Gürsel'in Kürtlere tükürmesi
Her şey 19. yy Avrupa'sının mübtelası olduğu hastalığını 20. yy'ın başında bize empoze etmesiyle başladı. Batının giydiği ulusçu/etnik gömleğini bize giydirmesini büyük bir iltifat kabul ettiler. Bünyemize/bedenimize uymayan bu gömleği yöneticilerimiz en kutsalımız gördüler.
Sürekli "Batı bizi bölecek, batı bizi istila edecek" derken bu işgalin territoric işgal olmayacağını, Batı'nın profan düşüncesinin fikriyatımızı işgal edeceğini düşünemediler! Bütün düşmanlıkların batıdan (İngiliz, Fransız, İtalya, Yunan...) geleceğini iddia eden ulusalcı cumhuriyetçiler, Batı'nın Anadolu'yu mesela ulusalcılık/Türkçülük, laikçilikle işgal etmesine dünden razı olmuştu.
Selçuklu ve Osmanlıdöneminde Türklerle Kürtlere islamın bahşettiği emsali görülmemiş kardeşliği egemen güçler ulusalcılık akımıyla zehirlediler. Cumhuriyet sonrası Kürtler yok sayıldılar, oysa milliyetçiliği ırkçılık boyutuna vardıranlar, yeryüzünde hiç kimsenin yok sayılmayı sineye çekemeyeceğini pekala biliyorlardı.
Nitekim 1923'te cumhuriyet kurulduktan sonra Kürtlerin 'cumhuriyetin kendisine' ciddi bir itirazları olmadı. Lakin 1921 anayasasında 1-2 yerde geçen 'Türk/lük' lafzı, 1924 anayasasında ulusalcılık boyutuna taşınınca, iş, cumhuriyetin diğer kurucu halklarını, devletin asli unsurlarını inkar etmeye kadar vardı. 1924'te 'Hilafet halledilince' artık kimsenin yönetici kadroya güveni kalmamıştı. Bu yüzden 1925'te Kürtler, Türk kardeşleriyle en önemli ve değerli bağın koparılması üzerine gerekirse İslami bir devlet kurmayı da göze almıştı.
Sonraki yıllarda Kürtleri aşağılayan, Kürtleri bin yıllık Türk kardeşlerine düşman etmeye çalışan ırkçı faşist kafalı yöneticiler iş başındaydı. İnkar bir yana, her türlü hakaret ve küfür Kürtleri devletten koparmaya isyana teşvik etmeye yönelikti.
Bu yöneticiler Kürtlerin gözlerinin içine baka baka "Kürt olduğunu söyleyenin 'yüzüne tükürün' diyecek kadar gözü, beyni, vicdanı kararmış yöneticilerdi. Darbeciler tarafından cumhurbaşkanı olarak 'atanan' Cemal Gürsel bu ırkçı ve faşist sözleri söylerken Kürtlere 'haysiyetiniz varsa isyan edersiniz, ayrılırsınız' demiş oluyordu. Zira zerre kadar onuru olan birey veya halk 'yüzüne tüküren'lerle aynı çatı altında barınamazdı. Gürsel Diyarbekir'de halka seslenirken oradaki kalabalığın Kürt olduğunu bile bile tükürüyordu.* Kürtlere 'Ne Mutlu Türküm Diyene, Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun ' dedirten ırkçılar, Kürtlerin kendilerine kürdüm demelerine reva gördükleri insanlık dışı muameleye bakın. Asırlardır Türklerin Kürtlerle hiçbir sorunu olmamıştı, bu yüzden Kürtler bu 'tükürüğü' Gürsel ve takipçilerine, 'siz İttihatçı jakobenlersiniz, biz Kürtler, asla Türkleri de temsil etmeyen bu geleneğin hakaretlerini kardeş halk olan Türklere mal etmeyiz' diyerek iade etmişlerdi.
Kendisini la yus'el bilen Kenan Evren kardeşlerin dili Kürtçe'yi yasaklarken aynı şeyi; "Kürtler şiddete başvursun'u düşünmüştü. Diyarbekir zindanı boşuna ölüm ve isyan kampına dönüştürülmemişti.
Keza 'tak-şak' yapan Demirel-Çiller-Güreş-Ağar ekolü de zaten var olan 'düşük yoğunluklu savaş'la yetinmeyip bütün Kürtleri terörize etmek için Jitem'le derindevlet terörünü esas almışlardı.
Bu süreçleri yaşayan ülkede Sayın başbakanın on yılların yangınını söndürmeye çalışırken hangi zorluklarla karşılaştığını ve karşılaşacağını gördük. Ak Parti iktidara geldikten sonra özgürlüklerin önünü açmaya yoğun gayret gösterdi. Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan 2005'te Kürtlerin kardeş halk olduğunu, tıpkı dindarlar, aleviler gibi haklarının gasp edildiğini dile getirmişti.
İş bununla da kalmadı, Kürtlerin cumhuriyetin kurucu ve asli unsuru olduğunu, bu ülkenin birinci sınıf vatandaşları olduğunu ve bu kardeş halkın verilmemiş kimi önemli hakları bulunduğunu da yine bu başbakan kabul etti.
R. Tayyip Erdoğan Habur ve Oslo süreçleriyle kardeşkanının akmaması için çok çaba göstermişti. Kürtlerin 24 saat yayın yapan televizyonları, okullarda -yetersiz de olsa- okutulan dilleri oldu. Yargılamada da dil serbestu00eesini getiren yine Ak Parti iktidarı oldu.
Tarihi 12 Ağustos 2005 Diyarbekir açıklamasından sonra 'devlet' ve muhalefetin tepkilerini hatırlayın. Habur sonrası linçi, Oslo sonrası yargı darbesini hatırlayın... Yani, öyle başbakan "haydi yapın" deyince olmuş-olur-olacak şeyler değil bunlar. Süreçler yaşanmış, darbeler hazırlanmış, suikast planları deşifre edilmiş, iç ve dış güçler komplo ve provokasyonlar yapmış, başbakana, cumhurbaşkanına suikast planları saniye farkıyla önlenmiş.
İşte sayın başbakan "zehir içe içe" bu süreçlerden geçti. Şimdi barış yakınken aynı derin çevreler "AKP seçimler için çözüm istiyor, Erdoğan Başkanlık sistemi için barış istiyor" dezenformasyonuyla süreci sabote etmeye çalışıyor.
Yalnız bu kadar olsa,
Uluslararası entrikalar dönmeye başladı:
Avrupa ülkelerinin kimi PKK elemanlarını tutuklayıp 'sakın ha!' dediler.
Bu:
"Siz silahları bırakırsanız sizi istediğimiz zaman tutuklayabiliriz. Çünkü ülkemize gelip yerleştiniz ve terör faaliyetlerinde bulundunuz. Bu suçlamayla sizi istediğimiz zaman, istediğimiz cezaya çarptırabiliriz" demekti.
Barış zor, işimiz zor biliyoruz.
Ama bütün bu zorluklara rağmen,
Allah Tebarek ve Teala'nın tarafı olduğu sulhu hep beraber getireceğiz, başka çaremiz yok.
Vallahi yok...
Twitter: @ahmetay_
* Bu söz farklı anlatılsa da bu hakareti kulaklarıyla duyan 3-4 Diyarbekirliden dinledim.