Dolar (USD)
35.27
Euro (EUR)
36.76
Gram Altın
2976.79
BIST 100
10009.21
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

'GÜZEL' Doktorum!

İnsanlık şu dem virüs nedeniyle ölümle hayat arsındaki çizginin en fark edilir noktasında duruyor. Korku ile ümit en çok yaşadığı duygudur. Ölümse, tarihte hiç olmadığı kadar öleni sahipsiz bırakmaktadır.

Aslında ölüm de hayat gibi yaratılmış bir şeydir. Bundandır ki ölümü yazmak istemiştim. Ölümden hareketle ölenden değil. Böylece bu acı daha hafif olacaktı.

Ölüm mü bizi kendimize getirir yoksa ölen mi mütehayyirim! İnsanlık ikliminde bu hep bir arada olma durumudur. Muhtemelen ölenin acısı ölümün bu tarafını hep gölgede bırakır.

Benliğin karanlıklarında koşarken bizdeki güzellikleri unuturuz. Günlük hayatın hay u huyunda ne kadar da ihmal ederiz sevmemiz gerekenleri. Sevip de ulaşmamız gerekenleri.

Öncelediğimiz şeylerin aslında ne kadar ötelenmesi gereken şeyler olduğunu bilmeyiz veya bilmek istemeyiz. Ne zaman ki sevdiğimiz gider elimizden. O zaman anlarız onların değerini ve kıymetini birden. Keşke deriz! Lakin fırsatı kaybederiz.

Ölüm bizdeki hayat duvarlarını yıkar. Tıkanıp kalırız korunmasız bir şekilde. Tutunamayız artık tutunabildiklerimize. Onlar gider ait oldukları yere. Misafirlikler biter. Bu kaderle hepimiz karşı karşıyayız. Hayata tutunamayanlar ölüme tutunabilirler.

Duyulan her ölüm haberinde bir elem vardır. Hatta ondan da öte hayatın anlamını biraz daha kendine getirir. Hele ölüm beklenmedik bir anda gelir ve hazırlıksız yakalarsa bizi hayattan alınan zevk ve lezzetler eleme döner. Kalp üzülür. Akıl düşünmeden konuşup durur. Hayaller söner. Neticede insan ölümün hakikat-ı müthişesiyle bir daha kendine gelir.

İnsan, ölüm ile hayat arasında gidip gelir. Nihayette ölüm de hayat gibi bir müddet sonra sıradanlaşır.

Hayat, hep böyle devam edecek diye zihnimizde iz bırakır.

Hayat, hep sevdiklerimizle olacağız yankılarını gönlümüze yükler.

Lakin ölüm gelir hayat gider. Hayat ölümün hep bu sarsıcı yönüyle sarsılır. Ve ölüm yaratılır. Kendi gibi yaratılan hayatı sonlandırır.

Tebessüm çok yakışırdı simasına. Hep gülen bir yüzü, nazik bir duruşu etrafa güven telkin eden bir hali vardı.

O kadim bir dosttu. Hayatımın en belirgin kilometre taşlarından biriydi. Ona hep hayatı yakıştırırdım. Hayatın güzelliğini, gülmenin ve gülümsemenin hürriyetini yakıştırırdım. Bir gün ondan ötürü bu sızıyla karşılaşacağımı hiç ummazdım. Hep yaşayacağız, hiç ölmeyecekmiş gibi bir zanla konuşup giderdik. Daima o tebessümlü haliyle bana abim hocam diyecekti. Koşacaktık hayat sokaklarında.

Yıllar önce Van’dan gelmiş baş hekimliği ve saltanatı bırakmış hoca olarak üniversitenin farklı fakültelerinde koşan çaylak akademisyenler olarak buluşmuştuk. Birbirimizi çok sevmiştik. Ama bu sevgiyi aleme ilan etmemiştik. İçten içe bir kor ateş gibi harlanıyordu zaman geçtikçe bu sevgi. Güler yüzü, asil duruşu bağlıyordu beni kendine.

Farklı mesleklerin akademisyenleriydik. Ben insanı eğitmeye, o da muayene etmeye talipti mesleği itibariyle. Üniversitenin koridorlarında zorluklar içinde koşuşturuyorduk. Şehrin dramı, insanların huysuzluğu ve yanlış davranışları onu mesleğine daha çok bağlıyordu. Çünkü o, insanı yaşatmanın hakkın hatırını tutmak olduğunu biliyordu.

Uzun zaman oldu bu haldeki yaşantımız. Kentin ve devrin sıkıntılarını belli periyotlarla bir araya gelerek ve muhabbetin en derin yerinde demlenerek giderirdik. Hatıraları yad ederken şarkın ortak kaderinin çocukları olarak çoğu zaman üzülür pek az zaman meserret duyardık. Birbirimize omuz vermenin erdeminin omuz vurmanın travmasını azaltacağını bilirdik.

Sadece gülmesi değil yürümesi ve yüreğinden diline dökülen içten konuşması da onu çok özel kılıyordu. Hele tevazuunu hekimliğinin daima önüne alışı tam bir Müslüman haliydi.

