Güz giderken güzide dört genci de uğurladı
Fıtrat üzere kaldıkça arızalanmazdı kilit
Rahat dönerdi
anahtar
...
Elimde açık sarı bir bardak çay. Öylece
durup izlerim doğayı. Yudumladıkça güz sarsa da ruhu, yaprak döken yanlarımız
yeniden bahara durur içten içe.
Öyle sessiz, öyle sakin ve öyle yavaş
yudumlarız ki vakti, sindire sindire biz ondan oluruz, o bizden …
Sonbahar adı som/bahar olur, güzide
güz … Sessiz sedasız gelen açık sarı ikramıyla, bakır huzmeleriyle ışıkça yol
alır …
Bardağın sıcaklığını kaybettirmeden,
soğuduğunu hissettirmeden avuçlarımıza bambaşka bir heyecan bırakır güz. Bürür,
bürünür, büründürür.
Sonra gıpta eder yeşil yapraklar,
turuncuya bakıra bürünen dostlarını.
Onlar tek tek düşüvermiş olsalar da
toprakla buluşmanın toprakla kucaklaşmanın sevinci içindedirler…
Hasretin bittiği âlem-i
ervah’ın kapısında ’yaratana görevimizi yaptık’ demenin mutmainliği
içindedirler.
Ve sonra yeşile dair sadakat,
turuncuya sarıya döner, özlemin rengidir sarı. Yârini özleyen sararır solar,
titrer dalında. Bir güz masalında titrer yapraklarda, sararıp solarak.
Özlem derindir sararmamak ne mümkün.
Sıla değil midir zaten dünya? Ve hasret…
İnce ince geçerken sırat köprüsünden
sorgunun bilinciyle önce kendini sorgular dökülen yaprak. Dal incindi mi benden.
Kuş incindi mi? Böcek çiçek incindi mi? Neşe sürür oldum mu yaratılana?
Yemişleri meyveleri korudum mu? Tırtıl arı çekirge razı mıydı benden?
Yüzünde bir tebessüm oluşur sonra, aç açık
börtü böceğe nasıl da hibe etmişti kendini.
Bilir; o sorgu kolay geçecektir,
razıdır mahlûkat, ait olduğu toprak razıdır.
Vuslata az kalmıştır titrer, salınır, özler,
özlenir…Güneş göz kırparken aralardan, avuçları üşüse de ruhunun ısındığını
hisseder.
Bir rüzgâr okşamasıyla ayrılı verilir
aylarca oturduğu evinden bilir gerçek evinin orası olmadığını. Gerçek mekâna
gidişin özgürlüğüne bırakır, rüzgârın teline değişiyle. Uçuşmakta ne güzeldir,
narince rüzgârla el ele.
Derin bir husustur, yaşama anlam katıp
gitme…Fıtratça kaldıkça arızalanmaz kilit, anahtar, kapı.
Ağaçların altında gülümserken gördüm
çınar yapraklarını. Rablerini andıkları besbelli idi. Bakır rengiyle altın
rengiyle ne de güzel gülümsüyorlardı. Teslimiyetin berraklığında konuşmak ne
güzeldi onlarda…
Bir güz zikriyle,
bir güz huzuruyla dört gencin gidişi de yüreğimizi soldurdu. Yapraklarımız,
kolumuz, kanadımız döküldü. Umulur ki onlar görevlerini yapmanın saadeti içinde
rablerine kavuştu, dökülen tüm yapraklar misali.
Hayatlarının
baharında bir yaprak dökümü mevsimine özdeş oldu gidişleri.
‘’Şartlar ne
olursa olsun ezanı duyduğunda namaza kalkmalısın’’ diyen henüz 22’sinde Yusuf
Taha; okuma yazmanı sağlamlaştır, ahdine, akdine, sözüne sadık kal, gözünü
haramdan sakın’’ diyerek ve nice nasihati vasiyet olarak ardına bırakmış güzel
yaşamın özü cümlelerini bizlere bırakıp asli mekanına gitti.
Tarık Kesekçi, yeni baba olmuş toplumun kalbine güzellikler
götüren bir gençti. Kağan Talip Tığlı, veri mühendisi idi hem
fikri hem cismiyle örnek bir şahsiyetti. Murat Can Kaya ‘da 21’inde
gönlünü vatanına, gençliğe adamış bir dava eriydi.
Asım Nesli’nin en güzel örnekliğini gösteren,
yaşamlarını Allah yolunda, kullara hizmetle taçlandıran gençlerimize Allah’tan
rahmet diliyorum.
Rabbim ebedi
yurtlarında onları cennetle müjdelesin. Dünya’nın bin bir zorluğunda sönmeyen
meşalelerini tutacak gençleri çoğaltsın. Yaşamları örnek olan gençlerin
ölümleri de örneklik olsun inşallah vesselam
…