Haddimiz serhaddimiz (1)
Sokak sevgimiz küçüklüğümüzden. Çişimiz gelince umursamaz ve atlatır, annemiz çağırmayı unuttuğunda nasıl sevinirdik. Hele elimize tutuşturulan salçalı ekmek kesinlikle cennet mahsulü sayılırdı. O vakitler...
Günlerdir sokaktayız. Serhaddimiz haddimize dayandı...
Bazen bir in tutar, saklambacına son verir ve kendisi dışarı çıkar. Bir pirinç bir süre taşlarını tutar içinde, sonra bir an gelir kendi kendini ayıklar. Takdiri ilahi...
Hainler kurdukları tuzakları hakikatte kendilerine kurarlar. Nihai olarak sonuçlandığında ve geriye doğru, bir tarih bilinciyle değerlendirildiğinde bu ayan beyan görülür. Büyük tuzak, tuzakcıkları Musa'nın asasındaki maharete benzer bir sanatsal icra ile yutar. Burada önemli olan Musa olup olmamaktır. Zulme karşı duran bir direnişçi olup olmamak...Küresel firavunların sarayını daha beşikteyken sallamak...Eh bunun için beşiklerimizi, beşiklerimizi sallayan elleri, emzikli Asiye'lerimizi, kayıp babalarımızı, işte evimizi, barkımızı, okulumuzu, eğitimimizi yeniden! Ah evet; Sina dağındaki "Kelimeler"le yeniden bir kurmak lazım. Kefenini çıkarmış da gelmiş olanla, ayakkapsız Musa arasındaki benzerliğe bütün imajlardan, maskelerden, makam, mevki, rütbe ve etiketlerden üryan...keskince ağlamak, o sağanak tövbe suyunda ırmağa dalan köy çocuğu gibi sertçe bir çimmek lazım.
Millet olarak sandığımız ırmağa atıldı...İlahi akışa sessizce bırakıldık...
Anamız iman etmiş demek ki...
Sokağa çıkmak mı? Asla! Evlerinde oturan, askeri marşları huşu ile dinleyen ve ara ara talimat ve direktiflerin duyulduğu, sadece ekmek, tüp gibi sıradan acil alışveriş için dışarı çıkılan, silik, içine susmuş, tek kanal ve tek ses radyo ve televizyonun yanı başına büzüşmüş korkuluk profilinden, sokağa çıkan ve kaderine sahip çıkan bir halk olmak. Bu kez sıkı yönetim evlerimizin içinde. Bu kez kalbimiz fırladı sokağa...Arkadan yetiştik kendimize bu sefer! Memleket elden gitmesin için eve girmek; "oturmak" yasak. Durağanlık, kişisel menfaate gömülmek, kaybolmak, "bana ne" demek, bencillik yasak. Sokak, meydan, hayat ve geleceğimizi tutmak, kaybetmemek için hepimiz Milli İrademizin nöbetindeyiz. Bir irademiz varmış meğer. Sözlükte bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü olarak yazıyor. Bir de istenç olarak açıklanmış. Öyle kurgulanmış bir rüzgarın peşine düşmek değilmiş yaşamak. Kaderimizi verilmiş kudretlerimizin temsili yaprak yaprak açılan ellerimize alabilirmişiz. Sonra rüzgarın önüne düşüp onu cezbeden, onu yalan yanlış esmekten vazgeçiren bir yeşermeyle tutabilir ve yeniden o büyük çınara dönebilirmiş bir yaprak...Meğer!
İnanmış bir kalp; bir tankı ezebilir. Bir silahı vurabilir. Bir uçağı sürüm sürüm süründürebilir. Duygusal cümleler değil bunlar. Bütün bu cümlelerin gerisinde tankı ezecek bir kalbin tezkiyesi, terbiyesi, gerekli maddi, teknik savaş hazırlık ve donanımlarının gerekliliği bilinci var. Lakin asıl barış için donanmalı, sonuna kadar savaşan değil, sonuna kadar barışan bir kalbin dünyaya adalet ve merhametle hükmedebilme kaygısı asıldır bilinci de var.
Darbenin bu anlamda bir devrime hamile olduğunu nereden bilirdik? Halkın kendine güvenmesi, "Sokağa çıkın!" diyen yiğit bir lidere güvenmesi ile yakından ilgili. Doğrusu şahsen kendi onuruma karşı, Allah'ın içime kurduğu vicdana karşı sorumlu hissettiğim kadar, beni, memleketimi yönetmesinden onur duyduğum yiğit adama yakışır yiğit bir halk ve insan olup olmadığımı da sorguluyorum. Yavan, düşük, şakşakçı ve niteliksiz bir şahıs sevgisi değil bu duyduğum/uz. Samimi ve çok insani ölçülerde hissedilen bir sevgi.
Vakıanın farkına varır varmaz ilk hissettiğim şey: "Onun kılına bir zarar gelmesin!" duygusudur. Ömrüm boyunca ülkemin başında böylesine içimizden, samimi ve kararlı bir kahraman görmemişliğime verin. Anasına, atasına, hocasına rahmet. O artık memleket olmuş bir insan. O bu memleketin suyu, toprağı, havası, bayrağı olmuş bir yiğittir. Halkı kendisine getiren, görülmemiş reflekslerden ölçüm yapılırsa sivil özgüven/imani diriliş ve samimi bilinci oluşturan, halkı mevcut kuvvelerine uyandıran, sonraki zamanlar ve gelecek için doğru melekeler kazandıran bir lider.
