HA 'KIZIL SULTAN' HA RECEP TAYYİP ERDOĞAN!
Osmanlı Devleti, 31 Mart 1492'de Elhamra Kararnamesi ile İspanya'dan kovulan Yahudileri, İstanbul'a, İzmir'e ve Selanik'e yerleştirirken kendi sonunu hazırladığını nereden bilebilirdi ki?..
***
Hanedan-ı u00c2l-i Osman'ın 34. temsilcisi olan II. Abdülhamid Han, devleti "Dağılma Dönemi"nde siyasi dehasıyla 33 yıl idare eder. (31 Ağustos 1876- 27 Nisan 1909) Fakat finalde vuku bulan ve tarihe kara bir leke olarak not düşülen "31 Mart Vak'ası",bir çöküş öyküsü ve acıklı bir hatıra olarak hala yüreklerimizi parçalar.
HAİNLERE GÜN DOĞUYOR!..
19. yüzyılın sonlarında Balkanlar'da gelişen olumsuzluklarla bunalan Osmanlı, Batılı emperyalistlerin kurduğu baskılarla yeni bir sürece zorlanır. "Meclis-i Mahsusa" tarafından pazarlık konusu olarak yapılan Kanu00fbn-i Esasu00ee, iki aylık yoğun bir tartışma sonunda 23 Aralık 1876 tarihinde Sultan II. Abdülhamid Han'ın onayıyla yürürlüğe girer. Uygulamaya konan 119 maddelik Kanu00fbn-i Esasu00ee, bağımsız bir İslam ülkesinde yürürlüğe giren Batılı anlamda ilk yazılı anayasa olma özelliğini taşır.
Fakat Sultan II. Abdülhamid Han, kısa bir süre sonra "93 Harbi"ni (1877-1878 Osmanlı / Rus Savaşı) bahane ederek bu anayasal yönetime son verir. Bu durumdan rahatsız olan Jön Türkler, sudan sebeplerle ortalığı velveleye vermeye başlar. 1889 yılında kurdukları İttihat ve Terakki Partisi'ni devreye sokarak "genç subayları" halka karşı ayaklandırır. Ayaklanmayı önlemek amacıyla Kanu00fbn-i Esasu00ee'yi tekrar yürürlüğe koyan Sultan II. Abdülhamid Han, II. Meşrutiyet'i ilan eder. (23 Temmuz 1908) Bu süreçten sonra Osmanlı Mebusan Meclisi adeta hainlerin yuvandığı bir merkez haline dönüşür.
KARANLIĞIN MİLADI; 31 MART
Avrupalıların "hasta adam" ilan ettiği Osmanlı Devleti'nin başına geçen Sultan II. Abdülhamid, başarıyla yürüttüğü dış politikayla emperyalistlerin oyunlarını bozar. "İslam Birliği" siyasetiyle başta İngiliz ve Filistin'de yerleşim taleplerini geri çevirdiği Yahudilerin canını sıkar. Avrupa basını ve sermayesini elinde bulunduran Yahudi lobileri fırsat kollamaya başlar. 1894'te Doğu Anadolu'yu yurt haline getirmek isteyen Ermeni komitacıların eylemleri, kendilerine itaat etmeyen Sultan II. Abdülhamid'i halletmek için küresel güçleri harekete geçirir. İngiliz ve Yahudi sermayedarların desteklediği basın, karalama kampanyalarıyla Sultan II. Abdülhamid'e linç kampanyası başlatılır. Fransız tarihçi Kont Albert Vandal, saltanatı boyunca kan dökmekten kaçınan Sultan II. Abdülhamid'i "kan dökücü" manasına gelen Le Sultan Rouge (Kızıl Sultan) ifadesiyle itham eder. İçimizdeki gafiller de bu galat-ı meşhur yakıştırmaya mal bulmuş mağribi gibi sarılır. Sonrasında zalim, katil, diktatör ve tiran gibi aşağılama propagandalarının ardı arkası kesilmez.
