Güzeli Sevmek
-denizi, dağı, ırmağı, ağacı
kalbinde taşıyan güzellere…
Bir gönle yaslanmak nedir? Bir
ruhun ağrısına ey yolcu, hangi gönül derman olabilir?
Sorularla başlar içimizin ötelere
yolculuğu, her soru bir vesiledir terakkiye. “O sırra” matuf kılınan insanın
aradığı da içindeki sorunun çözümünü bulmaya yöneliktir. Onun için Stefan Zweig bir insan için
bilmemenin sormamaktan daha kötü olduğunu, çok soran insanın çok şeyi
anlayabileceğini söyler ancak (Gömülü Şamdan, s. 22-23). Güzele yol almak
sorulara cevap aramakla mümkündür, onun için… Hülasa deruna bırakılan her soru
işaretinin ardında bir güzellik arayışı yatar. İnce olunca o çizgi, çağın lirik
yanılgısı da başlar;
“kolaydır güzeli sevmek, mühim
olan seçmeden kucaklayabilmek.”
Öyle midir gerçekten? Peki ya “dikenine
katlanılan güller” in ellerimizi şerha şerha eden hırçınlığı rayihasını duymamıza
engelse? Ya kalple aramıza giren detaylar karşısında ırmak sırrını söylemeyi
keserse bize, yağmur küserse? Üzerinde durmadıklarımız, göz yumduklarımız, hoş
gördüklerimiz bu gurbet diyarında içimizi yeni gurbetlere tevdi ederse?
Çabuk geç ey mümin,
Senin nurun benim ateşimi
söndürüyor! (Süyûtî, Câmiu’s-Sagîr, c.1. s.132)
Şâzelî
tarikatından olan dervişlere “Allah’ın Gelinleri” ünvanı verilirmiş. İsmini bu
nitelemeden alan Gelin Tacı’nda Ataullah İskenderî buyurur: “Bir kişiye bağlanma, kendisini bağlanılan
kimsenin bir parçası yapar. İsterse bu kişi yabancı biri olsun. Nitekim
Peygamberimiz aleyhisselâm İranlı Selman hakkında şöyle demiştir; “Selman
bizden, ehlibeytimizdendir (Sufi Kitap, s. 14, 15). Bu bize sevilenin yahut sevilmeye değer
görülenin kendi hayatımızdaki, kader çizgimizdeki ehemmiyetini arz eder.
Tasavvuf öğretisi sık sık
“bukelamun” benzetmesi yapılan kişinin, aynîleşme temayülü içinde olduğunu
söyler. Bu sebeple herkesi sevebilmek, herkese karşı kucaklayıcı olabilmek en yüksek
bir makam gerektirir. O makama ulaşılıncaya kadar kırk fırın çile yenilmesi
gerekir. Dolayısıyla kendini muhafaza etmek zorunda olan kimsenin seçmek,
seçerek sevmek gibi imkânları vardır. Ve kişi sözünü, gözünü, vaktini, en
mühimi de kalbini hırpalayıcı etkenlerden korumak zorundadır. Tanımak ve
tanımlamak için kendimize verdiğimiz mühlet, olumlu yahut olumsuz manadaki değişimimizi
de anlamlandırmamıza müsaade edecektir. Hz. Mevlana’nın verdiği sohbet ve
vaazlarının toplandığı Fihî Mâ Fîh’te insanın bir iç hissi,
kalbî bir duygusu olduğu ve kendisine uygun olanı seçmesi için müftiler
tarafından verilen fetvaları ona sorması gerektiği yazılıdır. Hz. Pîr kişinin
kendi tabiatıyla hemhâl bir iç hekimi olduğunu söyler. Gerçek hekimin teşhisi
ancak iç hekimden edindiği bilgilere bağlıdır (Sufi Kitap, s. 79-80). İç
hekimin tespitleri ise zamana ihtiyaç hissedebilir yahut bazen gönül kulağı o
cevapları geç duyabilir. Nitekim yaşadığımız çağ art niyetlilerin güzellere
karıştığı, iyilik maskesi takarak birbiriyle yarıştığı bir yanılgı aralığı. Bir
mayın tarlasında yürürcesine yürüdüğümüz bu zeminler de ardından konuşacağı
yüze bakan, bakacağı yüze konuşan, ayıbı ortaya dökülüverdiğinde iddialarının
ardında duramayarak “vehim” ve “iftira” feryadına sarılan, kendini ve öfkesini
yönlendirmeyi bilmeden belde yahut fikir temsil etmeye talip olan, yatırımını
daima dışına yapan hülasa kalıbı ahvalini geçenlerle dolu… İşte bu akşam
yüzlülerin arasından geçe geçe hayatın öğretilerine incelikle sarılan güneş
özlüleri özlüyor, onları arıyoruz. Hiç şüphesiz seslerin ve sözlerin kalabalık
yükselişleri içinde kalbinin ellerinden tutarak yol yürüyebileceğimiz,
kalbimizi kalbine yaslayabileceğimiz ve terakkimize vesile sayabileceğimiz
hakikat ehlini ayıklamak kolay değil. Sonra kusurlarını asgariye indirme
yolunda gayret gösteren; kelimelerin, sükûtun, ince hâlin, kitapların
dünyasından maneviyat devşirme yolunda yürüyen insan neden yolu katlanılır
kılabilmek için güzellerin varlığına ihtiyaç hissetmesin?
Güzeli sevmek güzelleştirir, içi
güzellikle tezyin etmeyi gerektirir. Kalp kalbin aynası ise muhatabının
göğsündeki ile nurlanır bir diğeri, aydınlanır. Ne güzeldir güzelin yanında
güzel olmaya çalışanın hâli, ne değerli.
Güzel söyleşir güzel insanlar; gönlünden
katar katar dualar, dudaklarından sükût kervanları geçer. Yanlarında
emniyettesinizdir, uzaklarında emniyette. İnanır, sığınırsınız. Bir kente
yaslanır gibi dayanırsınız özlerine. Üstlendikleri kendi hataları olunca
yüklendikleri de, örttükleri ayıplar olur daima.
Güzel sever güzel insanlar…
Kimsenin günahına girmeden, âhına değmeden, öfkesini körüklemeden, incitmeden
incinmeden kendileri ile meşguliyet kurarlar.
Öyle lekesiz bir aynaya dönüşmüştür ki berrak gönülleri, oradan
seyrederler sevdiklerini…
Güzel yürür güzel insanlar. Denize varacağını bilen su gibi dingin,
denizin ardından yükselen meltem gibi kibar ve sakin. Nasıl titiz bir dikkatle
okurlarsa kitapları, öyle okuyarak giderler kâinatı. Susarak anlatır, İçlerinde
bâki bir hüznün titreyişiyle tebessüm diyarına yol alır.
Güzellere bakınca, nefsin ve
gururun arzusuna hizmet için süslenip cepheye sürülen kelimeler geçemiyor
hâlimizden, sınırda kalıyor. Oysa bizim ne kalbin ârızına, ruhların hastalığına
perde yaparak çürüteceğimiz bir ömrümüz var ne de dert talep ederken derman
bulacağımız bir arife pervane olmama iştiyakımız…
Selam ile.