Olağanüstü sürece millet olarak gösterdiğimiz haklı duruş ve direnişle, tarihi filan değil, şimdi'yi, gün'ü yazıyoruz. "Üç tarafı su, dört bir yanı düşmanla/kanla çevrili" şeklinde tanımlanan ve içeride hain sıkıntısı çekmediğimiz bir vatanımız var. Hainlerin daha az ve hatta nitelikli(!) olması için uzun vadeli ve nefs eğitimine yönelik neler yapılabilir? Düşünmeli.
Öte yandan, bunların hep var olacağını düşünerek; emperyalist güçlerin kıskançlıklarla kıvrandığı ve hainlerin zaaflarını kullanarak emelleri için evirip çevirdiği bu toprakların ferdi olmanın hususi bilinci örgün ve yaygın bir eğitim süreci içerisine yedirilerek daima işlenmelidir. Önümüzdeki günlerde bu konuda örgün eğitimde bilinçlendirilmiş ve büyüklerini bilgi ve bilinçlendiren bir neslin oluşmasını istemeliyiz. Belki de seçmeli değil, zorunlu dersimiz "Coğrafya Kaderdir" mi olmalı? Şu an düşünüyorum. Aklım sokaktaki nöbetimde. Yazmakta zorlandığım günlerden geçiyorum. Kalem bazen lüks geliyor.
Bizzat bedenimin, damarlarımın ucundan ucundan yazasım var. Kağıda değil toprağa. Şehitlere şahitlik çok zor. Buradayım, diyesim var kalemi kırarak. Kalemime başka başka uçlar takıyorum hayalen...
Ki yazmak hiç bir zaman yaşamak değildir. Yazdıklarımızı yaşamıyorsak daha zorda olduğumuz kesin, hiç yazmayandan...Yaşamak yazgının içini doldurmaktır. Yazmak ise kağıdı, sayfayı, kitabın içini ve belki işte yaşayacak olanın özünü doldurmak...
Olaylar duruluncaya kadar sokaktayız. Sokakta oluşumuzun esas nedeni ve amacında bir safiyet kaybı yaşanmamalı. Kalabalığımız, her nerede isek kitlemiz aptallaşmamalı. Aslında ne için orada olduğumuzun hatırda tutulması yerli yersiz heyecanlarla fevri davranışlar göstermemeliyiz. Sürüye dönüşmemek için her sese koşmayan, içeriğini düşünerek duyan, tez canlı istişarelerle yeniden düşünen ve en olgun karara vararak hareket eden bir topluluk olmaya devam edilmeli. Yalan yanlış ve abartılı, korkutan haberlerle gelenler hele bir de akla aykırı çatışmacı, yok edici eylemlere çağıranlar ortamdan yararlanmak isteyen hain provokatörlerden başkası değildir. Ariflik daimi. Bilinç uyumayacak. Vakti geldi mi gözler kapanacak, ama öz bir an bile yumulmayacak, yamulmayacak.
Adı belli terör örgütlerine karşı keskin ve tavizsiz ayrılıklar dışında hiç bir fikri ayrılık gündeme getirilmemeli, alakasız tartışma ve çatışmaların körüklenmesine asla izin verilmemelidir. Bağımsız bir vatanımız olmazsa hiç bir halt edemeyeceğimiz, saygılı fikri kavgalarımızı, muhabbetlerimizi bile ağız tadıyla yapamayacağımız kesin. Ani hasımlar değil, daimi ve hakiki hasımlar vardır. İnsan olmayan her insan suretine şüpheyle bakmalı. Kimliğimiz aynı ve hatta tıpkı bile görünse...Hainlik bir iç kimliktir. Kalbinden istemediği sürece ete, kemiğe işleyen, kana karışan bir şey. Şahsiyetsizlik, soysuzluk çok köklü silkinmedikçe, solundan yarılmadıkça soyunulamayan, ten gibi bir çirkeflik...
Haklı davada hiç bir cana, mala zarar vermemeye azami dikkat sarfedilmeli. Sokak ahlakı, darbeyi darp ahlakı bunu gerektirir. İnsan fıtraten sulha kayıtlıdır. Bozulmadıkça ıslaha ihtiyaç duymayacak kadar safiyetlidir. Ezelden barışlıdır. Barışıktır. Sonradan ne olursa olur ve küser asli değerleriyle. Müslüman ise bu değerleri hassaten ilke, din, hayat edinmiş olandır. Biz silm/ esenlik ve barış dinine mensubuz. Bizi öldürmeye geleni dirilten bir kan mirasımız var. Öldüren den ziyade, dirilten, yaşatan güçlerle donanmalıyız. Mertliğimiz kılıçtan evvel, tüfekten evvel ve tüfeğe ve kılıca tenezzülü olmayan mertliklerimiz var, olmalı. Savaş; her güzel yol denenmesine rağmen barışta çaresiz kalmanın diğer adıdır bizde. Yani savaş yoktur aslen. Barışsızlık vardır desek yeridir.