'GÜZEL' Doktorum!
İnsanlık şu dem
virüs nedeniyle ölümle hayat arsındaki çizginin en fark edilir noktasında
duruyor. Korku ile ümit en çok yaşadığı duygudur. Ölümse, tarihte hiç olmadığı
kadar öleni sahipsiz bırakmaktadır.
Aslında ölüm de hayat gibi yaratılmış bir şeydir.
Bundandır ki ölümü yazmak istemiştim. Ölümden hareketle ölenden değil. Böylece bu
acı daha hafif olacaktı.
Ölüm mü bizi kendimize
getirir yoksa ölen mi mütehayyirim! İnsanlık ikliminde bu hep bir arada olma durumudur.
Muhtemelen ölenin acısı ölümün bu tarafını hep gölgede bırakır.
Benliğin karanlıklarında
koşarken bizdeki güzellikleri unuturuz. Günlük hayatın hay u huyunda ne kadar
da ihmal ederiz sevmemiz gerekenleri. Sevip de ulaşmamız gerekenleri.
Öncelediğimiz
şeylerin aslında ne kadar ötelenmesi gereken şeyler olduğunu bilmeyiz veya
bilmek istemeyiz. Ne zaman ki sevdiğimiz gider elimizden. O zaman anlarız
onların değerini ve kıymetini birden. Keşke deriz! Lakin fırsatı kaybederiz.
Ölüm bizdeki hayat duvarlarını
yıkar. Tıkanıp kalırız korunmasız bir şekilde. Tutunamayız artık tutunabildiklerimize.
Onlar gider ait oldukları yere. Misafirlikler biter. Bu kaderle hepimiz karşı
karşıyayız. Hayata tutunamayanlar ölüme tutunabilirler.
Duyulan her ölüm
haberinde bir elem vardır. Hatta ondan da öte hayatın anlamını biraz daha
kendine getirir. Hele ölüm beklenmedik bir anda gelir ve hazırlıksız yakalarsa
bizi hayattan alınan zevk ve lezzetler eleme döner. Kalp üzülür. Akıl
düşünmeden konuşup durur. Hayaller söner. Neticede insan ölümün hakikat-ı
müthişesiyle bir daha kendine gelir.
İnsan, ölüm ile
hayat arasında gidip gelir. Nihayette ölüm de hayat gibi bir müddet sonra
sıradanlaşır.
Hayat,
hep böyle devam edecek diye zihnimizde iz bırakır.
Hayat,
hep sevdiklerimizle olacağız yankılarını gönlümüze yükler.
Lakin
ölüm gelir hayat gider. Hayat ölümün hep bu sarsıcı yönüyle sarsılır. Ve ölüm
yaratılır. Kendi gibi yaratılan hayatı sonlandırır.
Tebessüm çok yakışırdı
simasına. Hep gülen bir yüzü, nazik bir duruşu etrafa güven telkin eden bir hali
vardı.
O kadim bir dosttu.
Hayatımın en belirgin kilometre taşlarından biriydi. Ona hep hayatı yakıştırırdım.
Hayatın güzelliğini, gülmenin ve gülümsemenin hürriyetini yakıştırırdım. Bir
gün ondan ötürü bu sızıyla karşılaşacağımı hiç ummazdım. Hep yaşayacağız, hiç
ölmeyecekmiş gibi bir zanla konuşup giderdik. Daima o tebessümlü haliyle bana abim
hocam diyecekti. Koşacaktık hayat sokaklarında.
Yıllar önce Van’dan
gelmiş baş hekimliği ve saltanatı bırakmış hoca olarak üniversitenin farklı
fakültelerinde koşan çaylak akademisyenler olarak buluşmuştuk. Birbirimizi çok
sevmiştik. Ama bu sevgiyi aleme ilan etmemiştik. İçten içe bir kor ateş gibi
harlanıyordu zaman geçtikçe bu sevgi. Güler yüzü, asil duruşu bağlıyordu beni
kendine.
Farklı mesleklerin akademisyenleriydik.
Ben insanı eğitmeye, o da muayene etmeye talipti mesleği itibariyle. Üniversitenin
koridorlarında zorluklar içinde koşuşturuyorduk. Şehrin dramı, insanların
huysuzluğu ve yanlış davranışları onu mesleğine daha çok bağlıyordu. Çünkü o,
insanı yaşatmanın hakkın hatırını tutmak olduğunu biliyordu.
Uzun zaman oldu bu
haldeki yaşantımız. Kentin ve devrin sıkıntılarını belli periyotlarla bir araya
gelerek ve muhabbetin en derin yerinde demlenerek giderirdik. Hatıraları yad
ederken şarkın ortak kaderinin çocukları olarak çoğu zaman üzülür pek az zaman
meserret duyardık. Birbirimize omuz vermenin erdeminin omuz vurmanın travmasını
azaltacağını bilirdik.
Sadece gülmesi
değil yürümesi ve yüreğinden diline dökülen içten konuşması da onu çok özel
kılıyordu. Hele tevazuunu hekimliğinin daima önüne alışı tam bir Müslüman
haliydi.