Basın yayın organları Sultan II. Abdülhamid Han'a karşı ağır eleştiriler yaparken, Selanik'ten İstanbul'a getirilen Avcı Taburları "şeriat isteriz!.." çığırtkanlığıyla tarihte adı 31 Mart Vak'ası (isyan, Ru00fbmu00ee takvime göre 31 Mart 1325 tarihine denk geldiğinden bu ad ile anılmıştır) olarak geçecek isyanın fitilini ateşler. İttihat ve Terakki Partisi, kanlı olaylara karıştığı gerekçesiyle "Kızıl Sultan" ilan ettikleri Sultan II. Abdülhamid Han'ı tahttan indirmek için gemi azıya alır. İsyanın sebebi çok aşikardır; vatan topraklarını satmamak.
Filistin ve Kudüs'te para (yüz elli milyon altun İngiliz lirası) karşılığı yerleşim yeri isteyen Yahudilere, "Vatan toprakları satılmaz. Kan akıtılarak kazanılan vatan toprakları ancak kan akıtılarak verilir" diyen 33 yıllık Devlet Başkanı Sultan II. Abdülhamid Han, miladu00ee 13 Nisan 1909'da tarihe "31 Mart Vak'ası"yla vuku bulan menfur olaylar silsilesiyle tahttan indirilir.
ÜMMETİN YETİM KALDIĞI GÜN
27 Nisan 1909 Salı günü, Selanik Milletvekili ve İtalyan casusu Yahudi Emanuel Karaso, Ermeni komitalarının adamı Senatör Ermeni Aram Efendi, Arnavut isyanını kışkırtan Draç Milletvekili Arnavut Esat Toptani Paşa ve Bahriye Feriki Laz Arif Hikmet Paşa'dan oluşan heyetin, Yıldız Sarayı'nın duvarlarını çatlatan "Bermucibi Fetva-yı Şerif (fetva gereğince) millet sizi hal etti" diyerek "hal, hal, hal..." diye tempo tutmalarını hatırlamamak "tarihe ihanet" olur.
Theodor Herzl başkalığındaki Siyonist güruh ve Jön Türklerin elele vererek derdest ettiği Sultan II. Abdülhamid Han, apar topar 27 Nisan günü Sirkeci garından hareket eden trenle Selanik'e sürgüne gönderilir.
Osmanlı'nın son dönemlerinde entrikaların merkezi haline gelen Yıldız Sarayı, halk tarafından yağmalanıp, perişan edilir. Aslında sadece Yıldız Sarayı değil, halline karar verilen Ulu Hakan II. Abdülhamid Han'la birlikte Cihan Devleti Osmanlı da yıkılır.
Sultan II. Abdülhamid Han tahttan indirilince; önce Filistin, sonra Evlad-ı Fatihan daha sonra da "Millet-i İslamiye ve Ümmet-i Muhammediye" yetim kalır.
"BİR ÇÜRÜK İPLİĞE HÜLYu00c2 DİZMİŞİZ"
II. Abdülhamid Han'ın sürgüne gönderilişiyle birlikte Yıldız Sarayı'nı basıp şahsi eşyalarından tutun da devletin önemli evraklarına kadar yağmalayıp talan edenler, çok kısa süren bir sarhoşluk ve başıboşluk döneminden sonra uyanır!.. Derin pişmanlıklar içinde Ulu Hakan'ı yad etmeye başlarlar. Yaptıkları hataları anlarlar fakat iş işten geçmiş; II. Abdülhamid Han, Devlet-i u00c2liye'nin hazin sonunu görmeden İstanbul Beylerbeyi Sarayı'nda acılar içinde vefat etmiştir. (10 Şubat 1918)
Pişmanlık duyanlardan Şair-Filozof Rıza Tevfik Bölükbaşı, "Sultan Abdülhamid'in Ruhaniyetinden İstimdat" isimli şiirinde hislerini şöyle dile getirir: "Tarihler ismini andığı zaman, / Sana hak verecek, ey koca sultan; / Bizdik utanmadan iftira atan, / Asrın en siyasu00ee padişahına... // Du00eevane sen değil, meğer bizmişiz, / Bir çürük ipliğe hülya dizmişiz. / Sade deli değil, edepsizmişiz. / Tükürdük atalar kıblegahına..."
