Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
14 Mart 2017

Günlük/Amel Defteri

Yürüyorum. Yağmur diyorum, yağmaya çekiniyor. Abdal ıslatan dedikleri cinsten. Arınırken tövbemiz hırpalanmasın diye elinden geleni yapıyor gök. Bir sis perdesinin ardında sessiz ve damlasız. Ağıyor. Hikayeci yanım her zamanki gibi hayatı kazıyor, bulunca üflüyor ve satırlara kaldırıyor. Derken. Aniden, bir adamın elinde sıkı sıkıya rulo yaptığı mendille bir, ısrarla burnuna girmeye çalıştığına şahit oluyorum. Bütün düşler yerle bir. Kapaklanmış sağanak gibi oluyorum elimde akpil. (Bakın kafiye gibi bir şey oldu. Kaybettiğimizdir bir şeydir ne de olsa o da...) Neden böyle oluyor? Neden hem samimi, hem de medeni olamıyoruz? Kabalıktaki samimiyeti medenileşince neden yitiriyoruz? Sözgelimi şu rulosuna sarmalanmış adam. Çok samimi birine benziyor. Fakat neden bu kadar kaba? Ya da eşinin ütülediği selpak kullanıcısı Mümtaz, Zarif beyler? (Her kağıt mendil: selpaktır bilirsiniz.) Neden o kadar havalarda? Cehaletteki gözünü sevdiğim içtenlik, az bir ilimle neden ürküp kaçıyor? Gayesi olan irfana niçin uymuyor?(Yeter. Uzatma.)

Sonra Eminönü'nde bir mekan. Kenarından çay akan. Mekanın sahibi masanın başında gevezelik yapıyor. "Hadi annem seni annen çağırıyormuş, ekmeğine yağ çalacakmış" diyor, gülüşüyoruz. (Doğrusu latifelerimi güncellemeyeceğim.) Sizin de oluyor mu? Zevzeklik canını çimdiriyor insanın, acıtasıya... Suratını toplayıp alnının tepesindeki çiviye asıyor sonra. Lafız; amaçsız olunca dudakları orantısız büyüyor konuşanın. Büyüyor ve kafasını yutuyor. Nohut tanesini. Muhabbet; oysa birbirimizi çıkaracağımız bir merdiven. Manalar tahtına...Ah insanın gönlü daima buna kazınıyor. Doyduğuna aç insan, daima...

Çamur ve nur yanımızı konuşuyoruz. Çamur diyoruz neden kendinden tiksinmez. Halbuki astardır kendisi, aslı nurdur. Şakalaşıyoruz: çamur değil, çanur mu desek insanın yapısına diye. Bir tasarımla halledilebilir öyle ya görüntüde. Öylesine kelime oynuyoruz. Size ne... Sade çamurdan görürsek bizi, maddeli kıtlık olur bu, içimize üflenen şey işte o bizi insan kılan, diyoruz. Yeşertebilsek diyoruz kendi bağ, bahçemizi. Her insan kalbinin ikamet ettiği bir toprak parçası, bir küçük bahçe. Ekip dikecek, bakarsa bağ olacak tabi ki diyoruz. Muhabbet çayı geride bırakıyor. Kahveye geçiyoruz o an. Kahve artık ağzımızı karartmıyor. Çok büyüdüğümüzü söylüyoruz küçük küçük. Yarım ağız. Ağzımızın yarısında çocuk kalmış, büyümek istemeyen hevesler var. Biliyoruz. Ne garip.

Gençliğine kadar çok büyümek isteyen insan, sonrasında yaşını küçültme çocukluğunu gösteriyor. Aslında ne güzel eskiyoruz bu dünyaya. Eskitme eşyanın güzelliği bir yana, eskitme insan da güzel oluyor be! İçerisinde hiç eskimemiş dipdiri bir akış; kendi ucunu ebediyete bağlamak için ha çağlar, ha ağlar...Bir gün atacak o kementi. Atacak bir gün cami avlusundan söküp göbeğinin bağını. Düğüm günü olacak o gün. Şenlik mi şenlik o yıldızlı bahçede.

Güneş uyusun biraz. Çok yoruldu gündüzler.

Yürüyorum. Yüzümüz gözümüz çekinmesin artık diyorum. Nasılsa tören olmuş yağmak. Cehri veya hafi hüznümüzü diziyor kirpiklerimiz. Yanağımıza sağlık. Yanağımıza mevsimlik elma. Yeni utanmış. Taze kızarmışlık...