Ha bir dost, ha bin arkadaş
“Zor bulunur kolay harcanmaz.” dediğimiz bir şeydir, dostluk. Birisiyle bir kere arkadaş olmanın yetmediği, iki kere, üç kere arkadaş olmanın gerektiği bir durum sanki. Arkadaşlığın yetersiz kaldığı, daha derinleşmek istediğiniz bir durum...
Sadece mutlu zamanlarda oyun oynamayacaksınız hayatta.
Uzaktan nezaket göstermeyeceksiniz. Yakından, iç içe nezaret edeceksiniz.
Karşılıklı kaderleşeceksiniz. Sen biraz vereceksin kaderinin en iyi yerlerinden, o da koyacak sofaya, sofraya sen istemeden. Zor zamanlarda birbirinizin zoruyla illa deli deli güleceksiniz. Yeri geldi ahvalinizle dalga geçeceksiniz. Biri patlayacak kadar sıkıldığında diğeri ona yalın ayak koşacağı, akşam karanlığında da oynayacağı sokak olacak.
Birbirinize sahil olacaksınız.
Sen ağlarken o sana açan güneş olacak. O hıçkırırken sen silkineceksin. Sen telaş edeceksin onun huzuru için.
Dostluk; çok katmanlı arkadaşlık duygusunun coşkunluğu ve bir süre sonra iç içe geçerek yekpare olması…
Zor bulunur; çünkü kişiler arasında bir ahenk tutturmak hemen çoğu ilişkide yakalanamayan bir şeydir.
Ahenk kadar saklı ve huysuz bir nimet görülmemiş olabilir. Başına buyruktur ahenk. Ne zaman, nasıl geleceği belli olmaz. Fakat bir defa da geldi mi kolay kolay gitmez.
Mesela bir sofraya, bir masaya oturursunuz. Aynı şeylerden hoşlandığınızı görürsünüz. Bu içten içe sevindirir sizi. Güven verir. Bir tane daha ben dersiniz. Çoğaldıkça tıpkı ben demeye başlarsınız. Sonra aniden bir karın ağrısı. Ne oldu ki şimdi durup dururken?! Olan şu: İki tane kendinizden tabii ki sıkıldınız. Farklı yanlarınız olsun istediniz o an. “Çabuk! Yoksa giderim!” dedi içinizden yaramaz bir ses. Öpüldü gizliden itirazınız.
Fakat bir de baktınız ki bambaşka bir yanıyla göründü dostunuz. Sizden çok farklı bir şeyden hoşlanıyormuş meğer. Ya da siz onun hiç sevmediği bir şeyi seviyormuşsunuz.
Olur ya… Keşke olsun ya…
Böyle bir durumda herkes saygıyla gülümsüyorsa, hatta bir süre sonra hiç hoşlanmadığı o şeyi dostunuz size, siz dostunuza uzatabiliyorsa… Tamamdır. Kişiler kendisi kalarak birbirlerine ait olmayı öğrenmişlerdir.
Şimdi artık gerçek birer kişisiniz. Birbirinizle hem bir, hem ayrısınız.
Maşallah böyle çok iyisiniz! Arka serbest devamsınız!
Farklılık özletir. Aynılık sıkar. Dostumuzu özledikçe aynılıklarını yaşarız. Sıkıldıkça da farklılıklarının tadını çıkarırız. Ne aynılıklarımızı önüne yığarak onun bizden gitmesini tetikleriz. Ne de farklılıklarımızı fazlaca gösteririz. Karışık yaşarız. Hayat gibi. O karışıklıktaki olasılıklar matematiğinde belli bir olgunluğu illa yakalarız.
Sevmek şartıyla! Hakikaten sevmek şartsızlığıyla…
Aslına bakarsanız dostluk insan ilişkilerinde yaşanılan en güzel tevafuktur.
Tevafuğun (gizli planlanmış ve tesadüf olarak açığa çıkmış olanın) büyük bir lütuf olduğuna inanırız. Fakat ah... Aynı zamanda yeni vazifeler, yeni teşekkürler, henüz ve hâla doğumlar, müjdeler muhbiri bir güvercin olduğuna da...
Gözlerimiz gökle öpüşürken, çisil çisil bir mahcubiyet ve liyakat telâşı alır kalbi.
Siz, sizden gizli ömrü billah bulutların kulaklarına fısıldadığınız hayallerinizin duyulmadığını, o doğrultuda geberircesine harcadığınız çabaların görülmediğini mi sanıyordunuz? Fakat bu inkarla eş! Allah muhafaza...
Büyük bir izdihamdı çevresel körlükler, fakat kaderiniz onların değil, büyük bir göz olarak başınızı bekleyen göğün elindeydi. Bunu bilmiyor olamazdınız.
Şimdi çok güzel bir dost sizin kaderiniz oldu. Siz de onun kaderi. Şimdi kalbinize onun da adını yazın. Vurulduğunuza dair bir ok çıkarın ya da çıkarmayın. Sevinin, bu dünya sokağında oyun arkadaşı bulmuş çocuklar gibi.
Şimdi kalkın ve özür dileyin göğün Sakininden! Ve yerin...
Ve ikisi arasındakilerin... Sakininden!
Ve Muharrik Sebebinden...
Kalkın! Şimdi öpün alnınızla o yakınlığı ki bir daha ayrılık olmasın.