Şair- Filozof Rıza, Sultan II. Abdülhamid Han'ın ruhaniyetinden pişmanlık içerisinde bu ifadelerle yardım dilenirken, Enver Paşa, Süleyman Nazif, Mehmed u00c2kif Ersoy, Bediüzzaman Said Nursu00ee gibi devrin önemli isimleri pişmanlıktan kahroluyorlardı. Fakat ne çare; dokuz yıl içinde koca bir Cihan Devleti, İttihat ve Terakki idaresi altında çöküp, "imamesi kopmuş tesbih taneleri" gibi darmadağın olup gitmiştir.
31 MART VAK'ASI'NDAN FARKI NE?
"Derenin altından çok sular aktı",fakat sular hala durulmadı. Varlık sebebimiz olan değerlerle bizi sık sık test eden sömürgeci unsurlar, 13 Nisan 1909'da gerçekleştirdikleri senaryoların değişik versiyonlarını tekrarlamaya devam ediyor.
Millu00ee kimliğiyle öne çıkan siyasilerimizin eyyamcılar tarafından nasıl kumpasa düşürülerek itibarsızlaştırılıp derdest edildiklerini hatırlayalım:
Merhum Başbakan Ali Adnan Ertekin Menderes'in başına gelenlerin, 31 Mart Vak'ası'ndan farkı neydi?!..
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın "Adriyatik'ten Çin Seddi"ne uzanan rüyasını kabusa çeviren esrarengiz ölümün, 31 Mart Vak'ası'ndan farkı neydi?!..
Merhum Başbakan Necmeddin Erbakan'ı 28 Şubat Darbesi'yle siyaseten öldürerek gömen ve üzerine beton dökenlerin duyduğu hıncın, 31 Mart Vakası'ndan farkı neydi?!..
KURUDUKÇA SULAYIN, YEŞERDİKÇE BUDAYIN!..
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı laikliğe aykırı fiillerin odağı haline gelme iddianamesiyle, 27 Nisan Mıhtırası'yla,ameliyat masasına giderken Oslo tuzağıyla, Gezi Olayları'yla, 17- 25 Aralık yolsuzluk operasyonlarıyla, montajlanmış ses kayıtlarıyla, despotluk ve diktatörlük yakıştırmalarıyla yalnızlaştıramayanlar; "temiz eller operasyonu"yla abluka altına almaya çalıştı.
"Adanmış ruhlar", polis, yargı ve ses kayıtları marifetiyle "uzun adam"a parmak sallamaya başladı. 11 yıldır iktidarın "beraber yürüdük biz bu yollarda" şarkısına seranat yapanlar, "dostmodern darbe"yle Erdoğan'ı hal'etmek için işbirlikçilerini harekete geçirdi. Erdoğan'ın şahsında Türkiye'ye "kurudukça sulayın, yeşerdikçe budayın" senaryosu gereği bir kez daha diz çöktürülmek istendi.
DİK DUR EĞİLME, BU MİLLET SENİNLE
Bu anlamda 30 Mart 2014'te gerçekleştirilen yerel seçimler; "millu00ee"cilerle, "işbirlikçiler"in "savaşı" oldu. Başbakan Erdoğan, oluşturulan "siyasi olağanüstü hal"i ve icra edilen kirli oyunları milletin yüzde 42,87'lik desteğiyle bozdu. "31 Mart Vak'ası" özlemiyle yaşayanların hevesleri kursaklarında kaldı.