Yıllar sonra ben
ayrıldım, o kaldı orada. Her görüşmemizde anlardım dostlarının bir bir
ayrılışının kendisini nasıl yalnızlığa ittiğini.
Bir telefon çaldı.
Baktım ki o. Heyecanla;
— Abi bir derdim
var, dedi. Ardından yine o meşhur kahkahasını atıverdi.
Dinledim uzun
uzadıya kendisini. Bir haksızlığa uğramış ve telafisi için canhıraşane sağa
sola müracaatlara başlamıştı. Aklın yolu bir dedik ve gerekli yol haritasını
çizdik.
O, gerçekten bir
hekimdi. Hem de hastalığın değil hastanın hekimiydi. Kim olursa olsun fark
etmezdi hastası onun için. Her hastası için elinden gelenin en iyisini yapmaya
çalışırdı.
Haftalar önce onun
kadar sevdiğim bir diğer hekim arkadaşım aradı ve Abdulmenap’ımızın bu zalim hastalığa
yakalandığını söyledi. Durumunun da ciddi olduğunu belirtti.
Günler ve haftalar onun
acısının zaman katmanlarıydı. Çünkü her geçen gün bu hastalığın pençesinde
kıvranıyor, tıp dahi aciz kalıyordu. Bütün sevdikleri, meslektaşlarının hepsi
ve sağlık çalışanlarının cümlesi seferber olmuştu onun için. Çalıştığı
üniversitenin bütün imkanları kullanılmış ama o iyileşememişti.
Son bir şans:
İstanbul’dan pandeminin en uzman ekipleri özel uçakla geldiler. 41 yaşındaki bu
genç doktor yaşayıp memlekete hizmet etmelidir dediler. Bu ümit bütün
sevenlerine bir can simidi olacaktı. Lakin oradan da güzel haberler gelmemeye
başladı. Nihayet bu cuma günü bütün acılarından kurtularak öteki aleme gitti
doktorumuz.
O, arkadaşımdı, kardeşimdi.
Ciğerimin üşümesi onun muvakkat ayrılığındandır. Sonbaharın zemine düşen en anlamlı
yapraklarından biridir o. Hayatın güzelliklerini üzerinde taşıyan ve dahi
güzelliğe güzellik veren bir değerdir o.
O,
sevdiklerinin duaları arasında gerçek sevgilisine gitti. En elim şeyse, ona
yakıştıramadığımız bir vakitte zemine düşen narin bir yaprak gibi olmasıdır belki.
Bizim için bir ayrılık ise de, onun için bir şeb-i aruzdur.
Günlerdir
yanaklarımızı ıslatan değil, yüreğimizi acıtan göz yaşları ölümü de yaratan
Rabbe secde içindir. Onun gideceği yerin bostanı cinana çevrilmesi temennisinde
bir dua niteliğindedir.
Nasibi
nisyan olanın
Akıbeti
giryan olur.
O,
hiç nisyanda olmadığı için akıbeti de giryan olmayacak inşallah. Ölüm gerçeği onun
ani gidişiyle bir daha sahilimize bütün haşin dalgalarıyla vurdu. Göz yaşları
yanaklarımızı ıslatırken ruhumuz akıl ve kalbimizle şu hakikati haykırıverdi.
“Eyvah,
aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün
zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu
temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.”
Ah GÜZEL ABDULMENAP’ım ah! Hekimlerin yüklerinin, dolayısıyla streslerinin en çok olduğu cerrahların hastalarını muvakkat ölüme uyutup hayata uyandırma işindeki çalışkanlığın ve sakinliğin de hiç unutulmayacaktır. İşinin ehli olduğun, insanın değerliliğini eylemlerinle gösteren hayata döndürme işindeki davranışların hiç akıldan çıkmayacaktır.
Ruhunu rahmeti rahmana teslim eyledin gittin buradan
Çok az insana nasip olacak hoş sada bıraktın ardından
Sağlık camiasının surundan bir gedik daha açıldı
Şehitlerin sayfasına GÜZEL bir
isim yazıldı
Kırk bir senelik ömre sığdırdın
mukaddes bir hayat
Bize düşen ardından
sevdiklerine hakiki sehabiyet
Gittin kavuştun sevdiklerine en
çileli yoldan
Bizler de mutlaka geleceğiz
ölüm yolundan
Acılar içinde hoşçakal diye
diye gittiğini biliyoruz
Göz yaşlarımızla kabrinin
topraklarını suluyoruz
Bakışlarını ve tebessümünü
unutmayacağız
Ömür boyu hatırını hep yüce
tutacağız
Ölüm her kişinin mutlak
kaderidir biliyoruz
Sen çok erken gittiğin için azizim
üzülüyoruz
Bu dünyanın kaderidir doyulmaz
sevilenlere
Sonsuzluk ikliminde bulaşalım kardeşlerimizle...
·Bir yad-ı cemil olarak yıllarca çalıştığın sonunda da hasta olarak yattığın Üniversitenizin Kardiyoloji hastanesine isminizin verilmesi acının yıkıcılığını azaltacak vefanın güzel bir örneğini sunacaktır.