Güzel borç, güzel insan
Ebu Talha
(r.a.) Ensardan, yani Medineli Müslümanlardandır. Enes b. Mâlik’in üvey
babasıdır. Müslüman olmasına Enes b. Mâlik’in annesi Ümmü Süleym
(Rumeysa) sebep olmuştur. Ümmü Süleym’in kocası Mâlik’in hicretten önce ölümü
üzerine Ebu Talha ona evlenme teklif etmiş, Ümmü Süleym ise Müslüman
olmamasının bu evliliğe engel teşkil ettiğini, İslâmiyet’i kabul ettiği
takdirde mehir almaksızın kendisiyle evlenebileceğini söylemişti. Bunun
üzerine Ebû Talha Müslüman oldu ve Ümmü Süleym ile evlendi.
Ebu Talha
(r.a.), Rumeysa annemizle evlenmek istemişti. Hâlbuki Rumeysa iki erkek
çocuk sahibi dul bir kadındı. Ebu Talha ise Medine-i Münevvere’nin en gözde
ve yakışıklı gençlerinden biriydi. Ebu Talha, dul bir hanımefendi olan Rumeysa
(r.a.)’ya belki ahlakından belki de şeref ve itibarından dolayı evlilik
teklifinde bulunmuştu. Ümmü Süleym (Rumeysa), daha Efendimiz (a.s.)
Mekke'den Medine'ye hicret etmeden önce İslam’la şereflenmişti. Ebu Talha
(r.a.) ona haber gönderip: “İstediği kadar mehir vereyim ona; benimle
evlenme karşılığında” deyince, “Ben onunla asla evlenmem, Müslüman
olmadıkça” cevabını almıştı. Ebu Talha, Ümmü Süleym (Rumeysa) validemizin
nazlandığını zannetti. Mehir miktarını artırmak için böyle söylediğini
düşündü ama daha sonra onun kararlılığını anladı. Karşılaştıklarında
Ümmü Süleym ona; “Senden bir tek dinar bile mehir istemiyorum. Müslüman
olduğun takdirde seninle evlenmeyi kabul ederim” dedi. Ebu Talha (r.a.)
Müslümanlığı seçti. Daha sonraki yıllarda “Kadınlar içerisinde en değerli
mehir, Ümmü Süleym’in mehiridir” söylemi yaygınlık kazandı. Herkes; Ümmü
Süleym’in Ebu Talha'dan talep ettiği mehire hayranlık duymaya başladı.
Çünkü o kadar kıymetliydi ki, Güneşin üzerine doğup battığı her şeyden
daha değerliydi: Müslüman olmasını istemişti ve Ebu Talha da Müslüman
olmuştu.
Ebu Talha
ile Ümmü Süleym’in (Rümeysa) beraber kurmuş oldukları aile hayatında bize
anlatılması gereken, bizim onların hayatından hayatımıza taşımamız gereken o
kadar çok güzellik var ki...
Ebu Talha
(r.a.), Bedir'de bulundu, Uhud'da bulundu. Peygamber Efendimiz (a.s.) ile
beraber cihad meydanlarında bulundu. Uhud'da O’nu savunan bir avuç sahabeden
bir tanesiydi.
Hem Ebu
Talha'nın hem de Rümeysa validemizin; “Kim Allah için bir borç vermek ister”
ayeti ya da “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe Allah'ın rızasına
ulaşamazsınız” ayet-i kerimesinde ifade edilen ve teşvik edilen infakı nasıl
gerçekleştirdiklerine sahabe şahitlik ediyor.
İçerisinde
bir su kuyusu da bulunan hurma bahçesini hiç tereddüt etmeden “Ya
Rasulallah! Ben Allah'ın rızasına ulaşmak için su kuyusunun da içerisinde
bulunmuş olduğu güzel hurma bahçemi Allah'a borç vermek istiyorum” diyor.
Kur’an-ı Kerim'de kullanılan bir ifadedir:
“...Allah’a
güzel bir borç verin!..” (Müzemmil, 20) “Benim malımın içerisinde en fazla
sevdiğim işte bu kuyunun bulunmuş olduğu hurma bahçemdir. Onun için onu
bağışlıyorum. Allah rızası için veriyorum” deyince Peygamber Efendimiz
(a.s.) “İşte kazandıran mal, işte kazandıran ticaret” buyurmuşlardır.
Ticaretle meşgul olan kardeşlerimiz konuşurlarken, birbirlerine ticari
hayatlarını anlatırlarken “Bir yatırım yaptım, beş aldım. Bir yatırım yaptım,
on aldım...” gibi cümleler kurarlar.
Ayet-i
kerimede “Allah rızası için verilenin karşılığının bire on değil, bire yüz
değil, bire yedi yüz , hatta daha da fazla olacağı” anlatılıyor.
“Mallarını
Allah yolunda harcayanların örneği, her başağında yüz tanenin bulunduğu
yedi adet başak çıkaran bir tohum tanesi gibidir. Allah dilediğine
katlayarak verir, Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır, her şeyi
bilmektedir.” (Bakara, 261)
En fazla
kazandıran mal, ticaret işte bu ticarettir. Hz. Ebu Talha (r.a.)'ın ve eşi
Ümmü Süleym’in (Rümeysa) hayatlarında gördüğümüz bu ticarettir.