Ardından 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde 14 partinin desteklediği çatı aday Ekmeleddin İhsanoğlu'na karşı büyük bir üstünlük sağlayarak yüzde 51.79'lik oy oranıyla ezici bir zafer kazandı.
Sömgeciler yaklaşık bir asır aradan sonra "Arap Baharı" adı altında "özgürleştirme" vaadiyle karıştırdıkları coğrafyanın tek "söz dinlemeyen" lideri Erdoğan'ı "31 Mart Vak'ası"nda olduğu gibi yemeye kalktılar. Fakat cumhur, başkanını "dik dur eğilme, bu millet seninle" diyerek başının tacı yaptı.
Her yurtdışı gezisinde meydana gelen menfur olayların bir benzeri de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Slovenya, Slovakya ve Romanya gezileri esnasında nüksettirildi!.. Hem de çok manidar bir tarihte; 31 Mart'ta. Hala nasıl meydana geldiği belirlenemeyen yurt genelindeki elektrik kesintisi ile Türkiye adeta "karanlığa" gömülüp, eş zamanlı olarak İstanbul Adliye Sarayı'nda "adalet"e menfur bir saldırı gerçekleştirildi.
"Yeni Türkiye"nin her alanda devrim niteliğindeki projelerle gelecek nesilleri özgürleştirme gayretlerinden rahatsız olanlar, kaos butonuna basarak çirkin yüzlerini bir kez daha gösterdi.
"Adalet"istiyoruz bahanesiyle Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın hunharca katledilmesinin, 31 Mart Vakası'ndan farkı neydi?!..
KADERİN ÜSTÜNDE BİR KADER VARDIR...
Her şey ayan beyan ortada!.."Havar" çığlıkları atanlara da, "imdat" figanlarıyla ağıt yakanlara da, "Fırat kenarında kurt kapsa bir koyunu, Ömer'den sorar adli ilahi onu" düsturuyla nefes vermeye çalışanlara; karanlık mihraklar tarafından hala "hasta adam" muamelesi reva görülüyor.
31 Mart 1909'da Ulu Hakan II. Abdülhamid Han'a "Kızıl Sultan" denilerek uygulanan çökertme operasyonu bu defa Erdoğan'a uygulanıyor; "Millet-i İslamiye ve Ümmet-i Muhammediye"ye tam 106 yıldır göz açtırılmıyor.
Sultan II. Abdülhamid Han'a uyguladıkları dezenformasyonlarla 33 yıl sonra başarıya ulaşan zihniyet; Erdoğan'ı hal'etmenin yollarını arıyor. Fakat bütün kirli senaryolara rağmen tarih tekerrür etmiyor. Tarih tekerrür etmedikçe, "üst akıl" çıldırıyor; Türkiye şaha kalkmaya devam ediyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Şuna inanmalıyız; kaderin üstünde bir kader vardır" ifadesiyle bizlere 33 yıl boyunca şer güçlere karşı boyun eğmeyen Cennetmekan Ulu Hakan II. Abdülhamid Han'ın kutlu direnişini hatırlatıyor.
ŞİMDİ DAHA İYİ ANLIYORUZ...
Şimdi Sultan II. Abdülhamid Han'ı daha iyi anlıyoruz; niçin "şehid kanıyla alınan topraklar, parayla satılmaz" dediğini deu2026 33 yıl boyunca siyasi dehasıyla, onurlu duruşuyla emperyalistlere nasıl direndiğini deu2026 Teodorların, Haimlerin, Emanuellerin; Ali, Veli, Hasan, Hüseyin adı altında emperyalistlere nasıl destek verdiğini deu2026
Şimdi "31 Mart Vak'ası"nın ne anlama geldiğini daha iyi anlıyoruz; sömürüye direnmenin, kendi ruhunu kuşanmanın bu coğrafyada ne kadar zor olduğunu da...