Yıllar sonra ben ayrıldım, o kaldı orada. Her görüşmemizde anlardım dostlarının bir bir ayrılışının kendisini nasıl yalnızlığa ittiğini.

Bir telefon çaldı. Baktım ki o. Heyecanla;

— Abi bir derdim var, dedi. Ardından yine o meşhur kahkahasını atıverdi.

Dinledim uzun uzadıya kendisini. Bir haksızlığa uğramış ve telafisi için canhıraşane sağa sola müracaatlara başlamıştı. Aklın yolu bir dedik ve gerekli yol haritasını çizdik.

O, gerçekten bir hekimdi. Hem de hastalığın değil hastanın hekimiydi. Kim olursa olsun fark etmezdi hastası onun için. Her hastası için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırdı.

Haftalar önce onun kadar sevdiğim bir diğer hekim arkadaşım aradı ve Abdulmenap’ımızın bu zalim hastalığa yakalandığını söyledi. Durumunun da ciddi olduğunu belirtti.

Günler ve haftalar onun acısının zaman katmanlarıydı. Çünkü her geçen gün bu hastalığın pençesinde kıvranıyor, tıp dahi aciz kalıyordu. Bütün sevdikleri, meslektaşlarının hepsi ve sağlık çalışanlarının cümlesi seferber olmuştu onun için. Çalıştığı üniversitenin bütün imkanları kullanılmış ama o iyileşememişti.

Son bir şans: İstanbul’dan pandeminin en uzman ekipleri özel uçakla geldiler. 41 yaşındaki bu genç doktor yaşayıp memlekete hizmet etmelidir dediler. Bu ümit bütün sevenlerine bir can simidi olacaktı. Lakin oradan da güzel haberler gelmemeye başladı. Nihayet bu cuma günü bütün acılarından kurtularak öteki aleme gitti doktorumuz.

O, arkadaşımdı, kardeşimdi. Ciğerimin üşümesi onun muvakkat ayrılığındandır. Sonbaharın zemine düşen en anlamlı yapraklarından biridir o. Hayatın güzelliklerini üzerinde taşıyan ve dahi güzelliğe güzellik veren bir değerdir o.

O, sevdiklerinin duaları arasında gerçek sevgilisine gitti. En elim şeyse, ona yakıştıramadığımız bir vakitte zemine düşen narin bir yaprak gibi olmasıdır belki. Bizim için bir ayrılık ise de, onun için bir şeb-i aruzdur.

Günlerdir yanaklarımızı ıslatan değil, yüreğimizi acıtan göz yaşları ölümü de yaratan Rabbe secde içindir. Onun gideceği yerin bostanı cinana çevrilmesi temennisinde bir dua niteliğindedir.

Nasibi nisyan olanın

Akıbeti giryan olur.

O, hiç nisyanda olmadığı için akıbeti de giryan olmayacak inşallah. Ölüm gerçeği onun ani gidişiyle bir daha sahilimize bütün haşin dalgalarıyla vurdu. Göz yaşları yanaklarımızı ıslatırken ruhumuz akıl ve kalbimizle şu hakikati haykırıverdi.

“Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.”

Ah GÜZEL ABDULMENAP’ım ah! Hekimlerin yüklerinin, dolayısıyla streslerinin en çok olduğu cerrahların hastalarını muvakkat ölüme uyutup hayata uyandırma işindeki çalışkanlığın ve sakinliğin de hiç unutulmayacaktır. İşinin ehli olduğun, insanın değerliliğini eylemlerinle gösteren hayata döndürme işindeki davranışların hiç akıldan çıkmayacaktır.


Ruhunu rahmeti rahmana teslim eyledin gittin buradan

Çok az insana nasip olacak hoş sada bıraktın ardından


Sağlık camiasının surundan bir gedik daha açıldı

Şehitlerin sayfasına GÜZEL bir isim yazıldı

Kırk bir senelik ömre sığdırdın mukaddes bir hayat

Bize düşen ardından sevdiklerine hakiki sehabiyet

Gittin kavuştun sevdiklerine en çileli yoldan

Bizler de mutlaka geleceğiz ölüm yolundan

Acılar içinde hoşçakal diye diye gittiğini biliyoruz

Göz yaşlarımızla kabrinin topraklarını suluyoruz

Bakışlarını ve tebessümünü unutmayacağız

Ömür boyu hatırını hep yüce tutacağız

Ölüm her kişinin mutlak kaderidir biliyoruz

Sen çok erken gittiğin için azizim üzülüyoruz

Bu dünyanın kaderidir doyulmaz sevilenlere

Sonsuzluk ikliminde bulaşalım kardeşlerimizle...

·Bir yad-ı cemil olarak yıllarca çalıştığın sonunda da hasta olarak yattığın Üniversitenizin Kardiyoloji hastanesine isminizin verilmesi acının yıkıcılığını azaltacak vefanın güzel bir örneğini sunacaktır.