Güzel mi İzmir
Sinema Atölyesi için Gaziantep ve Antalya'dan sonra
İzmir'deyiz. Güzel coğrafyasına rağmen hep aynı kalışı, en başından beri
kentleşememeye çarpılmış olmasını zorunlu olarak kanıksamış olsak ta yine de
bana daha da kötüye gitmiş bir kent olarak göründü. Çocukluğumun, gençliğimin
geçtiği bu şehire daha da yabancılaştığımı hissediyorum.
Sinema Akademisine katılan gençler oldukça aktif ve
fikirlerini ifade de başarılılar. Şehrin
kültürel ve sanatsal çehresinin kalıcı bir sinema eğitim etkinliği için
yetersiz olduğunu söylüyorlar. Genellikle emekli, belli bir yaşı geçmiş fakat
buna rağmen tecrübelerini pahalıya paylaşmak isteyen biraz da bunun derdinde
olmayan, daha çok keyif yapmaya gelen kimi sanat camiasından bahis
açıyorlar. Her şeye rağmen bir şeyler
yapabileceklerini söylüyorum onlara.
Çünkü biz de her şeye rağmen büyüdük, bizlerin olumsuz
şartlarını aynıyla onlar da yaşamalı, tecrübe etmeli gibi bir anlayışla
söylemiyorum tabi bunları.
Bir şehrin coğrafi şartları, öteden beri getirdiği izlenim,
kafa yapısı bakımından gelişmiş olarak anılması, çağdaş, medeni olarak sıkça
adının anılmasına rağmen henüz gençlerine yeterli bir kültürel ve sanatsal
çevre oluşturamamış olmasına şaşıracaktım. Ancak şaşırmadım. İlk gençliğimin
şehri bize de bu imkânı sunmamıştı. Demek ki yıllar geçmiş olsa da yerinde
saymak isteyen yine buna devam ediyor. Kendini eleştirmiyor. Tek taraflı, katı
ve kemikleşmiş bir yapıyı muhafaza ediyor. Hem de muhafazakârlığın karşısında
durmasıyla yeniliğe, gelişmeye daima vurgu yapan bir söyleme sahip olmasına
rağmen... Bu durum oldukça yıpratıcı. Üzücü.
İşte bizim bütün maksadımız da sanatı ve onun
üretilebileceği şartları yalnızca belli şehirlere hapsetmemek. İstanbul'un
imkânlarını İstanbul'da olma şartı olmadan sevgili memleketimizin ayağına
götürmek. Periferiyi bizi saran, merkezi, kalbi koruyan eller, kollar bilmek ve
merkez olmanın sorumluluğunu yerine getirmek...
Amaç bu olunca, bırakalım en uçtaki bir şehrimizi, doğrusu büyük şehirlerimizden birinin dahi
böyle bir aşamayı kat etmemiş olması üzücü.
Acaba bu tarz cevreler var da her kesime, bütün gençlere
duyurulmamış olabilir mi?
Şunu açıkça söylemek lazım. Aşırı siyasi ve politik çene ve
spekülatif goy goydan ve devletten böyle sosyal devletlik ve tabiri caizse üst
ebeveynlik beklememe alışkanlığından olsa gerek devletin halka sunduğu
imkanların çoğundan halk olarak haberdar olmayabiliyoruz. Varsa yoksa
olumsuzluklar dedikodusu ve bunun ideolojik hınçlarla tekrar ve ısrarla
gündelik virtler haline getirilmesinden olsa gerek sunulan farklı imkânlar,
iyileştirme amaçlı değişimleri takip etmediğimiz kesin.
Bu arada elbette söylenecek çok şey var. Fakat şunu da
belirtmeden geçemeyeceğim. Kadife kale, Teleferik gibi yerlerin İzmir'e gelen
insanların görüp gezebileceği bir kaliteye ulaştırılmadığı söylendi hali
hazırda şehrin sakinleri tarafından. En üzücü konulardan bir diğeri ise İzmir'
in kedileri aç. Son derece zayıf ve çelimsizler. Bir mama verildiğinde uzun
süre aç bırakılmışlığın öfkesi ile yediklerini gözlemliyoruz.
Bütün bu gözlemler görece gözlemler olabilir. Fakat görece
de olsa hakikatin bir kısmı böyle. Yalan değil.
İzmir neden aynı kalmakta ısrar ediyor, bilmiyorum. Bu
sorunun cevabını umarım çözer.
İbn-i Haldun'a rahmet olsun.
Coğrafya kaderse bu kadar güzel bir coğrafyanın kaderi neden böyle?
Yoksa halk arasında söylenen; "Güzeller kadersiz olur." cümlesini mi
yaşıyor?
Bu soruları İnciraltı'na doğru süzülürken kafamda evirip çeviriyorum. Bir anlamda memleketim diyebileceğim bu şehre karşı şahsi sorumluluğum gereği yazdığım bu satırları da Güzelbahçe girişinde Mola cay bahçesinde tasarlıyorum. İzmir, İzmir! Güzel İzmir. Sana bu tarz çirkinlikler hiç yakışmıyor. Sen kumrularla uyanılan, deniz kokusuna hanımeli veya yasemin kokusu karışan bir şehir olmalısın. (İlk gençliğimde İzmir'in belli semtleri demek benim için burnumu kapatmak ve iç bulantısı demekti.)