Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
26 Temmuz 2022

Güvensiz güvenlik

Dünyayı güvensiz hale getirenlerle, "Güvenliği biz sağlarız!" diyenlerin aynı oluşu artık dudağımı uçuklatmıyor.

Bu çarpıklığı okuduğum ilk fakültemdeki derslerden birinde "Şeran kadının “mahremi” olmaksızın doksan km/diyelim ki bir şehirden diğerine gitmesinin yasak sayıldığı" fetvasına rastladığımda fark etmiştim. Bu ve benzeri fetvalar/geçici çözümlerde iyi niyetler ve bakışlarla meseleler “şimdilik” çözülmüş görünmüş… Sonrasında ya meselenin kökten çözümüne üşenilmiş veya bir kasıtla, şartlar değiştiği veya değiştirilmesi gerektiği halde güya aynı “çözümde-düğümde” diretilmiş olduğu ve zamanla çözümün artık iyiden iyiye zarar verdiği halde güncellenmemiş olduğu her akıl sahibinin görebileceği üzücü gerçeklerdendir. Söz konusu özel örneğe baktığımızda da yalnız başına yola düşen insana zarar verecek olan ve kendisinden korunmak zorunda kalınan yine zararlı insandır. Özellikle de erkek insan…. Yani zarar veren de o zararı önleyebilecek olan da erkeklerdir. Vahşi hayvan veya bir kadın değil…

Kadının düşürüldüğü bu ve benzeri durumlara dair suçluluk payı ise kabullendiği ezikliğinde ve ikinci sınıf insan olmayı din sanmasında ve sözüm ona 'saçını kökünden kesip aklını ve bilimini, sanatını uzatmamasındadır." Böyle bir fetvada "E o zaman madem zararı siz önleyebiliyorsunuz, neden zarar veriyorsunuz? Kendinizi daha önceden eğiterek ve bilinçlendirerek önleseniz daha iyi ve pratik olmaz mı? Sizin eğitilmemişliğinizden dolayı bir diğer cinsin sürekli kısıtlanmış bir hayatı yaşamasına nasıl razı olabiliyorsunuz? Bizi kime karşı koruyorsunuz? Kendinize karşı mı?" gibi dizilerce soru akla gelse de yüzyıllarca bu kurala en başta kadınların sahip çıkmış olması ise ayrıca hayret verici. Taşınması gereken bir meta gibi ancak bir erkek mihmandar eşliğinde taşınmış olması da…

Şimdilerde bu anlamda çok şey değişti neyse ki. Fakat bazı şeyler bazı coğrafya veya kültürlerde hala aynı kalabiliyor. Her şeyin değişmesini kimse istemiyor. Fakat değişmesi gereken şeylerin hala değişmemiş olması çok üzücü… Ayrıca o toplumun, ülkenin ve insanlığın gelişimini de yarı yarıya durdurmuş oluyor.

Tamam.

Bu küçük ölçekli sayılabilen ama pek çok kadının özgürlüğünü kısıtlayan ve yine pek çok erkeğin suiistimal ettiği kuralımsılar bir yana, dünya ölçeğinde de ülkeleri işgal edip ve yine aynı ülkelere barışı getirmek için savaş götüren küresel güçleri görünce; "Bu iş tamam!" demiştim. "Çekip gitmeli bu dünyadan:)" Çekmeye kalmış olsam da bu çileyi...

Mesele o cümleye bağlanıyor yine. Cinsiyet ötesi bir durumdan bahsediyorum tabii ki.

Dünyayı güvensiz hale getirenlerle, "Güvenlik bizden sorulur!" diyenlerin aynı oluşu artık dudağımı uçuklatmıyor.

Ayrıca bırakın yola düşmeyi, kırsalda seyahat etmeyi hiç olmazsa gündelik hayattan güvenlik tedbirlerine başlayalım derim. Uzağa gitmeden önce şehrin orta yerinde kadınları "fitne", "meta', mal, eşya, "fena parça", "taş", "afet", "çıtır çerez", "kaşar", "eksik etek", fazla pantolon, "kaşık düşmanı", himayeye muhtaç, zayıf, akılsız, saftirik, "orospu"( onu reddettiğin sürece:), "fahişe", "yollu", kuyruksallayan, "fingirdek', vesair kelimelerle ifade edenlere toplumsal baskı, cezai müeyyide uygulansın, görelim. Sokakta küfredenlere ve her küfürde özellikle kadın insanı aşağılayanlara, kadın insanın mahremine hürmet ihlali yapanlara cezai müeyyide uygulansın da görelim…

Birileri kadına hayat, din, ev ve evren ödevi yüklemeyi bıraksın da kendi evren ödevleri ile bir ilgilensinler.

Bir yerden başlasın artık efendiler!

Aslında küfürle ilgili ikinci kısım yazımı yazacakken, kadının varlığını hiçe sayan bu eylemlerle bir anlamda nimeti küfrana giren topluma bir hatırlatma da ben yapmak istedim.

Neden mi?

Sürekli yaşamış olduğumuz olaylardan sadece birine bir kere daha tanık olduğum için:

Kefken yolunda yıldızların taşlarla küme kurduğu bir tepedeyiz. Bir izdiham, bir şenlik havası! Kayıp düşmüş kalbi soğumuş olanlar, henüz başı ateşli yıldızlara doğru tecrübe hatmi indiriyor. Yukarıdakiler çok şımarık. Sesiniz gelmiyor havasında... Yaz gecesinin bütün cömertliği üstünde iyi mi...

Balık tutmaya gelen iki kişi ısrarla yakınımızdan geçiyor. Tedbirliyiz. Yine de çekiniyoruz. Rahatsız olduğumuzu anlayınca biri çekinerek balık tutmak için yer aradıkları izahında bulundu. Diğeri ise "Gelmişiniz dağa! Sonucuna da katlanacaksınız!" diye homurdandı.

Ellerimizde ateşten izin almış da öylece dem olmuş çay, az evvel bir fikre, bir şiire dokuna çarpa ürpermiş dillerimize sokulup dökülüyorken “tehdit mesajını” almış bulunduk. Dağa çıkmak, denize bakmakla hata etmiştik... Şehre çıkmak ta bazen aynı hataya düşmek olabiliyordu zaten…

Sahi biz, kadını erkeğiyle biz... Ne zaman birbirimizi görünce sevinçle el çırpacak, vahşi kent insanı, kaba saba kasaba dayısı korkusundan ne vakit azat olacağız?...

Her yere olmasa bile mümkün olabilen daha çok yere ne zaman korkusuzca sokulacağız?...