyebileceğimiz şekilde bir tarihsellik üretmektedir. Zira hafızanın zayıfladığı ve dolayısıyla elimizde yegane kalan şeyin “bugün” olduğu bir durum, ancak günümüzde hakim ideoloji ya da düşüncenin mutklaklaştırılmasını getirecektir. Tam da bu noktada, paradoksal olarak geleneğin bir boyutuyla tarihsellik karşısında direnç oluşturacağını söyleyebiliriz.

Tüm bunları Türkiye’de yeni nesille konuşmalarımızın bir tezahürü olarak sorunsallaştırmaktayım. Şunu belirtmeliyiz ki, yeni nesil için bir gelenek yok ve bugünün dünya egemenleri tarafından soğurulmaya hazır bir halde durmaktadırlar. Hafıza olarak gelenek olmayınca, her şey “anlık”sallığın (dehr) emrine hazır oluyor. Bunun ise bir ilkesi ve değeri yok.

Türkiye 1980 sonrasında daha çok gelenek eleştirisine maruz kaldı. Bu, bir yandan da modernliğin bir kültürel gecikme olarak bizdeki aşamasını tamamlamasıydı. Geleneğin (çok geniş anlamıyla tüm müktesebat) mevcut durumuyla sorunları çözemeyeceğini biliyorum. Fakat geleneğin içinde varolan “rota” ve “değersel” kodların, bugünkü sorunları aşacak bir kültür ve hafızaya yığınak yapacak dilin içine yerleştirilmesi acil ihtiyaçlardandır.

İçinde yaşadığımız küresel postmodernlik, hafıza yitimini besledikçe hafızasız insan ve toplumlar, güdülenmek üzere dünya sistemine pas edilmektedir.