Güzellik Endüstrisi
Güzelliğin tüm dünyada bir norm haline gelmesiyle birlikte, değerler sisteminde altüst oluşlar yaşanıyor… İnsan güzelleşmenin, gençleşmenin ve görünmenin bütün yollarını keşfetmenin derdinde… Güzellik sektörü görünmek ve beğenilmek uğruna insanın fiziğini, kimyasını, doğasını bozuyor… Fıtratını zorluyor… Ve insanoğlu kendini kandırıyor…
Dışını süslerken, içini tüketiyor… Cildine bakım yaparken,
canını yoruyor… Tenini parlatırken, kalbini parçalıyor… Bedenini beslerken,
ruhunu aç bırakıyor…
Dışı süslü fakat ruhu sürünen insan teki çoğalıyor, insanın
raf ömrünü uzatmak için makyaj, maske, imaj, estetik, kozmetik arayışlar hız
kesmiyor… Pazar büyüyor… Sunulan güzellik reçeteleri oldukça revaçta…
Kapitalizmin ‘’sömürü stratejileri’’ sayesinde bir
‘’güzellik endüstrisi’’ oluştu…
Güzellik yarışına ayak uyduramayanlar kendilerini kusurlu
görüyorlar… Kusursuzluk arzusu, kişileri güzellik endüstrisine esir kılıyor…
Artık insanlar saygınlığı bu sektörde arıyorlar… Kendilerini sergileme yarışına
giriyorlar… Beğeni ve takipçi sayısına göre kendilerini tanımlıyorlar… Öyle ki,
artık ‘olmak’ ve ‘olgunlaşmak’ değil, önemli olan ‘güzel görünmek’ oldu…
Kişinin sosyal statüsünü belirleyen kriterler değişti…
Görsel ve imaj bombardımanı insanın düşünce sistematiğini ve
hayata bakışını etkiledi…
Kendini geliştirmeyenler, kendini güzelleştirmekle teselli
bulmaya çalışıyor… Ya da tüketim kültürünün dayattığı güzellik ideali bir
iktidar aracı, karşı cinse hükmetme fırsatı oluyor…
Bu sektörün dayattığı güzellik hobisi yalnızca insanın dış
görünümüne yöneliktir… Bu da sahteliğe, sathiliğe hizmet ediyor…
Kozmetikten cerrahiye, reklamcılıktan konfeksiyona muazzam
bir ekonomi bu arzuyu örgütlüyor… Genel beğeni uğruna, mükemmelleşmek adına her
yola başvurmak normalleşiyor… Ve bu süreç çocuk yaşta Barbie bebeklerle
başlıyor…
‘’Esaslı güzellik’’leri ıskalayanlar, ısmarlama
güzelliklerin metası oluveriyorlar… Harika görünmek adına kendini harap
ettiğinin farkında bile değiller… Hatta güzellik takıntısı kişilik bozukluğuna
kadar gidebiliyor… Güzel görünme çabası birçok psikolojik hastalığın habercisi
diyebiliriz… Abartı, takıntı, tutku, kapris, kompleks zamanla bunalım, buhran,
depresyon ve özgüven eksikliğine neden olabiliyor…
‘’Kusursuz güzellik’’ arayışı birçok şeyi kontrolden
çıkarıyor… Dolayısıyla bu endüstrinin güzelliğe yaptığı kötülük küçümsenmeyecek
boyutta… Doğrusu güzeli görücüye çıkarmak, rekabete sunmak, başkalarıyla
yarıştırmak, pazarlama yoluna gitmek başlı başına bir yanlıştır…
Kaldı ki insan güzelliğin sahibi değil emanetçisidir…
Güzelliklerimiz de sınav konusudur…
Güzellik değişkendir, geçişkendir, geçicidir… Gün gelir
güzellik deforme olur, dökülür, bozulur, çürür, pörsür…
Güzellik tensel bir olgu değildir… Güzellik ruhtan bağımsız
değerlendirilemez…
Bize aklımızı başımızdan alan güzellik değil, ruhumuzu
besleyen, bakışımızı olgunlaştıran güzellik lazım…
Özünde güzel olmayanın, göze yönelik, görece güzelliği
aldatıcıdır… Güzellik sadece fiziğin konusu değildir, metafizik konusu daha
derindir…
Merhum Aliya ne güzel söylemiş:
‘’Müslümanlık görünmek değil, olmaktır.’’
Öncelikle en “güzel örnek”liğe yüzümüzü dönmemiz gerekiyor…
Efendimiz (sav) ne buyurmuşlardı:
‘’Allah sizin suretlerinize (görünüşünüze) ve mallarınıza
bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.’’ (Müslim)
Peki, Rabbimizin çağrısı hangi güzelliklere?
‘’O,
amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi(ve güzel) olacağını
denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok
bağışlayandır.’’ (Mülk, 2)
Aslında güzellik görüntü ve gösteriden ziyade anlaşılmak
ister…
Şahitlikleriyle insanlara etki edenlerin güzelliği
kalıcıdır…
‘’Yüzü güzele doyulur, huyu güzele doyulmaz’’ demiş
büyükler…
Tekrardan altını çizmek gerekirse; ebedi olan ruhun
güzelliğidir…
Çürüyen insanların cilalanan cildi, sünnetullahı
değiştirmiyor…
Ömrün de, ölümün de güzel olması duası ile…