Güven
Dağların yüklenemediği emanetleri kulunun gönlüne yazmışsa da Allah, insanın onulmaz yarası, deva bilmez derdidir içinde kalanlar. Yüzünü kırk yamalı resimlere sakladığında bile kendini aşikâr eden niyet, özüyle çelişen söz, habis ve hasis nefsinin önünde secde eden idrakler… Bir kez aralayınca hakikat pencerelerini binbir kez yanılan ve yanılgıyı kendinden sayan, bir daha asla çeviremiyor bakışlarını o çelişki dağından… Senelerin inşa ettiği güven kaleleri bir lahzada yıkılıvermek için zamanını bekliyor. Tamiri mümkün olmayan bir tahriple devriliyor üstümüze dünya.
Güven uçucu bir duygudur. Sevgi, saygı, iyi niyet, vefa, bir şeyler gelir gider insanların arasında ama güven bir kere çıkınca mesken tuttuğu gönülden hiçbir anlaşmaya yanaşmaz, sözlerin büyüsüne bir daha kapılmaz, küstüğü dağın odununu yakmaz. Güven çıktı mı bir kere gönülden hürmeti, muhabbeti, hatırı da alır götürür peşi sıra. Siz deyin inatçıdır, ben diyeyim kırılgan ama ikna olmaz. Ateşten, topraktan, sudan murat almışsa da hava elementine aittir güven, çiy tanelerinden kanatları vardır, zor kazanılıp kolay kaybedilen bir sevgili gibi çevirince başını dönüp bakmaz. Güven çıktığında bir gönülden terliklerine kadar alır, hiçbir parçasını emanetçi bırakmaz. “Çünkü insan sahip olduğu şeyi yitirmez” der Stefan Zweig Clarissa adlı kitabında (s. 91), belki de bunun için insanın hâkim olamadığı, benim diyemediği ender duyguların başındadır o…
Anlamdan her gün biraz daha kopan çağın en çok ihtiyaç duyduğu duygu güven. Zira anlatma ve anlaşılma ihtiyacının yolları onun korunaklı ve ketum mağaralarından geçiyor. Diğer yandan bu hasreti bağrında ağırlayan fert biliyor ki, kendisini yaralayabilecek en kudretli silahlar da o mağarada saklanıyor. Yine de insan çoğu zaman yaralanmayı göze alarak gönüllü bir yanılgıya adım atıyor. Koparılacağını, şerha şerha edileceğini bilerek yürüyor tecrübenin yakıcı ateşine. Kalbinin fısıltısına kulak tıkıyor. Alexandre Dumas’ın Siyah Lâle’si kişilerin genelde önsezilerini ve çevrelerindeki uyarı işaretlerini göz ardı ettiklerini oysa kaderin insanları uyarmak için çeşitli işaretler yolladıklarını söyler (s. 132). Bu yanlış bir yorum değilse de noksan olmalıdır zira kendisine sezgi adlı sırdan üflenen öz görmemeye değil de gördüğünü görmezden, bildiğini bilmezden gelmeye meyillidir… Belki de bu sebeple bu iddiadan geçen kitabın başka bir yerinde çenesi hafifçe okşanarak kardeşinin nasıl olduğu sorulan Rosa adlı kızın “Ona yaptıkları kötülüklerden korkmuyorum artık, hepsi geride kaldı. Ben ona yapabilecekleri kötülüklerden korkuyorum” dediğinden ve kaybettiği güvene bir daha asla sahip olamayışından söz edilir.
Güven dik başlı bir duygudur. Dağları sarptır onun, yolları kavisli. Bir kere kırılıp dökülmüşse insanın içi, o dergâhın gönül yurdundaki imarı imkânsıza yakındır. Toprağı balçık değilse bile bilinir ki fırtına eser, sel götürür. “Mü’min bir delikten iki defa ısırılmaz” diyen ol Güzel’in sözü gelip ilişiverir bir yerlere. Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün bir sayfasına inancını zedelenen sızısını damlatır Friedrich Nietzsche: “ve bir dostun kötülük yaparsa sana, de ki; Bağışlıyorum seni bana yaptığından ötürü ancak kendine yaptığını nasıl bağışlayabilirim ki? (s. 85)”. Değil mi ki bende eksilttiği kendidir, kalbimde katlettiği kalbi. Bu sebeple dünyaya uzaktan bakan yıldızlar gibi uzak bir yerlere kurar hanesini güven. Sığınmanın, korunmanın, bağlılığın kalesi gibi vakur durur orada… İnsan en çok inancıyla terbiye edilir dünyanın taşlı yollarında. Ama güven öyle bir histir ki terbiyesi altına sadece insanı almaz. Jack London Beyaz Diş adlı kitabında köpek ve kurt karışımı bir eniğin merkezinden anlamlandırır bilinçaltını şekillendiren duygu katmanlarının nasıl oluştuğunu. Kurt yavrusunun yolu annesinden sonra yazarın “insan Tanrı” dediği üç sahipten geçer. Her sahip farklı bir tavırla eğilir Beyaz Dişe. İlkinde otoritenin, ikincisinde öfke ve kavganın, üçüncüsünde ise sevgi temelli bir güvenin varlığı görülür. Onların terbiye metotları büyümekte olan Beyaz Diş’in hayat karşısındaki duruşunu da şekillendirecektir. Tanıştığı son insana kadar onlar tarafından muhtelif zorbalıklara maruz kalan ve iç dünyasına hırçın kalıplar yerleştirilen Beyaz Diş, sevgi ile beslenen güven ortamında tümüyle değiştirebilir kodlarını. Çok uzun zamanlar alır ama değiştirir yasalarını, kabullerini değiştirir; insana, hayvana ve doğaya yaklaşım biçimlerini değiştirir. Sevgisi öyle kabına sığmaz bir raddeye varır ki olmadığında hastalanır, tehlike altında olduğunu hissettiğinde gönüllü bir ölüm serer sahibinin önüne. Kitapta güvenin bir canlı için önemi iliklerine kadar hissettirilir okura.
Güven yakıcı bir duygudur. Söz, kibritini çaksa, dağlarıyla, ovalarıyla, nehir ve denizleriyle alev alır insanın içi…
Selam ile.