Güzel-Doğru Söz
İbrahim Suresini işledik. Surenin kıyılarında gezinirken, yürek coğrafyamın çölleşmiş, çatlamış toplaraklarına sular yürüdüğünü sezer gibi oldum. 'Söz'ün ve 'hikmet'in sahibine, 'kalemin' ve 'rüyaların' sahibine yüzümü ve yorgun yüreğimi döndüğümde, çatlamış dudaklarıma dökülen, abıhayat ırmağının sakasıydı sanki Kitap.
Hep yükseğe ayarlı, her mevsim diri ve muştu yüklü Kitab'ın söylemi, söz ülkemin kapılarını sorgularla, sitemlerle çaldı. Apansız kalakalan kelimelerim, cümlelerim, yazılarım, hikayelerim sorgunun ağır yüküyle neye uğradıklarını şaşırdılar.
Sonra dönüp baktım yazdıklarıma... Yaşadıklarıma baktım. Yıldızlara, beyaz bulutların dolaştığı gök ülkesine baktım günler ve geceler boyu... Muştu arayışımın eşiğinde, acıyan yanlarım daha bir yontuluyor, sonsuzluk sözlüğünde, buğu buğu içime dağılan anlamlarla söz ülkem tarumar oluyordu.
Ne diyordu mutlak 'söz'ün sahibi; " Allah'ın güzel- doğru bir söz için nasıl bir misal verdiğini görmüyor musun(uz). Kökü sapasağlam, dalları göğe doğru uzanan güzel-diri bir ağaç gibidir o )ki, Rabbinin izniyle her mevsim meyvesini verip durur. Allah insanlara ( işte böyle) misaller veriyor ki,
( değişmeyen gerçeği) düşünüp kendilerine ders çıkarsınlar.( İbrahim 24,25)
Ders çıkarmak ve ibret nazarıyla baktım ayetlere. Kelime kelime içime dökülürken ayetler, derinlerde bir yerlerde, uzaklaştırdığım birçok soru üşüştü zihnime. Neden yazıyordum? Niçin yazıyordum? Yazının ve Söz'ün aşkınlığına yürürken, şahit kıldığım kelimelerim ve kelamım bir ihanet senaryosu koyarmıydı önüme.
Ayetler apaçık karşımda duruyordu. Sorgulamalarla baş başa sonsuzluk aşısı yapan Kitab'ın önündeydim. Yüreğime an an nazil olsun diye, dua ve hayret makamındaydım.
Bütün medeniyetlerin dayandığı ' söz' , yazı yolculuğumda hakikate dayalı bir araç mıydı? Sarsılmaz bir geleneğe yaslı, mesnetsiz olmayan, her an diri, her an muştu yüklü " Allah Söz'ü " olarak ayetler, dosdoğru bir sözün açılımını yapıyordu her zaman.
Dalları bulutlara değdikçe, göğün uçsuz bucaksız semasına uzandıkça, kökleri daha sağlam iniyordu derinlere. Uçuk, ütopik değildi sonra. Yaşayan, damar damar hayat akışının hızına hız katan bir anlamla doluydu. Sonsuzluk hecesi olarak, yüksekti hep. Aşkın bir boyutu vardı. Sarsılmaz bir köklülükle, dosdoğru bir şekilde hep üretken, hep meyveye durmuş...
'Söz'; sonsuzluğa uzanan dallarıyla, kökleri derinlerde, değişmez mutlak doğrulara, somut ile soyuta köprü olan manalarla hep anlatma meramındaydı. Cennet ve sevda sürgünü olan yürekleri sonsuzluğa taşıma telaşındaydı. Yüksek hazlarla insanı kuşatıp, haz makamını buluşma, sevgiliyi bilme makamı kılma telaşındaydı
. 'Söz', tek olana, biricik olana, dönüp, gür bir nida ile " La" demekti Ve " illallah" demekti teslimiyet makamında... İlkeli ve erdemli bir teslimiyetin parolası gibi dimağlara yerleşen " La ilahe illallah" , en yüksek hazlara taşırdı insanlığı. Söz ağacının gümrah dallarında gizliydi sonsuzluk meyvesi. Sözün son durağı olan sonsuzluk meyvesi; erdem, onur ve tam teslimiyet.
Tüm bu anlatılanların yanında benim "söz"üm neredeydi. Sevda makamında, damar damar, haz sularında yüzerken, batık bir gemi olup çöreklenmiş miydi mana okyanusuna. " Güzel ve doğru bir söz" mü söylüyordum, beyaz sayfalar boyu. Geleceğe gönderdiğim tüm sözler, ahret ülkeme ulaşır, amel defterime ak sayfalara yazılır mıydı? Yoksa kara sayfalar mı karşılardı beni. Huzura çıktığımda, koltuğuma sıkıştırabilecek miydim yazdığım kitapları?
Söz'ün sahibi ne diyordu sonra; " Ve çirkin bir sözün durumu ise, kökü toprağın üzerine çıkarılmış, bütünüyle kararsız, dayanıksız çürük bir ağacın durumuna benzer.( İbrahim 26)
Ey yüreğim, ey kalem tutan ellerim, kelimelerle, cümlelerle oynayan, maharet damıtan, nice söz ustalıkları dokuyan satırlar boyu ey kalemim. Çürük bir söz müdür yazdıklarım. Çer çöp olup bir gün yığılır mı önüme. Şahitli zamanlara ayarlı, bekleyen ve hazırlanan kıyamete yürürken an be an yazdıklarım nereye götürür beni?
* İbrahim Suresi