Günlerden yine Kudüs
Kudüs, yıllar evvel bir şehla bakışına gönlümü kaptırdığım şehir. Kudüs, kimseler bilmeden yerin altından yüreğime akan boz bulanık gizli nehir.
Kudüs, vuslatın şehri, evvel ve ahir. Mescidi Aksa da kendini
kendinden alan sihir. Bezm-i canda bizim payımız, sende taksim edildi ey taştan
Şehir.
Meryem e hicab, hicabı tutsak olmuş bir şehir.
Kalu bela derken, ruhum dilim dilim kesilir. Her paresi bir sevda okunun
ucuna dizilir. Döner dolaşır, üstüne ‘'YA-HU'' diye yazılır.
Belki kaderin bir cilvesidir, kim bilir. Kadim Şehri görmek için, göz
bekleyen zahir. İnsan ı zincirsiz bağlamakta pek mahir kutsal şehir.
Bekle , Bekle ki Bir şeyler yazmak için, ‘'LAL'' olmuş dilimin
çözülmesi gerek, sana dair.
Lakin korkuyorum. Dur, Zeytin dağından gelen zılgıtlara Kubbet-üs sahra dan
havar sesleri karışır diye, Meryem in sarnıcına hüzün taşınır.
Zira varlık içinde yokluk, Yokluk içinde varlık. Büyük kahır desem, belki
Yakup incinir.
Ey kadim Kudüs, ilk kıblem, lik hüznüm, artık kabuğunu kırma zamanıdır,
çıralar tutuştu, seher vaktidir.
Bir bahar günü, Zeytin dağından Gazze ye çıkmanın, Zekeriya'nın
namazgahında mırıldanıp, sonrada kol kol olup, Miracın son durağındaki Muallak
taşının gölgesinde sıralanmanın demidir.
Bırak taş bilsin herkes seni, Kudüs ten Mekke ye, Hüzünle bakar mı hiç taş.
Ve Bakarken zeytin dağından yine bu kadim şehre; Baktığımızda, ufuklardaki
şiirselliğimiz dile gelir hep.
Cennet ten coşarcasına püsküren taşlardan bina edilmiş şehir. Peygamber
silsilesinin seccadeleri üzerinde kurulmuş kadim şehir.
Bu hüzünlü taşlar, cennet dışında bir yerden gelmiş olamazdı. Hani ya,
bazen cennet; ruhuyla bütünleştiğiniz yer olmalı diye geçiririz ya bir an
içimizden.
Bu yüzdendir belki, hüzünlü şiirlere, uçsuz bucaksız gökyüzüne ve Meryem in
gözyaşlarına, şahitlik etmiş taşlarla örülü bu şehre olan sevgimiz.
Sonuçta, her ne kadar gerçek olmasa da, büyüklerimiz göbek bağımızı bile
toprağa gömerlerdi ya, gömüldüğü yerde geleceğimizin şekillenmesi umuduyla.
Göbek bağımızın, Kal-u beladan beri gömüldüğü kadim şehir ey Kudüs..
Toprağın ve Yaşadığınız şehrin umutları yeşerten bir yanı vardır. Ama
zamanla unuttu bunu insanoğlu.
Biz ise tüm bunlara sırtımızı dönerek hep sevdik Bu şehri ve bu şehrin
taşlarla örülmüş hüznünü; çünkü onun içinde, Kaderle yazılmış farklı bir benlik
bulmuştuk.
Bu benlik bizi büyüttü, Kudüs ün çocuklarıyla, dar sokaklarında oyunlar
oynarken bu şehrin.
Ve yine şafak vakti, sırtımı avludaki duvara dayamış, zeytin dağının
doruklarından esen havayı içime çekerken; Tarihin, hüzün ve kokusuyla doluyor
ciğerlerim. Aldığım her nefeste yeni bir dünya filizleniyordu zihnimin içinde.
Gözlerimi kapatıp, etrafı dinlemeye koyulurken. Nil in, akarken nefesindeki
hırıltı. Hayfa ya, Celile ye akan, Nablus a akan küçük generallerin gözyaşları
uğrar oldu bir an zihnime.
Ve en önemlisi de o ses vardı yine havada. Zekeriya yı saklayan, ağaç
kovuğundan yükselen çığlık ve Tekbir sesi.
Mekke'ye bakan minberde ise bir Nida, Yasir ailesinin müjdesi okunuyordu;
‘'Sabret ! Ey Yasir ailesi, size cennet vaad edildi''
Tam vaktinde, özgürlüğün ve Hayber in sesiydi Kulağıma gelen.
O çığlık ve müjde ile beraber bize, ‘'Haydi!, kır kabuğumu'' diyor
Kudüs. Kubbemdeki zincirler kırılsın, baharlar gelsin diye.
Gelin; Bir süreliğine misafirimiz olsun Hayallerimiz, Çocuklarla Beyaz
uçurtmalar uçuralım Aksanın bahçesinden Hayber'e.
Ve Yarına uyandığımızda, ufuklardaki şiirselliğimiz olsun bu çığlık.