Hafız-ı Şiraz\u00ee ile Bağ-ı Cihannüma'da
EyŞiraz, şehr-i raz!Bu gün bende bir hal var. Gezdim Kaşan'ı, İsfahan'ı. Dediler Şiraz'da bir bağ var. Dünyayı sırlarıyla gösteren bağ. Bağ-ı Cihannüma derler buraya. Hafız-ı Şirazu00ee türbesinin kuzey taraflarında. Duydum ki Hafız, şiirlerinin en kudretlisini burada yazmış. Hafız'ı bir elinde bülbül diğer elinde kalem ile bu bağdaki dere kenarında hayal etmek bir şair için kolay olmayacak.
İmdi Hafız'la Söyleşiye var mısınız?...
Ey Hafız!Bağ-ı Cihannüma'da seni ve şiir izlerini arayacağım. Şiirlerinin dokunduğu duvarlar hala o günkü metanetini koruyor. Bu bağın duvarları ayakta kaldığı sürece şiirlerini ezberimizde tutacağız. Bağa vardık da kapının kulpuna asılıyordum. Nigehbanlar puldan, paradan sormuşlardı. Ben ise ismini sayıklıyordum. "Hafız Kuca refti? Men aşıke u hestem/ Hafız nereye gitti, ben onun aşığıyım." Onca alaylı gülümsemelerine şu cümleleri kattılar. " Evliya-yı Hüda hemi ez dünya terk konend. /Allahın velilerin hepsi bu dünyayı terk ettiler..." Onların alaylarına aldırmadan Bağ-ı Cihanüma'nın büyük kapısından içeri giriyorum.
Bunca çaresizliğim ve perişanlığıma ancak şiirlerin derman olur. Ki onlardı beni bu hastalığa düşüren...Dedim ya şiirlerinin en kudretlisini burada yazmışsın. Acıyı burada bal eylemiş. Gezdiğin Diyar-ı Rum'u ve Arabistan'ı bu bağda tahattür edip tefekküre dalmıştın.
Senin divanındaki gazellerde geçen bütün nebatat, hayvanat ağaçlar, çiçekler ve böcekler hepsi bu bağda. Bağ-ı Cihannüma'ya Divan Edebiyatı bahçesi demek zor değil.İçinde geçen su arkları ve derelerden atlarken su devşiren kuşlar uçuşuyordu. Kendilerini mavi bir sonsuzluğa bırakıyordu.Ve sen suya bakarken şu şiiri yazmıştın. Şiir defterinde bunlar yazılıydı.
"Dur est ser ab ez in badiye hoşdar
Ta kol neferibed be serabet
Ta der reh-i pu00eeru00ee be çe ayin ruye ey dil
Bari be galat sarf şod eyyam-ı şebabet
Türkçesi
"Su başı çok uzak bu çölde.
Gulyabanu00ee aldatmasın serapla seni
aman aman!
Pu00eerlik yolunda neyinle gidersin be gönül!
Gençliğin geçmiş hata ile,
heder olmuş."
Suyun başında Arabistan çölünü hatırlıyordun. Oradaki eşkiyaların,gülyabanilerin elinde esir olmuştun bir zamanlar.
Bağda gezintiye devam....
Ya Hafız! Bir ikindi sonrası yağan yağmurun ardında ıslanmış saçlarımızla toprak kokusunu teneffüs etmiştik burada. Bağ-ı Cihannüma ne deniz ne de bir orman kıyısında. Oysa sen denizlerden ve ormanlardan da bahsediyordun.
Bu bağın arkası dağlarla örülü yeşil bir vadide uzanmış. Burada daha yeni çıkan yaprakların ağaçlardaki yeşili ve her hafta, her ay değişen çiçeklerin canlılığı bir renk cümbüşü içinde gönülleri ferahlatıyor. Şirazlılar, bu bağın Nevruz rüzgarlarıyla büyüdüğünü söylüyorlar. Sadece Nevruz rüzgarıyla mı? Senin şiirinle de büyüyor bu bağ,bu şehir...
Hani güllerden bahsederken gelinciklerden, bahçıvanı olmuştun adeta bu bağın
"Berberg-i gul be hu00fbn-i şakayık nuvişte'end
K'ankes ki puhte şud mey-i çun ergavan girift
Türkçesi :
Gelincik kanıyla gül yaprağına şöyle yazmışlar:
Pişip olgunlaşan kişi erguvan renkli meye sarıldı."
Ve en sonunda bağ-ı Cihannüma'da ve bu bağ için şunları söylemiştin.
Ey gülben-i civan ber devlet bıhor ki men
Men der saye-i to bülbül-i bağ-i cihan şodem
Türkçesi:
Ey genç çiçek sevgi ve süru00fbr meyvesini ye./Zira ben senin sayende dünya bağının (bağ-ı cihannüma) bülbülü olmuşum.