Günümüz sosyal devlet politikaları
Seçim döneminde çokça duyduğumuz sosyal devlet, sosyal demokrasi kavramları beraberinde getirdiği beklentiler veya verilen vaadler önümüzdeki zaman diliminde çokça gündem olacağa benziyor.
Sosyal demokrasi, evrensel değerlerle
uyumlu olarak yurttaşların bireysel ve toplumsal gereksinimlerini karşılamayı
hedefleyen sosyal devlet ya da bu yöndeki politika ve kapitalist ekonomi içinde
ortaklaşa uyum düzeni olarak tanımlanmaktadır.
Refah
devleti ve bunun arkasındaki sosyal eşitlik, sosyal adalet ve sosyal demokrasi
gibi kavramlar sonuçta bireysel riskler ve çaresizlikler ile gelir
dağılımındaki adaletsizliğin azaltılması ve vatandaşların maddi koşullarının
iyileşmesi anlamındadır; öte yandan da geniş yığınlar için yaşam koşullarının
ve kalitesinin güçlenmesiyle siyasal vatandaşlığın, dolayısıyla siyasal
demokrasinin gelişmesini ifade etmektedir.
Bu yaklaşım
çerçevesinde, sosyal refah devletini, hem sosyal demokrasinin kendi
politikalarını ortaya koyduğu varoluş alanı hem de ilke ve hedeflerini
gerçekleştirmenin en temel aracı olarak görmek doğru olur.
Günümüzde
sosyal devlet ve demokrasi ile ilgili tartışmaların da, çoğunlukla refah
devleti anlayışı ve politikaları çerçevesinde sürdürüldüğü bilinmektedir. Refah
devleti, sosyal hakları kurumsallaştıran ve bunların piyasa dışından
sağlanmasını mümkün kılan bir devlet anlayışıdır aslında.
Gelirin daha
eşitlikçi biçimde bölünmesi konusunda önemli bir işlev gören sosyal devlette
Aslında, her durumda gelirin yeniden dağılımı açısından etkin rol oynadığı
bilinmektedir; Sosyal demokrat anlayış açısından bu rol, daha eşit veya daha
adil bir gelir dağılımını gerçekleştirmek üzere kullanılmak istenmektedir
diyebiliriz. Bir yandan vergi politikalarının, öte yandan sosyal politikaların
bu amaca hizmet etmesi gerekmektedir.
Sosyal
eşitlik gibi ilkelerin ve bu yöndeki politikaların toplumsal bütünleşme ve
dayanışmayı oluşturmak gibi maddi refahın yükselmesi ve sosyal dayanışmanın
kurulması gibi maddi ve ahlaki boyutlarının olduğun gibi siyasal anlamları da
önemlidir. Sosyal haklar ve politikalar, siyasal demokrasinin sosyal
demokrasiye, yani her vatandaşın karar verme sürecine daha etkin biçimde
katıldığı bir demokrasi anlayışına geçilmesi açısından esastır.
Sosyal eşitlik
olmadan siyasal eşitlik de hayaldir. Bu açıdan sosyal demokrasinin vatandaşlık
anlayışının Marshall’ın anlayışını yansıttığı söylemek doğru olur. Zira vatandaşlık
bir toplumun üyelerine verilen bir statüdür ve bu statüyü elinde tutan herkes,
bu konumun içerdiği tüm haklar ve görevler açısından eşittir. Vatandaşlığın da
sivil, siyasal ve sosyal olmak üzere üç boyutu vardır ve sosyal vatandaşlığın
gelişmesinin sivil toplumu güçlendirerek demokrasinin güçlenmesine hizmet
edeceği açıktır.
Kuşkusuz
parti ideolojileri, parti yapısı ve parti içindeki rekabet, sosyoekonomik
sistem, ekonominin gücü ve rekabete açıklığı gibi birçok faktörün her ulusta
sosyal demokrat projeyi farklı etkilediği bir gerçektir. Bu farklılığın en görünür olduğu alan ise,
sosyal demokrat politikaların hayata geçtiği ve emek ile sermaye arasındaki
uzlaşmanın dayanağı olarak nitelendirdiğimiz refah devleti olmaktadır.
Refah
devleti gerek anlayış, gerek uygulama olarak Batı Avrupa’da ülkeden ülkeye ve
bu ülkelerdeki sosyal demokrat partilere göre hayli farklılaşabilmektedir.
Refah
devleti anlayışı ile politikalarını yalnızca sosyal demokrasinin eseri olarak
görmek de doğru değil; bu konuda Batı Avrupa’da oldukça geniş bir konsensus
oluşmuştur. Ancak farklı argümanları dikkate alsak da, refah devletinin gerek
ideolojik, gerek pratik olarak mimarının sosyal demokrat partiler olduğu ve
refah devletinin piyasa ekonomisi içinde sosyal demokrasiye hayat veren bir
alan olarak öne çıktığı yadsınamaz. Bugün de sosyal demokrasinin gerilemesi, en
çok refah devleti politikaları çerçevesinde irdelenmektedir.