Şimdi daha iyi anlıyoruz; Ulu Hakan Abdülhamid Han'ı ve onun çağlar ötesinde dahi ma'kes bulan yakarışını. Üstad Necip Fazıl'ın, "Ulu Hakan II. Abdülhamid Han" (Büyük Doğu Yayınları) isimli eserinde gelecek nesillere aktardığı "dua"ya eşlik etmek için gönül sayfamızı çevirip alemlerin Rabbine ulu sultanla birlikte yalvaralım:
***
MİLLETİMİ BU HALE GETİRENLERE HAKKIMI HELAL ETMİYORUM!
"Allahım helal etmiyorum!
Şahsımı değil, milletimi bu hale getirenlere, hakkımı helal etmiyorum!
Beni, benim için lif lif yolsalar, cımbız cımbız zerrelerimi koparsalar, sarayımı yaksalar, hanümanımı, hanedanımı söndürseler, çoluğumu gözümün önünde parçalasalar helal ederdim de Sevgili'nin (salallahu aleyhi ve sellem) yolunda yürüdüğüm için beni bu hale getiren ve milletimi ateşe atan insanlara hakkımı helal etmem!
Allahım! Mukaddes isimlerine kurban olduğum Allahım!
Ya u00c2dil!
Bana "Kızıl Sultan" adını takan ve devrilmem için ellerinden geleni yapan Ermenileri, şimdi beni devirenlere parçalatıyorsun!
Bu cellatları da, kim bilir, kimlere parçalatacaksın?..
Fakat ya Rahman!..
Adaletinle tecelli edersen hepimiz kül oluruz!
Bize acı!
Resu00fblünün, Sevgilinin, Kainatın Efendisinin nurunu kaydeder gibi olduğu için bu hale gelen millete, rahmetinle, fazlınla, lütfunla tecelli et!
Ya Kadir!
Kundaktaki yavruyu gagasına almış, kaçıran leş kuşunu düşürüp çocuğu kurtarmak ancak senin kudretine sığabilir. Leş kuşlarının gagasında kundak çocuğuna dönen milletimi kurtar Allahım!
Ya Ma'bud !..
Ömrümde tek vakit farz namazı kaçırdığımı hatırlamıyorum!
Ama tek vakit namazım olduğunu iddiaya da nefsimde kuvvet bulamıyorum!..
Huzurunda eğileceğime kaskatı kalıyorum ve duada ruh teslim edeceğime yatağımda kıvranıyorum! Sana kulluk gösteremeyen bu kulunu affet Allahım! Eğer, yılları tesbih dizisince süren hükümdarlığımda Seni bir kere anabildim, Resu00fblüne bir an bağlanabildimse, duamı, o bir kere ve bir an yüzü suyu hürmetine kabul et!
Ya Sübhan!
Şu titrek elleri, Kıyamet gününde sana "Ümmetim, ümmetim!" diye yalvaracak olan Habibinin eteğinde, şimdi "milletim, milletim!.." diye dilenen bu ihtiyarın duasını geri çevirme! Milletimi evvela "Ba'sü ba'de'l-mevtsiz" bir ölümle yok etmeye götüren sahte kurtarıcılar ve sahte kurtuluşlardan kurtar; ve ona bir gün gelecek kurtarıcıları, gerçek kurtuluşu nasib eyle!..
Benim artık bu dünya gözüyle görebileceğim hiçbir saadet ümidim kalmadı.
Bari felaketi olsun bana daha fazla gösterme Allahım!
Ayakta duramaz, haldeyim!
Vadem ne gün dolacak Allahım?.."
(u00c2mu00een! Ve-l-hamdülillahi Rabbi'l-alemu00een)
KAYNAKÇALAR:
- Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid, Selis Kitaplar
- Ali Rıza Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Türk Tarih Kurumu
- Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan II. Abdülhamid Han, Büyük Doğu Yayınları
sabri gültekin