Dolar (USD)
34.49
Euro (EUR)
36.25
Gram Altın
2960.57
BIST 100
9367.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
01 Temmuz 2021

Güzel borç, güzel insan

Ebu Talha (r.a.) Ensardan, yani Medineli Müslümanlardandır. Enes b. Mâlik’in üvey babasıdır. Müslüman olmasına Enes b. Mâlik’in annesi Ümmü Süleym (Rumeysa) sebep olmuştur. Ümmü Süleym’in kocası Mâlik’in hicretten önce ölümü üzerine Ebu Talha ona evlenme teklif etmiş, Ümmü Süleym ise Müslüman olmamasının bu evliliğe engel teşkil ettiğini, İslâmiyet’i kabul ettiği takdirde mehir almaksızın kendisiyle evlenebileceğini söylemişti. Bunun üzerine Ebû Talha Müslüman oldu ve Ümmü Süleym ile evlendi.

Ebu Talha (r.a.), Rumeysa annemizle evlenmek istemişti. Hâlbuki Rumeysa iki erkek çocuk sahibi dul bir kadındı. Ebu Talha ise Medine-i Münevvere’nin en gözde ve yakışıklı gençlerinden biriydi. Ebu Talha, dul bir hanımefendi olan Rumeysa (r.a.)’ya belki ahlakından belki de şeref ve itibarından dolayı evlilik teklifinde bulunmuştu. Ümmü Süleym (Rumeysa), daha Efendimiz (a.s.) Mekke'den Medine'ye hicret etmeden önce İslam’la şereflenmişti. Ebu Talha (r.a.) ona haber gönderip: “İstediği kadar mehir vereyim ona; benimle evlenme karşılığında” deyince, “Ben onunla asla evlenmem, Müslüman olmadıkça” cevabını almıştı. Ebu Talha, Ümmü Süleym (Rumeysa) validemizin nazlandığını zannetti. Mehir miktarını artırmak için böyle söylediğini düşündü ama daha sonra onun kararlılığını anladı. Karşılaştıklarında Ümmü Süleym ona; “Senden bir tek dinar bile mehir istemiyorum. Müslüman olduğun takdirde seninle evlenmeyi kabul ederim” dedi. Ebu Talha (r.a.) Müslümanlığı seçti. Daha sonraki yıllarda “Kadınlar içerisinde en değerli mehir, Ümmü Süleym’in mehiridir” söylemi yaygınlık kazandı. Herkes; Ümmü Süleym’in Ebu Talha'dan talep ettiği mehire hayranlık duymaya başladı. Çünkü o kadar kıymetliydi ki, Güneşin üzerine doğup battığı her şeyden daha değerliydi: Müslüman olmasını istemişti ve Ebu Talha da Müslüman olmuştu.

Ebu Talha ile Ümmü Süleym’in (Rümeysa) beraber kurmuş oldukları aile hayatında bize anlatılması gereken, bizim onların hayatından hayatımıza taşımamız gereken o kadar çok güzellik var ki...

Ebu Talha (r.a.), Bedir'de bulundu, Uhud'da bulundu. Peygamber Efendimiz (a.s.) ile beraber cihad meydanlarında bulundu. Uhud'da O’nu savunan bir avuç sahabeden bir tanesiydi.

Hem Ebu Talha'nın hem de Rümeysa validemizin; “Kim Allah için bir borç vermek ister” ayeti ya da “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe Allah'ın rızasına ulaşamazsınız” ayet-i kerimesinde ifade edilen ve teşvik edilen infakı nasıl gerçekleştirdiklerine sahabe şahitlik ediyor.

İçerisinde bir su kuyusu da bulunan hurma bahçesini hiç tereddüt etmeden “Ya Rasulallah! Ben Allah'ın rızasına ulaşmak için su kuyusunun da içerisinde bulunmuş olduğu güzel hurma bahçemi Allah'a borç vermek istiyorum” diyor. Kur’an-ı Kerim'de kullanılan bir ifadedir:

“...Allah’a güzel bir borç verin!..” (Müzemmil, 20) “Benim malımın içerisinde en fazla sevdiğim işte bu kuyunun bulunmuş olduğu hurma bahçemdir. Onun için onu bağışlıyorum. Allah rızası için veriyorum” deyince Peygamber Efendimiz (a.s.) “İşte kazandıran mal, işte kazandıran ticaret” buyurmuşlardır. Ticaretle meşgul olan kardeşlerimiz konuşurlarken, birbirlerine ticari hayatlarını anlatırlarken “Bir yatırım yaptım, beş aldım. Bir yatırım yaptım, on aldım...” gibi cümleler kurarlar.

Ayet-i kerimede “Allah rızası için verilenin karşılığının bire on değil, bire yüz değil, bire yedi yüz , hatta daha da fazla olacağı” anlatılıyor.

“Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tanenin bulunduğu yedi adet başak çıkaran bir tohum tanesi gibidir. Allah dilediğine katlayarak verir, Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi bilmektedir.” (Bakara, 261)

En fazla kazandıran mal, ticaret işte bu ticarettir. Hz. Ebu Talha (r.a.)'ın ve eşi Ümmü Süleym’in (Rümeysa) hayatlarında gördüğümüz bu ticarettir. Verirken de karşılık beklemeden sadece Allah'ın rızasını gözeterek yapılan infaklardır. Müminlerin verdikleri konusunda nasıl davranmaları gerektiğini Rabbimiz (c.c.);

“Onlar, kendileri (yemek) istedikleri halde yiyeceği yoksula, yetime ve esire ikram ederler. (Ve şöyle derler:) Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” (İnsan, 8-9) şeklinde ifade buyurmaktadır.

Onlar kendileri arzu duysalar, sevseler bile, kendilerinin ihtiyacı olsa bile; yetime, miskine, esire yedirirler. Yedirdikten sonra da “Biz sizi sadece ve sadece Allah rızası için doyuruyoruz, Sizden bir karşılık beklemiyoruz, sizden bir teşekkür de beklemiyoruz. Sadece Rabbimiz bizden memnun olsun, Rabbimiz bizi sevsin bizden hoşnut olsun diye yedirip içiriyoruz” derler. Vermenin de bir adabı var. Ebu Talha gibi vermek lazım: “Efendimiz (a.s.), bir misafir gelince; garip, yoksul, yemeğe ihtiyaç duyan bir zat gelince; “Bunu kim ağırlar?” diye sorar. Ebu Talha (r.a.): “Biz ağırlarız ya Rasulallah” der.

Eskiden, şimdi olduğu gibi malları stoklayıp, yemekleri pişirip buzdolaplarında neredeyse yıllık bekletip ihtiyaçları karşılamak gibi bir durum söz konusu değildi. Misafiri götürür ama evin haberi yoktur. Evde sadece çocuklara yetecek kadar az bir yemek vardır, başka bir hazırlık yapılmamıştır. Ebu Talha misafiri eve götürür. Eşi Ümmü Süleym’e, “Efendimiz (a.s.)'ın bir misafiri var, gelen bir garip bir misafir var. Evde neyimiz var ikram edecek?” diye sorar.

Evimize gelen misafiri Allah'ın lütfu olarak değerlendirme; bir garibi bulsam, bir yoksulu bulsam, bir muhtacı bulsam da elinden tutsam, gönlüne girsem, derdine derman olsam diye değerlendirme imanın kemalinin alametidir.

Ebu Talha’nın evinde sadece çocukların yiyeceği kadar bir miktar vardır. Eşi Ümmü Süleym “Sadece çocukların yiyeceği kadar bir şey, bir yemek var” deyince; Ebu Talha (r.a.) “Sen çocukları uyut!” yani “yemeklerini yemeden uyut, sonra yemeği ortaya getir. Sofra kurulup yemekleri koyduktan sonra yanan muma/kandile elini değdiriverirsin, takılmış gibi mum düşer, söner ve karanlıkta misafir yer biz de yermiş gibi yaparız böylece misafirin karnı doyar” der. Eşi Ümmü Süleym aynen dediği gibi yapar. Yemek ortaya getirilir, kaza yapmış gibi mum/kandil söndürülür. Daha sonra misafir de herkes yiyormuş zannıyla karnını doyurur. Misafirin karnı doyar ama aç kalan ev sahipleridir. Allah (c.c.) müminlerin bu hassasiyetini, bu güzelliğini, bu infak bilincini anlatırken; “Kendileri ihtiyaç duysalar bile kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler.” ayetiyle över.

“Misafir nereden çıktı? Nereden geldi? Şuna aç kaldığımızı hissettiriverelim. Mademki evde yiyecek bir şey yok o da birazcık yesin birkaç lokma ile açlığını gidersin. Biz de birkaç lokma yiyelim” diyebilir insan. Bunlar çok insani ve çok tabi şeylerdir ama böyle yapmıyor Ebu Talha ve ailesi. Gelen misafir Allah'ın misafiridir. Biz aç kalsak da olur diye düşünüyorlar ve öyle davranıyorlar. Asla, verdiklerimiz karşıdakinde bir incinme meydana getirmemeli, verdiğimiz şeylerle karşıdakinden bir şey bekleme, verdikten sonra başa kakmak ve minnet altında bırakmak gibi yanlışlara girmek suretiyle verdiğimizin sevabını heba etmemeliyiz. Allah (c.c.): “Sakın sadakalarınızı verdiğiniz kimsenin başına kakarak ya da verdiğiniz kimseye eziyet ederek boşa çıkarmayın, sadakalarınızı iptal etmeyin” buyurmakla bizlere bir adabı öğretmektedir. Bizim Ebu Talha'nın hem infakından hem de infak ediş usulünden o kadar çok almamız gereken ders var ki...

Cenab-ı Allah, Ebu Talha ve Ümmü Süleym ailesinden ve onlar gibi diğer yıldızların hayatlarından hayatımıza cömertlik, diğerğâmlık, infak bilinci/adabı taşıyabilmeyi nasip eylesin…