Güzel ölüm
“Ölüm
güzel olur mu?” diye itiraz edenler çıkabilir. Bu akıbet istenmez ama bir
müminin başına gelmişse hoşluk, iyilik, rıza ve tevekkül ile karşılanır. Çünkü
davet ulu yerdendir. Kavuşma, “Rahmet-i Rahmana”dır. Bir “Şeb-i Arus”tur ölüm
Müslüman için, yani “düğün gecesi”dir. Kabir, inananlar için “cennet bahçesi”dir.
Bunun için “lezzetleri acılaştıran ölümü zikretmemiz” emredilmiştir. Ama hangi
zevkler? Dünyevi lezzetler ve keyifler elbette.
Mart
ayının son günüydü. Anne ve babamdan sonra benim ve geniş ailemizin üzerinde en
fazla emeği olan büyük ağabeyimizin vefat haberini aldım: “İnnalillah ve
innaileyhi Raciûn.” Hepimiz O’na döndürülmüyor muyuz? İtiraz kime ve hangi
hakla? Cümlemiz Yaradan’ın mülkü değil miyiz? İstediği gibi tasarruf edebilir.
Emir, kat’i ve sorgusuz. Öyleyse her kederli hadise ve acı, baş göz üstünde
olmalı. Yûnus gibi demek yakışır: “Ölümden ne korkarsın/ Korkma ebediyen
varsın.” Teslimiyet içre ailece yola çıkıp memlekete gittik.
Böyledir.
Ölüm haberini aldığınız kişi ister akrabanız, ister dostunuz veya arkadaşınız
olsun fark etmiyor. Birlikte yaşadıklarınızı hatırlarsınız ilk olarak.
Sevinçleriniz, hüzünleriniz, yaşanmışlıklar ve hafızanızdan silinmeyen
hatıralar gözünüzün önünden film şeridi gibi gelir geçer. Zihin dünyanızda
birikmiş acı-tatlı anılar aniden canlanıverir. Huzur bulunan demleri kim
unutabilir?
Ailemizin
lokomotifiydi. Babam hem yaşlı hem de dükkânıyla hemhâldi. Ama bizi
yönlendiren, aileye hareket, dinamizm ve heyecan katan, örnek aldığımız kişi
oydu. İlk hatırlayışlarda Ramazan neşesi var. Akşam abilerimle beraber gelen
iftarlıklar, pideler ve hurmalar. Bayram sabahlarında gidilen kabristanda aile
mezarlıklarını ziyaret. İlkokula başlayış, ilk Kur’an kursuna gidiş, ilk sinema
filmini seyrediş. Benim için o, “ilk güzelliklerin adamı”ydı.
Hele
kurucusu ve öncüsü olduğu “Yardım Bakkaliyesi”nde yaşadığım ilk çıraklık
heyecanını unutabilir miyim hiç? Bin bir gıdanın arasında o ilk esnaflık tecrübesi
ve ticaret talimi ne güzeldi. İstanbul, İzmir ve Gaziantep’e gider, bu
şehirlerden enva-i çeşit malzemeyi kamyonlara yükler, şehrimize getirirdi. Biz kardeşleri
de bu malları dükkânda satardık. Meşrubat, turşular, yağlar, bisküviler, kuru
gıda ve diğerleri. İlimizde yaşanan ilklere de imza atmıştı: “Yardım Torbacık”,
Güneydoğu’da o gün cesur bir adımdı.
İş
hayatında öncü olduğu gibi fikir hayatımızda da belirleyiciydi. Yabancı çizgi
roman kahramanları Tommiks ve Teksas’ı bana yasaklarken yerli ve millî
roman, hikâye ve masal kitaplarını elime tutuşturan ve bana okuma aşkını
aşılayan da oydu. Sonra Risale-i Nur ile tanıştı, ailece peşinden gittik. İyi
oldu, büyük bir deryaya açılmıştık. Bir ara tasavvuf neşvesi galip geldi. Ardınca
yürüdük. Onu seviyor, sayıyor ve kendisine her zaman itimat besliyorduk. Şimdi
düşünüyorum da aslında biz ne güzel, mutlu bir aile imişiz.
Herkeste
olabildiği gibi onun da ruh hâli değişebiliyordu. Bazen celalleniyor, çoğu
zaman yüzünde ism-i cemal tezahür ediyordu. Memleketini, hemşerilerini,
Müslümanları, yeryüzündeki insanları çok seviyordu. Hakikaten bir “muhabbet
fedaisi”ydi. Gidilen Adana’dan dönüldükten sonra Siirt’te yine gıda üzerinde
çalıştı. Ama garip bir ticaretti yaptığı. Asgari kâr haddiyle çalışıyordu.
Şeker, balon veya diğer ürünleri bakkalların ayağına götürüyor, en uygun
şekilde bunları onlara satıyordu. Sanki alışverişi sırf oyalanmak için
yapıyordu. Serazat bir mizaç! Bazen Vali ve Belediye Başkanıyla görüşür, gündemdeki
meseleleri konuşurdu. Bazen de Melami meşrep bir yapıya bürünür, elini eteğini
dünyadan ve türlü meşgalelerinden çekerdi. Anlaşılmaz hâllerin içine girerdi
çoğu vakit. Lakin biz onu hiç yadırgamazdık. Evde, işte, kahvede, yolda
cebinden çıkardığı eserleri herkese okurdu. Seyahatlerde marş ve ilahi söyler,
bizi coştururdu. Seçtiği hüzünlü şiirleri yanık sesiyle terennüm ederdi.
Hatırlıyorum,
bir ara yoksul çocukların uzamış saçlarına üzülüyor, onları çarşıdaki komşumuz
berbere götürüp tıraş ettiriyor, masraflarını karşılıyordu. Bu yüksek hamiyet
duygusuna, bu himmet hâline her yerde rastlanamazdı. Kendisi, çoluk çocuğu için
mutlak iktisada riayet eder ama vatanımız, milletimiz ve ümmetimiz için
gerektiğinde gayr-ı menkullerini bağışlamaktan çekinmezdi. Yengemi ve oğlu Kuddusi’yi
ahirete yolcu ettikten sonra o da âdeta onlarla birlikte sefere çıktı. Dünyada
iğreti yaşamaya başladı. Ömrünü Kur’an-ı
Kerim, Cevşen-i Şerif ve Risale okumalarına hasretmişti. Yıllarca
Bediüzzaman’ın vecizelerini, göz nuru dökerek inci gibi yazıyla defterlerde
toplamıştı. Derin inzivaya çekilmişti. Küçücük odasında muhteşem bir kâinata
sahipti.
Cuma
gecesi sahurunu yapmış, sabah namazını kılmış ve yeğenime şu tembihte bulunmuş:
“Kızım bugün Cuma. Beni uyandırırken ceketimin ceplerine şeker koymayı unutma!
Çocuklar camide beni bekliyor.” Taziye salonu üç gün boyunca dolup taştı.
Binlerce hemşerimiz, yakınımız, dostumuz, akrabamız geldiler, başsağlığı
dilediler. Okunan hatimlerin, Yasinlerin, Fatihaların haddi hesabı bilinmiyor. Ağabeyim
Hacı Mehmet Yardım’a ve vefat etmiş bütün müminlere rahmet diliyorum. Ruhları
şad, kabirleri nur, mekânları, cennet, menzilleri mübarek, makamları yüksek
olsun.