Verirken de karşılık beklemeden sadece Allah'ın rızasını gözeterek yapılan
infaklardır. Müminlerin verdikleri konusunda nasıl davranmaları gerektiğini
Rabbimiz (c.c.);
“Onlar,
kendileri (yemek) istedikleri halde yiyeceği yoksula, yetime ve esire ikram
ederler. (Ve şöyle derler:) Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden
ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” (İnsan, 8-9) şeklinde
ifade buyurmaktadır.
Onlar
kendileri arzu duysalar, sevseler bile, kendilerinin ihtiyacı olsa bile;
yetime, miskine, esire yedirirler. Yedirdikten sonra da “Biz sizi sadece ve
sadece Allah rızası için doyuruyoruz, Sizden bir karşılık beklemiyoruz,
sizden bir teşekkür de beklemiyoruz. Sadece Rabbimiz bizden memnun olsun,
Rabbimiz bizi sevsin bizden hoşnut olsun diye yedirip içiriyoruz” derler.
Vermenin de bir adabı var. Ebu Talha gibi vermek lazım: “Efendimiz (a.s.), bir
misafir gelince; garip, yoksul, yemeğe ihtiyaç duyan bir zat gelince; “Bunu
kim ağırlar?” diye sorar. Ebu Talha (r.a.): “Biz ağırlarız ya Rasulallah”
der.
Eskiden,
şimdi olduğu gibi malları stoklayıp, yemekleri pişirip buzdolaplarında
neredeyse yıllık bekletip ihtiyaçları karşılamak gibi bir durum söz konusu
değildi. Misafiri götürür ama evin haberi yoktur. Evde sadece çocuklara
yetecek kadar az bir yemek vardır, başka bir hazırlık yapılmamıştır. Ebu
Talha misafiri eve götürür. Eşi Ümmü Süleym’e, “Efendimiz (a.s.)'ın bir
misafiri var, gelen bir garip bir misafir var. Evde neyimiz var ikram edecek?”
diye sorar.
Evimize
gelen misafiri Allah'ın lütfu olarak değerlendirme; bir garibi bulsam, bir
yoksulu bulsam, bir muhtacı bulsam da elinden tutsam, gönlüne girsem, derdine
derman olsam diye değerlendirme imanın kemalinin alametidir.
Ebu
Talha’nın evinde sadece çocukların yiyeceği kadar bir miktar vardır. Eşi
Ümmü Süleym “Sadece çocukların yiyeceği kadar bir şey, bir yemek var”
deyince; Ebu Talha (r.a.) “Sen çocukları uyut!” yani “yemeklerini yemeden
uyut, sonra yemeği ortaya getir. Sofra kurulup yemekleri koyduktan sonra yanan
muma/kandile elini değdiriverirsin, takılmış gibi mum düşer, söner ve
karanlıkta misafir yer biz de yermiş gibi yaparız böylece misafirin karnı
doyar” der. Eşi Ümmü Süleym aynen dediği gibi yapar. Yemek ortaya
getirilir, kaza yapmış gibi mum/kandil söndürülür. Daha sonra misafir de
herkes yiyormuş zannıyla karnını doyurur. Misafirin karnı doyar ama aç kalan
ev sahipleridir. Allah (c.c.) müminlerin bu hassasiyetini, bu güzelliğini,
bu infak bilincini anlatırken; “Kendileri ihtiyaç duysalar bile kardeşlerini
kendi nefislerine tercih ederler.” ayetiyle över.
“Misafir
nereden çıktı? Nereden geldi? Şuna aç kaldığımızı hissettiriverelim.
Mademki evde yiyecek bir şey yok o da birazcık yesin birkaç lokma ile
açlığını gidersin. Biz de birkaç lokma yiyelim” diyebilir insan. Bunlar çok
insani ve çok tabi şeylerdir ama böyle yapmıyor Ebu Talha ve ailesi. Gelen
misafir Allah'ın misafiridir. Biz aç kalsak da olur diye düşünüyorlar ve
öyle davranıyorlar. Asla, verdiklerimiz karşıdakinde bir incinme meydana
getirmemeli, verdiğimiz şeylerle karşıdakinden bir şey bekleme, verdikten
sonra başa kakmak ve minnet altında bırakmak gibi yanlışlara girmek suretiyle
verdiğimizin sevabını heba etmemeliyiz. Allah (c.c.): “Sakın sadakalarınızı
verdiğiniz kimsenin başına kakarak ya da verdiğiniz kimseye eziyet ederek
boşa çıkarmayın, sadakalarınızı iptal etmeyin” buyurmakla bizlere bir adabı
öğretmektedir. Bizim Ebu Talha'nın hem infakından hem de infak ediş
usulünden o kadar çok almamız gereken ders var ki...
Cenab-ı Allah, Ebu Talha ve Ümmü Süleym ailesinden ve onlar gibi diğer yıldızların hayatlarından hayatımıza cömertlik, diğerğâmlık, infak bilinci/adabı taşıyabilmeyi nasip eylesin…